Meral Akşener’den iktidara sert eleştiri
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, hükümete birtakım eleştiriler yöneltti. “Bu milleti aldattınız, bununla sizi yüzleştireceğim, üzgünüm” diyen Akşener, ardından “Ya bu ülkeyi seçime kadar adam gibi yöneteceksiniz ya da milletimize sizi öyle anlatacağım ki ilk seçimde bu ülkenin yönetiminden gideceksiniz” ifadesini kullandı.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
Akşener’in açıklamaları şöyle:
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Grup toplantımıza hoş geldiniz.
Bizleri mübarek Ramazan ayına kavuşturan Cenab-ı Allah’a şükürler olsun.
On bir ayın sultanı, bu mübarek ayda, Rabbim ibadetlerimizi kabul etsin.
Olanlara nefis terbiyesi, olmayanlara rızık, milletimize ve tüm insanlığa sağlık ve huzur versin.
Aziz Milletim;
Salgının başından beri, iktidarı defalarca uyardık.
Uyarıların yanında, neler yapılması gerektiğini de, gün gün anlattık.
“Bilim insanlarına kulak verin, milletimizin canı daha fazla yanmasın.” dedik.
“Üç hafta tam kapanma için gecikmeyin, bu işin sonu iyi değil.” dedik.
“Aşı tedariğini ciddiye alıp, bir an önce aşıları getirin, başka çıkış yok.” dedik.
“Dar gelirli vatandaşlarımızı, öğretmenlerimizi öncelikli olarak aşılayın.” dedik.
“İnsan üstü bir gayretle çalışan, sağlık ordumuz yoruldu,
yüklerini hafifletin, onlara moral verin.” dedik.
“Esnek mesai uygulamasına acilen dönün,
milyonlarca vatandaşımızı, aynı saatte toplu taşıma araçlarına bindirmeyin.” dedik.
Ekonomik destek paketleri önerdik, kaynaklarını gösterdik.
Ama maalesef bir kulaklarından girdi, diğerinden çıktı.
Biz, işi ciddiye alıp, önlemleri sıkılaştırmalarını beklerken,
onlar gittiler, lebalep kongreler yapıp, virüse davetiye çıkardılar.
Sonuç?
Türkiye dünyada en çok vaka görülen ülke oldu.
Aziz milletim;
Biz bu tabloyu hak etmedik.
Ama, özveriyle çalışan doktorlarımızın, sağlık ordumuzun uyarılarını dinlemeyenler,
aklın ve bilimin yolundan sapanlar, Türkiye’yi maalesef bu korkunç tabloyla baş başa bıraktı.
Salgını ciddiye alıp, üzerine düşeni yapmaya çalışan ülkeler,
birer ikişer normale dönerken, Türkiye’nin, en kötü dönemini yaşıyor olması,
bir büyük basiretsizliğin, bir büyük ciddiyetsizliğin, bir büyük beceriksizliğin sonucudur.
Bu tablo milletimizin değil, iktidarın eseridir.
Bu kürsüden, daha önce de Bilim Kurulu’na seslenip, uyarmıştım;
“Ya çıkın gerçekleri anlatın, ya da sizi susturuyorlarsa istifa edin.” demiştim.
Bilim Kurulu, pazartesi günü yine toplandı.
Bilimin ışığında, neler yapılması gerektiğini, Sağlık Bakanı’na anlattılar.
Peki sonra ne oldu?
Bilim Kurulu’nun çözüm planı, bir tavsiye muamelesi gördü,
kaybedecek tek bir saatimizin bile olmadığı bir zamanda, 24 saat daha heba edildi.
Neden?
Sayın Erdoğan inceleyip karar verecekmiş…
Hangi bilgiyle, hangi birikimle belli değil.
Kardeşim;
Sen doktor musun?
Sen enfeksiyon uzmanı mısın?
Böylesine uzmanlık isteyen bir konuda, kararı niye sen veriyorsun?
Kararı niye bilim insanlarına bırakmıyorsun?
Bu nasıl bir hırs?
Bu nasıl bir nobranlık?
Bu nasıl bir sorumsuzluk?
Böyle ciddiyetsizlik olmaz.
Böyle devlet yönetilmez.
Yazıktır, günahtır.
Aylardır, “Acilen 3 haftalık tam kapanmaya geçin.” diyoruz.
“Esnafımızı, çalışanlarımızı koruyacak önlemleri alın,
ülkemizi, 3 haftalık bir kapanmayla rahatlatın.” diyoruz.
