23 Nisan’ın Egemenlik Anlayışı Felsefesinin Temelleri ve Günümüzdeki Anlamı

23.04.2025
A+
A-

Egemenliğin Kaynağı: Toplumun İradesidir

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, yalnızca bir milli bayram değil, aynı zamanda insanlığın barış, eşitlik ve özgürlük ideallerini simgeleyen evrensel bir ütopyanın da ifadesidir. Kimsenin kimseye egemen olmadığı, işgalin ve savaşın olmadığı, dayanışmanın hâkim olduğu bir dünya tasavvuru, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesiyle somutlaşan siyasi felsefesinin de özünü oluşturur. Atatürk’ün siyasi düşüncesinin temelinde, egemenliğin ilahi ya da monarşik bir kaynaktan değil, doğrudan halkın iradesinden doğduğu fikri yatar. Bu anlayış, Jean-Jacques Rousseau’nun “toplum sözleşmesi” kavramıyla paralellik gösterir. Rousseau’ya göre, “bireyler özgürlüklerinin bir kısmını, ortak iradeyi temsil eden bir yapıya devrederek daha büyük bir toplumsal düzen sağlarlar”. Atatürk de en çok etkilendiği batı felsefesinin öncülerinden Rousseau’nun bireylerin egemenlik felsefeden hareketle, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni (TBMM) milletin ortak iradesinin temsil edildiği yer olarak merkezi Ankara olan yerde kurmuştur.

Atatürk’ün parlamenter demokrasiye verdiği önem, toplumsal sözleşme teorisiyle uyumlu bir şekilde, halkın kendi kaderini belirleme hakkını merkeze alan bütünlüklü bir anlayıştır. Cumhuriyeti kuran iradenin öncüsü Mustafa Kemal’in egemenlik anlayışının dayandığı felsefi temelleri ve bu anlayışın modern bir toplum inşasındaki rolünü yalnızca Türkiye değil diğer mazlum milletlerde model olmuştur.

Parlamenter demokrasi 20 yy.’ın en önemli toplumsal sözleşme ve düzenidir. 

İnsanın insan olarak yer yüzeyindeki son bilinen 10 bin küsur yıllık birlikte toplum olarak yaşmak için geliştirdiği en uygun yönetim modeli bireylerin kendi iradeleri kısmı süre ile temsilcileri üzerinden kural belirleme şeklidir. 2500 yıl önce İtalya-Roma ve Antik Yunan halk meclisleri kulmuş ve belirli sınıflara sağlayan temsiliyet Sanayi Devrimi sonrası reşit olan herkesin temsil edildiği bir konuma dönüştürmüştür. Osmanlı İmparatorluğunu kaçırdığı Sanayi Devrimi ve onun alt ve üst yapı organları Halk iradesi TBMM ve Cumhuriyet ile tamamlanarak milletin iradesinin hâkim kılındığı bir toplumsal sözleşmedir. Nihayetinde her askeri darbeler sonrası değiştirilen anayasalar şekilsel de olsa yine de toplumun oluruna sunulmuştur. En son 1981 yılında yapılan ve o dönemde açıktan olmasa da el altında dönemin askeri yönetimi tarafından herkesin onaylanmasının istendiği anayasa % 91’nın üzerinde evet, 8-9 ret oyu ile kabul edilmiş oldu.

Atatürk’ün 1920 yıların birinci Dünya savaşı ve paylaşım sürecinde topluma sunduğu parlamenter sistem hamlesiyle, Osmanlı’nın tebaa anlayışını yıkarak, yurttaşlık bilincine dayalı çağının ilerisinde muasır medeniyetler seviyesinde modern bir siyasi sistemin temellerini atması büyük bir zekâ ve stratejisidir. Egemenliğin millete ait olması, aynı zamanda bireylerin yönetime katılma hakkını da beraberinde getiriyordu.

Bundan 105 yıl önce 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması, saltanatın ve hilafetin devreden çıkarılarak milli iradenin üstünlüğünün tesis edilmesi anlamına gelen monarşik bir ailenin babadan oğula geçen yönetim şekli yerine toplumun oy kullanarak kendi yönetimlerini belirlediği bir anlayışa geçildi. Okuma yazması çoğunlukla olmayan, mili irade nedir tam bilmeyen, dünyadaki gelişmelerden çok haberdar olmayan toplumun önüne altın tepsiden sunulan bu özgür birey, özgür toplum, Anayasal yaşam, güvence, hukuk devleti, hesap verilebilir ve sorulabilir anlayış çok önemliydi. Halen Asya’nın ve Afrika’nın bazı ülkelerinde halen bireylerin-toplumun iradesi yönetimlere yansıtılmamaktadır.

