Çekmece Gölü’nde boğulan demokrasi

Çekmece Gölü’nde boğulan demokrasi
13.04.2019
A+
A-

Demokrasi bizim gibi ülkelerde sandıktan ibaret, hayaline meftun olduğumuz beklenen nazlı güzeldir. Bizim beklenen özlenen güzeller güzeli demokrasi, son İstanbul yerel seçimlerinde Büyükçekmece gölünde boğuldu. Bu boğulma tarihteki kendi yansımasına âşık olup göle girip boğulan Narkissos’a benziyor. Narsisizmin kökeni mitolojik karakter Narkissos’tan gelir.

Efsaneye göre suda yansımasını gören Narkissos, kendine âşık olmuştur. Saatlerce subaşında kalıp, kendi yansımasına hayran kalmıştır. Kendisine bakan bu yansımaya sarılmak isteyen Narkissos, o an suya düşer ve boğularak can verir. Bu mite göre esasen narsistlerin durumu açıklanmaktadır. Çünkü narsistler sudaki yansımalarına hayran olmaktadırlar.

Narsisizm, mitolojik karakter Narkissos’tan geldiği gibi kendini çok sevme ve büyük görmedir. Narsist kişilik bozukluğu, kişinin kendisiyle ilgili ego duygularına fazla sahip olması, sürekli bir başarı kazanma isteği, hayranlık görme, eleştiriye kapalı olma ve empati yoksunluğu özelliklerine sahip olmasıdır.

Bencil ve ben merkeziyetçi kişiler olan narsistler, etraflarında hayran kitlesi oluşturup, kendini üstün görmeyi hedefler. İlgi ve övgüyle beslendikleri için sadece onları destekleyen ve övenleri yanında tutar. Fakat amaca giden yolda yapılacak ne varsa yaparlar ve başkalarını kullanır ve bir kenara atarlar.

Narsistler esasen kendini dev aynasında gören bir cücedir. Yaşadığı ve üstesinden gelemediği bastırdığı aşağılık kompleksinin bir esiridir. Sürekli onla baş etmek için kendini yüceltmek istemektedir.

Bu egosu yüksek kişiler kaybetmeyi hazmedemez aşırı saldırganlaşır eğer sevdiğini kaybederse onu kaybetmektense öldürmeyi dahi düşünürler. Kaybetme korkusu insanı katil dahi yapar. Psikopat sevdası buna örnektir. William Shakespeare’in Otello eserinde sevdiğini öldüren âşık psikoloji Otello Sendromu olarak bilinir. Anadolu da karşılıksız sevgili veya kıskançlık aşk cinayetlerinin en büyük sebebi ya benimsin ya kara toprağın diye özetlenen kaybetme korkusudur.

İktidarı kaybetme korkusu yöneticiyi daha otoriter müdahaleci kuşkucu hatta diktatör yapar. İktidarı kaybetme korkusu, iktidar sahiplerine bizzat devlete bağlı güçleri bile gözetletir. Bu, Foucault’nun ‘gözetleyenlerin gözetlenmesi’ dediǧi olgudur. İktidarın bir parçası olan güç sahibi kişiler, bir sūre sonra kaçınılmaz bir biçimde onun kurbanı olurlar. Gözetleyenler gözetlenirler, hapsedenler hapsedilirler. ‘İhtilal evlatlarını yer’ derler. İktidar da evlatlarını yer.

İktidar bundan önce Anadolu Ajansı manipülasyonu mühürsüz oy pusulasının geçerli sayılması gibi hile ve oyunlarla çalınmış atın hırsız süvari tarafından Üsküdar’ı geçmesi sağlanmıştı. Bu kez muhalefetin örgütlü ve organize olması oyların çalınmasını ve değiştirilmesini imkânsız hale getirmesi ile oyun bozuldu. Satılmamış, satın alınmamış başkan adaylarının haklarını koruması ve mücadele etmesi bu oyunu bozdu.

Demokratik bir nizamın kurulabilmesi için sağlam bir Anayasa’ya, dürüst bir kontrol sistemine, siyasi partilere ve hür basına ihtiyaç vardı. Doğru, fakat bunlar yetmezdi. Çünkü gerçek bir demokrasinin tesisi için elverişli bir sosyal zemin gerekiyordu. Böyle bir zemin olmadığı için bugüne kadarki bütün tercümeler başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Hala feodal ve ataerkil bir toplum yapısının ve aile yapısının yaşandığı ülkelerde fert hürriyeti ve serbest seçimler, kısa süren rüyalar olmaktan öteye geçemezdi. Yüksek burjuvazisi henüz teşekkül etmemiş, sadece işçi, memur ve gazetecilerin değil, sanayici, ithalatçı ve ihracatçı iş adamlarının bile devlet eline baktığı bir ülkede tam manası ile demokrasi mümkün değildi. Yani hem devletçi, hem demokratik olunamaz ve bu ülkede çağdaş medeniyet seviyesinde bir hürriyet nizamı kurmak, hürriyet şairlerini coşturan bir güzel hayal olmaktan öteye geçemezdi.

Köy enstitülerinin babası İsmail Hakkı Tonguç, demokrasi maceramızın akamete uğramasını sosyoekonomik ve sosyokültürel gelişmişlikten geçtiğini vurgular.

‘’Demokrasinin iki çeşidi vardır. Biri zor ve gerçek olanı, öbürü de kolayı, oyun olanı…

Topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı bir eğitimden geçirmeden olmaz birincisi, köklü değişiklikler ister. Bu zor demokrasidir ama gerçek demokrasidir. İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin; toprağı, işi olsun olmasın, demagoji ile serseme çevrilen halk, bir sandığa elindeki kâğıdı atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu, oyundur, kolaydır. Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte. Biz de demokrasinin kolayını seçtik. Çok şeyler göreceğiz daha…” diye eleştirmiş ve uyarmıştı.

Seçimleri, demokrasinin çok önemli gerek şartları arasında gören, ama demokrasiyi sadece sandıktan ibaret görmeyen yurttaşlar endişeliler. Hukuk devletini, düşünce özgürlüğünü, basın hürriyetini, demokratik katılımı, örgütlü toplumu, şeffaf – adil yönetimi, nitelikli – tarafsız bürokrasiyi dışlayarak demokrasiyi yalnızca sandığa indirgeyenlerin, kaybedince, seçim sonucuna da saygı duymadıklarını söylüyorlar. Şekli bir demokrasi sadece sandıktan ibaret katılımın olduğu göstermelik demokrasimiz Büyükçekmece’de polisin yargı kararı olmadan hukuksuz evleri basıp sahte seçmen aradığı seçimi iptal ettirmek için delil aradığında umutlar suya düştü. Eğer Büyükçekmece’de seçim yenilenirse bu demokrasimizin gölde boğulması ile sonuçlanır.

Bizimkisi gönül belediyeciliği diyenler, İstanbul bizim için aşk diyenler kaybedince sevgilisini başkasına kaptıran çılgın âşık gibi; ya benimsin ya toprağın diyor.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.