Bilim bunu söylüyor.
İşin uzmanları bunu söylüyor.
Sen hala kafana göre takılıyorsun.
Sayın Erdoğan;
Ülkeler birer birer Türkiye’ye uçuşları durduruyor.
Türkiye’nin en önemli gelir kaynağı olan turizm sezonu yaklaşırken,
milyonlarca çalışanın ekmeğiyle oynadın, mutlu musun?
Vatandaşlarımız hastanelerde yatak bulamıyor, mutlu musun?
Milletimiz aşı beklerken, Libya’ya 150 bin aşı gönderip, caka satmaya utanmıyor musun?
Hiç mi Allah’tan korkmuyorsun?
Yazıklar olsun.
Hadi bizi duymamazlıktan geliyorsunuz, onu anladık.
Ama Türk Tabipler Birliği çıktı, “Üçüncü ve en yüksek zirvedeyiz” dedi.
Onu da mı duymadınız?
İstanbul Tabipler Odası, “Hastaneler doldu. Hastalar sıra bekliyor.” dedi.
Onu da mı duymadınız?
Ankara Tabipler Odası seslendi; “12 saat sedyede bekleyen hastalarımız var.” dedi.
Onu da mı duymadınız?
Adana, “Bir yılın sonunda başa döndük. Tam kapanma şart.” dedi.
Onu da mı duymadınız?
Bursa, “Sözün bittiği yerdeyiz. Durum tespiti işe yaramaz.” dedi.
Onu da mı duymadınız?
Giresun, “Vakalar pik yaptı. Görmüyorlar mı?” diye sordu.
Diyarbakır, “Vakalar 6-7 kat arttı. Bu yükü taşıyamayız.” dedi.
Samsun, “Tükenme noktasındayız.” dedi.
Onları da mı duymadınız?
Urfa, Van, Mersin, Ankara, Hakkari’de doktorlar feryat etti,
“Neler oluyor?” diye, hiç mi merak etmediniz?
Duymadınız, merak etmediniz, umurunuzda bile olmadı.
Çünkü, milletimiz canıyla uğraşırken,
siz başka hesapların, başka planların peşindesiniz.
Şimdi de çıkıp utanmadan,
“Salgının bu noktaya ulaşmasından, 84 milyon hepimiz sorumluyuz.” diyerek,
suçu milletin üzerine atmaya kalkıyorsunuz.
Kurallara uymayanları, önlem almayanları ayrı tutuyorum.
Ama hayır.
Bu tablonun sorumlusu milletimiz değil.
Bu tablonun sorumlusu, salgını yönetemeyen, aşıyı getiremeyen,
milleti yokluğa mahkum eden sizsiniz!
Bu kadar basit.
Suçu milletin üzerine yıkıp kaçamazsın, Sayın Erdoğan!
Öyle zora gelince, kaçıp saklanmak yok.
Arşa çıkan vaka sayılarının sorumluluğunu alacaksın.
Gelmeyen aşıların sorumluluğunu alacaksın.
O lebalep kongrelerin sorumluluğunu alacaksın.
Öyle yağma yok.
Sorumluluğu alacaksın ve Türkiye’yi salgın listesinin ilk sırasına çıkaran,
bu basiretsizliğin, bu umursamazlığın, bu beceriksizliğin hesabını,
ilk seçimde milletimize mutlaka vereceksin.
Dava arkadaşlarım;
Sizlere bu kürsüden defalarca, demokrasiyle ekonomi arasındaki ilişkiyi anlattım.
Yine tekrarlıyorum.
Türkiye demokrasiye kavuşmadan, kalkınamaz.
Türkiye özgürleşmeden, kalkınamaz.
Türkiye adalet olmadan, hukuk olmadan, huzur olmadan kalkınamaz.
Bunu, iktidarından muhalefetine herkes aklına iyice yazsın.
Bugünkü ekonomik sorunlarımızın temelinde,
Sayın Erdoğan’ın demokrasiyi tehdit, millet iradesini de ayak bağı olarak gören, çarpık zihniyeti,
Ve de o zihniyetin ürünü olan, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi yatıyor.
İşte tam da bu nedenle;
Oyları düştükçe, demokrasiye daha çok saldırıyorlar.
Seçimleri kazanma şansları azaldıkça, özgürlükleri daha çok kısıtlıyorlar.