Son 100 yılda çok ciddi çekişmeler ile geçen ülkemizin siyasi yaşamı içinde 1950’li yılarda serbest seçimlere geçilmiş olması ile günümüze kadar geçen süreç, toplumun iradesine bağlı olarak oluşacak bir parlamenter yapıyı önemsediği ve bu yönde güçlü irade beyan ettiği görülmektedir. Toplumun benimsemiş oluğu ve iradesine sahip çıkmaya çalışması ayrıca bütün siyasi oluşumların geçekleri açısından da önemsenmesi gerekir. Daha iyi bir yönetim anlayışı oluşana kadar halkın bilinç ve bilgi ile çıkarsız ve beklentisiz irade niyeti önemsenmeli.

Parlamenter Sistem ve Toplumsal Sözleşme

Atatürk’ün öngördüğü sistem, yurttaşların temsili demokrasiye dayanıyordu. Halkın seçtiği temsilciler aracılığıyla yönetimin şekillenmesi, toplumsal sözleşmenin pratikteki en uygun yansımasıydı. Bu modelde, bireyler yalnızca kanunlara uymakla kalmaz, aynı zamanda o kanunların yapım sürecine de dolaylı olarak temsilcileri üzerinden katılırlar. Atatürk, bu katılımı sağlamak için çok partili hayata geçiş denemeleri yapmış, basın özgürlüğünü desteklemiş ve eğitimli bir toplumun demokrasinin temeli olduğunu vurgulamıştır. Bunun için önce askere alınan farkındalığı yüksek zeki gençleri eğitmişler, sonra köylere eğitimi götürmek için Köy Enstitüleri kurmuşlar, Üniversitelerin özerkliğinin sağlanması için İstanbul Üniversitesi, sonra Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi, Ankara Yüksek Ziraat enstitüsü ve nihayetinde Ankara Üniversitesi kurularak toplumun demokrasi bilinci yükseltilmeye çalışılıyor.

Parlamenter sistemin en önemli işlevlerinden biri farklı görüşlerin ve kültürlerin uzlaşmasını sağlamaktır. Üzerinde yaşadığımız dünyada 7300 kadar farklı dilin, farklı dinlerin ve inançların ve kültürlerin kendiliğinden geliştiği doğal olarak farklılıklar oluşmuştur. Her kültürü ve farklılığı karşıt olarak görmek veya İspanyolların, İngiliz ve Fransızların yaptığı gibi dillerini, inançlarını ve kültürlerini değiştirmek yerine, farklılıkları zenginlik görüp birlikte yaşamak için mekanizma kurmak gerekiyor. Bugün birçok ülkede insan sosyolojisindeki farklılıkların temeli ve ekolojisi anlaşılmadığı için insanlar birbirlerine ciddi baskılar uyguladıklarını kan ve göz yaşı içinde izliyoruz. En barizi güneyimizde Filistinlilerin yaşadıkları, Suriye ve Irakta yaşanan kültürel, inançsal ve etnikte temeli çatışmalardır. Aslında inşaların birbirleri kendilerine benzetmek için değişime zorlamak yerine bir arada nasıl gelişiriz benimsese belki daha çabuk gelişilecektir.

Bu bağlamda insanlık tarihinde önümüze koyulduğu bütün farklılıkları Atatürk tarafından fark edildiği ve bu bağlamda Meclis’teki muhalefetin varlığını, sağlıklı bir demokrasi için gerekli gördüğünü düşünüyorum. Nitekim 1924 Anayasası’nda, kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsenerek, keyfi yönetimin önüne geçilmek için anayasal ve ekler arasında denge ve denetimi sağlayan mekanizmalar önermiştir. Bu durum, toplumsal sözleşmenin “ortak irade” oluşturma amacıyla çok örtüşmektedir.