Yolun sonun göründükçe, hukuku daha çok çiğniyorlar.
Türkiye fakirleşmiş, umurlarında değil.
Vatandaşlarımız işini kaybetmiş, umurlarında değil.
Çiftçimiz bitmiş, esnafımız batmış, insanlarımız ölmüş, umurunda değil.
Siz hiç, “işsizlik arttı, bu sorunu çözelim.” diye,
Bakanlar Kurulu’nun olağanüstü toplandığını duydunuz mu?
Duyamazsınız.
Siz hiç, çiftçilerin dertlerini görüşmek için, lebalep toplantı yaptıklarını duydunuz mu?
Duyamazsınız.
Siz hiç, KOBİ’lerin, 860 milyar liraya ulaşan banka borçlarına çare bulmak için,
paket açıkladıklarını duydunuz mu?
Duyamazsınız.
Çünkü Sayın Erdoğan ve iktidarının, milletimizin sorunlarına çözüm üretmek gibi bir önceliği yok.
Onlar için önemli olan, eşi, dostu, yandaşı zengin etmek.
İşte o nedenle, bir yıldır iş yapamayan esnafımıza,
hepi topu, 5 milyar lira reva gören bu arkadaşlar,
sadece Kuzey Marmara Otoyolu için, 17 milyar 800 milyon lira ek maliyet ödüyor.
Yüzbinlerce esnafımıza, parça parça 5 milyar, 5 müteahhide tek kalemde 3 buçuk katı.
Allah aşkına;
Hak bunun neresinde?
Vicdan bunun neresinde?
Adalet bunun neresinde?
Yazıklar olsun.
Aziz milletim, değerli milletvekilleri;
Milletimiz canının derdine düşmüşken;
İşsizlik almış başını gitmiş, iflaslar başlamışken;
Mutfakta tencereler kaynamıyor,
Gençlerimizin umutları, hayalleri yok olmuşken;
Emeklilerimiz ay sonunu getiremiyor,
EYT’lilerin çilesi devam ediyorken;
Türkiye her geçen gün fakirleşiyorken;
Kimse kusura bakmasın, iktidar kendini parçalasa bile,
Biz, 6 ayda bir ısıtılıp önümüze getirilen, aynı abuk sabuk konuları konuşmayacağız.
Yetti arkadaş!
Ayıptır, günahtır.
Bırakın da millet bir nefes alsın.
Bir kere olsun, milletimizin yüzünü nasıl güldürürüz, onu konuşalım.
Sorunlarını nasıl çözeriz, onu konuşalım.
Nasıl öldüğümüzü değil, nasıl ölmeyeceğiz, onu konuşalım!
Ama maalesef konuşamazlar.
Çünkü korkuyorlar.
O saray sefalarını kaybetmekten korkuyorlar.
Altlarındaki arabaları kaybetmekten korkuyorlar.
5 farklı yerden aldıkları maaşlar kesilir diye korkuyorlar.
Öyle korkuyorlar ki;
Artık Ak Partili belediye çalışanları bile,
bize duyduğu derin kıskançlıkla tanıdığımız Almanya’ya iltica ediyor.
Malatya Yeşilyurt Belediyesi’nin Ak Partili başkanı,
42 kişilik bir grubu, Almanya’ya eğitim için yollamış.
İki kişi hariç kalan kırk kişi, gidiş o gidiş…
Sayın Erdoğan’ın kadroları, Sayın Erdoğan’ın yönettiği Türkiye’den, ardına bakmadan kaçıyor.
Zamanında Sovyetler’den kaçan devlet görevlileri gibi…
İşte size, Sayın Erdoğan’ın Türkiye’yi düşürdüğü durum.
Güler misin, ağlar mısın?
Ama korkunun ecele faydası yok…
Milletin gerçeklerinden kaçış yok.
Çünkü artık biz varız.
Onlar, iktidarlarını nasıl sürdüreceklerinin hesabındalar,
biz, milletimizi nasıl düze çıkaracağımızın hesabındayız.
Onlar, eşi, dostu, müteahhidi zengin etme peşindeler,
biz, EYT’linin, polisin, sağlıkçının derdini çözme peşindeyiz.
Onlar, yalanlarla koltuklarını korumanın derdindeler,
biz, zengin, güçlü ve mutlu bir Türkiye derdindeyiz.
Biz inatla, önce millet, önce memleket diyeceğiz.
Biz inatla, milletin dertlerini konuşacağız.
Biz, dün olduğu gibi, bugün de, yarın da, milletimizin sesi olmaya devam edeceğiz.
İşte o nedenle, her hafta olduğu gibi bu hafta da, her türlü sansüre inat,
şimdi sıra Milletin Kürsüsü’nde…
İktidarın yalanlarının mağdurlarından biri,
emekli polis memuru, Erdinç Emecan kardeşimiz aramızda.
Buradan sizin aracılığınızla, tüm polis kardeşlerimize seslenmek istiyorum;
Sayın Erdoğan miting meydanlarında sizlere söz verdi, ama gereğini yapmadı.
Biz hala sözümüzün arkasındayız.
İYİ Parti iktidarında, 3600 ek gösterge hakkınızı teslim edeceğiz.
Hiç merak etmeyin.
Aziz milletim;
Bu iktidar vatandaşının sesini duymuyor.
Aylardır, “patatesler, soğanlar depolarda çürüyor, üretici perişan.” diyoruz.
İktidardan “tık” yok.
Mecburen Millet İttifakı belediyeleri kendi imkanlarınca,
üreticimizin elindeki ürünü satın alıp, vatandaşımıza dağıttı.
Bunu gören Tarım Bakanlığı da, baktı kendi işini Millet İttifakı Belediyeleri yapıyor,
sonunda harekete geçti.
Depolardaki ürünü, simsar hesabıyla alıyorlar ama olsun.
Nihayet iyi bir adım attılar.
Böyle beceriksiz bir tarım bakanı varken, buna da şükür.
Ama sıkıntı sadece patates ve soğanla sınırlı değil.
Elma üreticilerinin de derdi var.
Ürünlerini, soğuk hava depolarından, meyve suyu fabrikalarına götürüyorlar, kayıpları oluyor.
İktidardan beklentileri açık: kilo başına 30 kuruş destek istiyorlar.
Buradan iktidara seslenmek istiyorum;
Türkiye’nin bu kaybı telafi edecek imkanı var.
Millet İttifakı belediyelerini beklemeyin,
Patates ve soğan üreticilerimiz için, geç de olsa attığınız adımı, elma üreticilerimiz için de atın.
Çiftçimizi daha fazla mağdur etmeyin.
Değerli milletvekilleri;
Sayın Erdoğan ve damadının el birliğiyle zora soktukları Türkiye ekonomisi,
pandemiyle birlikte çok daha ağır sorunlarla karşı karşıya.
Milletimiz bu zorlukları, iş yerinden tarlaya, pazardan sofraya kadar,
hayatın her alanında derinden hissediyor.
Merkez Bankası rezervlerini buharlaştıran beceriksizlik,
şimdi nereden nasıl para bulabilirim diye çırpınıyor.
Bu zor şartlarda, ekonomimize nefes aldırabilecek alanlardan biri de,
Türkiye’nin en bereketli sektörlerinin başında gelen turizm sektörü.
Turizm, tek başına dış ticaret açığımızı kapatacak potansiyele sahip.
Çünkü, direkt olarak döviz girdisi sağlıyor.
Çünkü, hizmet ağırlıklı bir sektör ve ithalata bağımlı değil.
Çünkü, istihdam sağlıyor.
Bunun yanında, esnafı da kalkındırıyor,
yeme içme sektörünü de kalkındırıyor,
taksileri de, özel taşımacılığı da kalkındırıyor.
Dolayısıyla, bu açıdan bakıldığında turizm,
Türkiye’nin birinci derecede stratejik öneme sahip sektörlerinden biri.
Bunun anlamı şudur.
Devletin kaynaklarından öncelikli olarak yararlandırılması gerekir.
Yani kamu bankaları ucuz kredi verecekse, turizmi ihmal etmemelidir.
Teşvik verilecekse, turizm ihmal edilmemelidir.
Aşılama yapılacaksa, sezon yaklaşırken, turizm sektöründe çalışanlar önceliklendirilmelidir.
İşte o nedenle, iktidarı haftalardır uyarıyoruz.
“Hazırlıklı olun, önlemlerinizi alın, Türk turizmi bu sezonu kaçırırsa bedeli ağır olur.” diyoruz.
TÜRSAB, uzunca bir süredir alarm veriyor.
Hatta kendi bakanlığı bile iktidarı uyarıyor, “Bu sezonu kaçırırsak felaket olur.” diyor.
Ama muhteremler uyumaya devam ediyor.