Modern Türkiye’nin Kuruluş Felsefesi ve Toplumsal Sözleşme

Atatürk’ün gözünde egemenlik anlayışı, yalnızca siyasi bir sistem değil, aynı zamanda aydınlanmacı bir toplum projesidir. Bu bağlamda eğitime verine önemi onun öğretmene ve bilime verdiği önem ile biliyoruz. Medeni kanunun kabulü, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi gibi temel kırılmalar feodal bir toplum için kolay kabul edilir görüşler değildir. Halen kırsalda kız çocuklarına miras vermeyen kardeşlerin kanla biten miras kavgaların yaşayanınca konun önemi daha iyi anlaşılıyor. Osmanlının hakimiyetinde üç semavi din, çok sayıda farklı mezhep, tarikat ve kültürlerin olduğu gibi kabulü ve TBMM çatısı altında temsili anlamına gelen laiklik ve herkese bütünlüklü bilimsel eğitim sistemine geçiş gibi reformlar modern toplumsal sözleşme projesinin bir parçası gibi geliyor. Bu reformların amacı, bireyi padişaha kul olmaktan çıkarıp özgür ve sorumlu bir yurttaş olarak kendi kaderini kendisi belirleyen birey haline getirmektir.

Toplumsal sözleşme teorisinde olduğu gibi, Atatürk’ün vizyonunda da hukuk, toplumun ortak iradesini yansıtan bir araçtır. Kanunların üstünlüğü, keyfi yönetimi engelleyerek, bireylerin haklarını güvence altına alır. Bu nedenle, hukuk devleti ilkesi, herkesin kanunlar karşısında eşit olduğu ilkesi Atatürk’ün siyasi mirasının temel taşlarından biridir.

23 Nisan’ın Günümüz İçin Önemi Çağdaş Yorumu

Atatürk’ün 23 Nisan’ı çocuklara armağan etmesi, yalnızca sembolik bir jest ve arzu değil, aynı zamanda geleceğin inşasına dair derin bir vizyonun ve misyon aktarımıdır. Onun gözünde çocuklar, saf ve temiz bir dünyanın temsilcileri aynı zamanda yarının büyükleri olarak egemenliğin eğitim yolu ile aktarılmasını istemesidir. Bugünün çocuklarının yarının yurttaşları olacağı düşüncesiyle, eğitim sistemini laik (bütün inanç ve görülerin olduğu gibi kabul görüldüğü ancak sisteme yansıtılamadığı yönetim), bilimsel ve çağdaş değerler üzerine yurttaşlık bilinci ile inşa etti. Geçmişte liyakatin işletildiği dönemde okumanın, çabalamanın, başarının ve zekanın önemi kurumlardaki temsilcilerde görülürdü. İnsanları devlete ve geleceğe olan inancı ancak bilen ile bilmeyenin ayırt edilmesi ile sağlanır.

Atatürk’ün 23 Nisan’ı “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak ilan etmesi, yalnızca tarihsel bir olayın kutlanması değil, aynı zamanda insanlığın evrensel değerlerine yapılan bir vurgudur. Egemenliğin millete ait olması, parlamenter demokrasi, eğitimli ve özgür bireylerden oluşan bir toplum ideali, bugün yaşanan birçok olay nedeniyle geçerliliğini daha çok hissettirmektedir.

Bugün dünyada süren anlamsız savaşlar, eşitsizlikler ve otoriter rejimler karşısında, Atatürk’ün “egemenlik” anlayışı birçok alternatif sunmaktadır: Barış içinde bir arada yaşamanın yolu, halkın kendi kaderini belirleme hakkının kendi özgür iradesi ile seçtiği vekilleri üzerinden temsiliyetinin bugünden çocukların saf bilinçlerine işleyerek yarınla umut bakmalarını sağlamaktır.

Cumhuriyeti biz kurduk siz yaşatacaksınız ifadesi ile Atatürk emanetini çocuklar ve gençlere bırakmıştır. Onun için gençleri kötülemek değil, iradelerini kırmak değil, iradelerini geliştirerek yaratıcıklarını geliştirerek ülkenin gelişimine katkı koyması istenmeli. Bugün irade sergileyen gençler aslında zinde ve sorumluluk duyan gençlerdir. Bunun önemini birazda ülkenin geçeceğine katkı olarak görelim.

Çocuklara verilen değer, Atatürk’ün barışçıl ve insan merkezli bir toplum idealini de yansıtmaktadır. “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözüyle ifade ettiği bu ideal, egemenliğin sadece iç politikada değil, uluslararası ilişkilerde de adil ve eşitlikçi bir temelde kullanılması gerektiğini vurgular. “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” ifadesi ile bu karakter, ancak milletin egemenliğiyle beslenebilir. 23 Nisan, işte bu bilincin bayramıdır. Bu bağlamda, çocuk bayramlarında dünyadaki çocukların sembolik olarak davetlerinin arkasında 23 Nisan’ın evrensel bir barış mesajı taşıması da tesadüf değildir

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.