Bu hafta turizm haftası.
Lafa geldiğinde, “Turizm istihdam sağlar, turizm barıştır, dostluktur.” diyorlar.
Turizmin ekonomi için ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyorlar.
Ama sektörün içinde bulunduğu sıkıntıları nedense hatırlamıyorlar.
Hatta, yok konaklama vergisi, yok tanıtım ajansı katkı payı diye,
ek vergiler, ödemeler çıkarıyorlar.
Yetmiyor, şimdi de meclis turizm komisyonundan,
“tanıtım ajansı beyannamesi vermeyi unutma” cezası çıkarıyorlar.
Hani olur da, turizmci beyanname vermeyi unutursa 13.500 lira ceza ödeyecek.
Zihniyete bakar mısınız?
Turizmci destek bekliyor, iktidar, turizmcinin olmayan parasına göz dikmiş…
Halbuki, pandemi sebebiyle nakit akışı, sıkıntıya giren turizm sektörünün,
toplam kredi hacmi, yaklaşık 110 Milyar lira.
Bu kredilerin bir yıl ertelenmesinin maliyeti de, 15 milyar lira.
Türkiye için bu kadar önemli bir sektör için,
15 milyar lirayı göğüslemeyeceksen, sen ne işe yarıyorsun kardeşim?
Böyle iş bilmezlik, böyle çapsızlık olur mu?
Dava arkadaşlarım;
Turizm sektörü, işte böyle diken üstündeyken,
iktidar, Turizm Teşvik Kanunu’nda değişiklikler yapmak için, düğmeye bastı.
Biz de umutlandık…
Dedik ki, “Herhalde meseleyi gördüler, çözüm üretecekler.”
Ama ne oldu biliyor musunuz?
Teklifin ilk maddesinde, aynen şöyle denildi;
“Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgeleri oluşturma yetkisi, Cumhurbaşkanı’na verilmektedir.”
Madde 1, gol 1.
Bakanlıklar var.
Sektör temsilcileri var.
İşletmeciler var.
Yerel yönetimler var.
Bu uzun zincire rağmen, kimseye bir şey danışılmayacak,
her şeye Sayın Erdoğan karar verecek…
Bu kadar zor bir zamanda bile kafaları, bütün yetkiyi tek adama aktarmaya çalışıyor.
Allah akıl fikir versin…
Peki ilk madde böyle olunca, devamı nasıl geliyor dersiniz?
Otlaklar, yaylalar, meralar, Sayın Erdoğan’ın uygun göreceği şartlarda turizme açılacak.
Ormanlarımızı kapsayan bölgeler, nasıl sınırlanacak belli değil.
Yerel yönetimlerin yetkisi de kısıtlanıyor.
Kim nereyi nasıl yağmalayacak, artık siz hesap edin…
Her zaman olduğu gibi, bu değişiklikte de istihdam yok, turizmci yok, kalkınma yok.
Her zaman olduğu gibi, yine rant var, peşkeş var, 5 müteahhit var.
Her zaman olduğu gibi, yine Sayın Erdoğan var, millet yok.
Meclis grubumuz bu konuda 13 önerge verdi.
Ne oldu dersiniz?
Hepsi iktidar ortakları tarafından reddedildi.
Miting meydanlarında, “memleketin bir tek çakılını vermeyiz.” diye fırtınalar estirenler,
ormanlarımızın, meralarımızın, sahillerimizin,
rantçılara peşkeş çekilmesine imkan tanıyacak bu çalışmaya, gıkını bile çıkarmıyor,
üstüne bir de destek veriyor.
Buradan iktidara seslenmek istiyorum;
Türkiye, 2020 sezonundan sonra, 2021 sezonunu da kaybederse,
hem sektör, hem firmalar, hem yüzbinlerce çalışan, hem de ülkemiz kaybedecek.
Yapmayın.
Aklınızı başınıza alıp, turizm firmalarına,
dolayısıyla, sezonla birlikte ekmek bekleyen yüzbinlerce çalışanımıza,
tedarik ve ulaşım zincirindeki işletmelerimize, esnafımıza omuz verin.
Aksi taktirde, saydığım bu zincirde, peş peşe iflaslar yaşanacak.
Türkiye bunu kaldıracak durumda değil.
Aziz milletim;
Son 19 yılda, dünya ekonomisi neredeyse 2 kat büyüdü.
Yani insanların hayat standardı, 2 kat yükseldi.
Bu ne demek?
Ülkelerin ekonomisi geliştikçe, refah seviyeleri arttıkça,
daha fazla insan, tatil yapma ve gezme imkanına erişiyor demek.
Ama Türkiye, bu yükselişi, bu zenginliği, maalesef yakalayamadı.
Dünyada turizm büyüdü, Türkiye yerinde sayıyor.
Sadece son 10 yılda, dünyadaki turist sayısı yüzde 48 arttı,
ama 10 yılda, Türkiye’nin bu pazardan aldığı pay değişmedi.
Paramız ucuzlamasına rağmen, aldığımız pay aynı kaldı.
Piyasada bir ürünün fiyatını yarıya indirirseniz,
o ürün daha çok satılır, pazar payı da artar.
Beş bin liraya satılan bir televizyonun fiyatı, 2500 liraya düşerse,
haliyle daha çok satılır değil mi?
Bundan 10 yıl önce, dolar kuru 1 buçuk lirayken,
Türkiye’nin turizmden aldığı pay yüzde 3 buçuk civarındaydı.
Bugün dolar kuru 8.11 lira.
Yani Türkiye’de tatil yapmak, neredeyse 5 kat ucuzlamış.
Hadi enflasyonu da hesaba katalım.
Merkez Bankası’na göre, 10 yıl önceki 100 lira, bugün 280 lira değerinde.
Enflasyona rağmen,
bir yabancı turist açısından, Türkiye’de tatil yapmak, 10 yıl öncesine göre, yarı yarıya ucuzlamış.
Pazar da büyümüş, 1 buçuk katına çıkmış.
Ama Türkiye’nin turizmdeki pazar payı değişmemiş.
Üstelik, turist başına elde edilen gelir de, 780 dolardan 650 dolara düşmüş.
İktidar mensupları, bize istediği kadar kızabilir ama,
biz buna başarısızlık diyoruz.
Avrupa’da yaşayan bir asgari ücretli,
Türkiye’de 5 yıldızlı bir otelde, 15 gün tatil yapabiliyor.
Ekonomi dehası damat ve kayınpederi sağ olsun,
Türkiye’de tatil yapmak, hiç bu kadar ucuz olmadı.
Buna rağmen, Türkiye’nin dünya turizminden aldığı pay değişmiyorsa,
bu düpedüz başarısızlıktır.
Dava arkadaşlarım;
Başarı nedir biliyor musunuz?
Başarı, Türkiye’yi turizmde dünya lideri yapmaktır.
Başarı, turist sayısını 80 milyona, kişi başına elde edilen geliri de, bin doların üzerinde çıkarmaktır.
Bizim için başarı, turizmden en az 80 milyar dolarlık, gelir elde etmektir.
Ama bu hedeflere, bu zihniyetle ulaşamayız.
Başarının birinci adımı, Türkiye’yi özgürlüklerin doyasıya yaşandığı bir ülke yapmaktır.
Libya’nın da çok güzel kıyıları var, ama Libya bir turizm ülkesi olamadı.
İran da, Irak da, Suriye de tarih ve kültür mirasına sahip.
Ama turizm ülkesi değiller.
Peki neden?
Çünkü turizm, özgürlüğün peşinden gider.
Ülkenizde demokrasi yoksa, turizm de olmaz.
Ülkenizde adalet yoksa, turizm de olmaz.
Ülkenizde huzur yoksa, turizm de olmaz.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıp, Türkiye’yi dünya aleme rezil ederseniz, turizm de rezil olur.
Daha, demokrasiyle ekonomi arasındaki bağı çözememiş kafalara,
demokrasi ve turizm arasındaki bağı anlamak ağır gelebilir ama, hakikat budur.
Özgürlüklere saygılı bir ülke olmadan, turizmde liderlik koltuğuna oturamayız.
Yani Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nden kurtulmadan, turizmde liderlik koltuğuna oturamayız.
Aziz milletim,
Biz İYİ Parti olarak, iktidara yanlışını söylediğimiz zaman doğrusunu da söyleriz.
Eleştirdiğimiz zaman, nasıl olması gerektiğini de söyleriz.
Bir sorunu dile getiriyorsak, çözümünü de öneririz.
Bizim siyaset anlayışımız budur.
O nedenle iktidara seslenmek istiyorum;
Kısa çalışma ödeneğini 31 Aralık 2021 tarihine kadar uzatın.
Sicil affı çıkartın ve düşük faizli kredi desteklerinden sektörün genelinin yararlanmasını sağlayın.
Turizm sektörü özelinde mücbir durum ilan edin,
Kurumlar vergisi, gelir vergisi ve SGK borçlarını, 2021 sonuna erteleyin.
Orta ölçekli firmalara, özellikle de bu süreçte çok zorluk yaşayan acentelere,
Desteklerin, adil ve eşit olarak dağıtımını sağlayın.
Genel KDV indirimlerini, 2021 sonuna kadar uzatın.
Sektör açısından çok stratejik bir yerde bulunan charter havayolu şirketlerine,
acil olarak kredi ve hibe destekleri sağlayın.
Havaalanı ücretlerini, havayolu şirketlerinin talepleri doğrultusunda,
pandemi koşullarını göz önüne alarak, tekrar değerlendirin ve makul oranlara indirin.
Turizm sektörüne ait kredileri, 1 yıl faizsiz olarak erteleyin.
Değerli dava arkadaşlarım;
Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü’nün, 2030 öngörülerine göre;
Kitle turizmi azalacak, bireysel seyahatler artacak;
Alternatif turizm türleri daha çok rağbet görecek;
Turizmde seyahat süreleri azalacak;
Seyahatlerdeki harcamalar artacak;
Turistler çevreye, doğaya, kültüre duyarlı yerleri tercih edecek;
Eko turizm, macera turizmi ve kırsal turizmin, sektördeki payı giderek artacak.
Turizmden elde edilen toplam gelir de, 2 trilyon doları bulacak.
Biz burada sıralanan her niteliğe sahibiz.
Dolayısıyla, payımızı artırmamız hiç de zor değil.
Türkiye’nin, turizmde lider ülke olmak için, her türlü kaynağı var.
Turizmde 1. sırada yer alan Fransa’dan, çok daha zengin bir kültür mirasına sahibiz.
Turizmde 2. sırada yer alan İspanya’dan, çok daha iyi bir iklime ve doğal güzelliklere sahibiz.
Hem Hristiyan coğrafyasından, hem de Müslüman coğrafyasından turist çekebilecek,
kültürel bir derinliğe sahibiz.
Sekiz bin kilometreyi aşan kıyılarımız var.
Aynı anda sahilde denize girilip, dağda kayak yapılabilen tek ülkeyiz.
Özel sektörün muazzam çabalarıyla, modern turizm tesislerine sahibiz.
Yani, önümüzde çok büyük bir fırsat var,
ve bu fırsatı değerlendirmek için ihtiyacımız olan her şeye sahibiz.
Yeter ki, “önce millet, önce memleket.” densin.
Yeter ki, doğru bir sistem, vizyon sahibi bir iktidar, işinin ehli kadrolar başa gelsin.
Yeter ki, milletimiz yetkiyi bize versin!
Aziz milletim;
Sandıkta yetkiyi aldığımızda,
ülkemizi çok farklı bir turizm vizyonuyla tanıştıracağız.
Yerinden yönetilen, yenilikçi, şeffaf, sürdürülebilir ve kalite odaklı bir sektörel gelişim için,
çağı yakalayan yeni turizm politikalarını hayata geçireceğiz.
Bizim için, yatırım olmadan turizm olmaz.
Geleceğe yönelik yatırımlar yapacağız.
Ülke genelinde, turizmin gerçek envanterini çıkaracağız.
Salgın sonrasındaki tüketici eğilimlerini de dikkate alarak, yatırım planlaması yapacağız.
Ülke düzeyinde, kapsamlı bir turizm dönüşümü başlatacağız.
Turizm sektörünü, turizmciler ile yerinden yöneteceğiz ve denetleyeceğiz.
Kamu ile turizm sektörü el ele çalışacak, sektör ortak akılla yönetilecek.
Turizmde kaliteyi koruyacağız, geliştireceğiz.
Niceliğe değil, niteliğe odaklanacağız.
Bölgelerdeki turizm planlamalarını, sürdürülebilir bir anlayışla yöneteceğiz.
Hızlı tren ağları ile, turizm bölgelerini birbirine bağlayacağız.
Antalya’ya gelen, Denizli’ye, Konya’ya gidebilecek.
Antep’e gelen, Diyarbakır’a, Urfa’ya, Mardin’e gidebilecek.
Turizmde kişi başı geliri arttıracağız.
Artık kaynaklarını israf eden,
çok turist ağırlayan, ama az kazanan bir ülke olmayacağız.
Turizmdeki haksız vergileri kaldıracağız.
Konaklama vergisini, şehir vergisine dönüştürüp, oranını turizmci ile yeniden belirleyeceğiz.
Şehirden toplanan, o şehre harcanacak.
Turizmin tanıtımını, eskiden olduğu gibi, yeniden devlet yapacak.
Tanıtım Ajansı için alınan parayı, Turizmci Sigorta Fonu’na dönüştüreceğiz.
Turizmciden toplanacak parayı, olağanüstü durumlarda,
zora düşmüş turizmcilere, bu fondan geri ödeyeceğiz.
Bizim için çevremizin, doğal ve kültürel değerlerimizin korunması,
turizm sektörü için vazgeçilmezdir.
Aynı zamanda, sürdürülebilirliğin de temelidir.
Denetim ve çevre sorunlarını mutlaka çözeceğiz.
Turizm sektörünün yıllardır beklediği, yasal altyapı eksikliklerini gidereceğiz.
Ayrıca, yine yıllardır beklenen, başta kıyı kullanımı olmak üzere,
sektör bileşenlerinin koordineli çalışmasını sağlayacak,
turizm örgütlenme ve çatı yasasını çıkaracağız.
Türkiye’nin, farklı turizm alanlarındaki potansiyelini her yönüyle kullanacağız.
Bölgesel kimliklere ağırlık vereceğiz.
Bölgelerin kültürel, arkeolojik, tarihsel değerlerini ön plana çıkartıp,
Türkiye’nin tüm bölgelerinde topyekûn bir turizm hareketi başlatacağız.
Turizm denince artık akla, sadece sahillerimiz deniz, kum, güneş gelmeyecek.
Şehir ve kırsal turizmine de önem vereceğiz.
Turizmi çeşitlendirip, 12 aya yayacağız.
Sağlık turizmi, kongre turizmi, karavan turizmi, eko turizm, dağcılık, spor turizmi, macera turizmi, gastronomi turizmi, geriatri gibi alanları geliştireceğiz.
Sektörün finansman sorunlarına çözüm getireceğiz.
Türk turizmi kredi ile dönüyor.
Fakat, bu kredilerin geri ödenmesine çözüm bulunamazsa,
sermayenin el değiştirme ve ülkemizin turizm kazanımlarını kaybetme riski ile karşı karşıyayız.
Bir devlet politikası olarak, turizm firmalarının kurtarılması önceliğimiz olacak.
Ez cümle, İYİ Parti iktidarında, turizmci kendini yalnız hissetmeyecek.
İyi günde de, kötü günde de, onların yanında olacağız.
Turizmi kalkındıracağız, turizmciyi sevindireceğiz.
Bizim iktidarımızda inşallah, turizmciler haftasını hep birlikte, mutlu bir şekilde kutlayacağız.
Aziz milletim, değerli dava arkadaşlarım;
Bu iktidarın, Türkiye’ye vereceği bir şey kalmadı.
Ama kimse endişe etmesin,
Türkiye çaresiz, Türkiye çözümsüz değil.
Türkiye, 19 yıllık iktidarın sonunda, bayrak asılmış patates-soğan kamyonlarına mahkum değil.
Bu aziz millet,
Sayın Erdoğan’ın umursamazlığına, küçük ortağın öfke nöbetlerine,
Ak Parti iktidarının ona reva gördüğü zorluklara, fakirliğe ve kargaşaya mecbur değil.
Milletimiz, zengin, mutlu ve huzurlu bir Türkiye’yi hak ediyor.
Milletimiz gayretimizi görüyor, samimiyetimizi biliyor.
Gittiğimiz her yerde, derdini döküp, bizden çözüm bekliyor.
Millet Bizi Çağırıyor!
Endişeye mahal yok.
Az kaldı.
Projeleriyle, çözümleriyle, vizyonuyla İYİ’ler geliyor.
Biz varız, kimse merak etmesin.
Bu zor günler geçecek.
Biz geleceğiz, ve Türkiye nefes alacak.
İYİ Parti iktidarında;
Demokrasi işleyecek.
Hukuk işleyecek.
Ekonomi işleyecek.
Çarklar dönecek.
Ve şuna inanın;
Türkiye İYİ Olacak!
Bu kutlu yolda, Allah yar ve yardımcımız olsun.
Mübarek Ramazan Ayı ülkemize, milletimize hayırlara vesile olsun.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.