Sınav acılarından doğan bir yazı

09.06.2021
A+
A-

Yaşıyoruz… Yiyor, içiyor, uyuyor, hareket ediyoruz diğer tüm canlılar gibi. Zihnimiz sürekli çalışıyor, çünkü düşünüyoruz, bir gün bizi bulacak güzel günleri. Bekliyoruz korkuyla ve umutla…

Pekiyi ruhumuzu beslediğimiz anlar, asıl onlar değil mi varlığımızın bir çiçek misali açılmasını sağlayan, besinini doğrudan, iyiden, güzelden alan ve etkilerini doğanın güzelliğinde bulan, sağlam, dengeli, huzurlu bir yaşam değil mi tüm arayışımız? Zor olmamalı diye düşünüyor insan, öyleyse neden bu kadar uzağındayız yaşamın?

Sürekli bir varoluş ve onun getirdiği sorumluluk, onun da gerektirdiği mücadele bitmek tükenmek bilmez biz gözümüzde büyütürüz, oysa tüm canlılara özgüdür bu.

***

Bu hafta sonu çocuklarımız, tanıdığımız, tanımadığımız pek çok öğrenci girdi liseye giriş sınavına. Bu sınava yıllarca önce ben de hazırlanmıştım, stresini getirdi hatrıma. Yaşam üzerine düşünmeye  daldım bir kez daha bu sınavla.

İnsanı kağıt üzerinde yapılan bir sınav ile sınamak tüm yönleriyle ele almaktan ne kadar uzak. Ellerini kollarını bağlayan hoplayamadığı, zıplayamadığı, sıçrayamadığı… genişleyemediği bu evrende kullanılmamış, işe, oluşa dökülememiş mevcut potansiyeli ile kalakalması insanın ne acıdır. Oysa ki çocukların cıvıltısının doğanın cıvıltısı ile birleştiği, bütünleştiği doğal yaşam dururken yanı başımızda, sürekli test çözerek, tost yiyerek, hobi niyetine ekran meşguliyeti ile mekanikleşmiş yüz ifadelerinde kendini bulan suni bir yaşamı neden sürdürmek zorunda kalır insan? Özün ihmal edildiği  kriz durumları, kişinin, ailesinin ve toplumun cinnet geçirmesinin sebebi değildir de nedir?

Her bireyin biricik, tek ve özel olduğu, olayları algılayışı, yorumlayışı, yaşam karşısında duruşu ile bütünün hem parçası hem de ona katkı sunan farklıları olduğu gerçeğini kabul ettiğimizde ve bu gerçeklikle yaşamlar inşaa ettiğimizde sağlamlığını kendi malzemesinden,  temelinden, işçiliğinden alan bu yapının ne içerden, ne dışardan öyle kolay kolay yıkılmayacağı bellidir. Oysa biz malzemeden çalıyoruz yaşamlardan çaldığımızı bilmeksizin. Hatta varolan malzemeyi kullanmıyoruz onun yerine yapay, dışarda üretilen bir malzemeyi, tıpkı vücuda uymayan bir organ gibi birinde, bütünün iyiliğini düşünmeksizin kullanıyoruz. Bireyden karakter sağlamlığı ve toplumdan sağlıklı bir bütünlük bekliyoruz.

***

Uzun süredir kafamı meşgul eden bir konu; insanı tanımaya yönelik nasıl bir çabamız var? Ailede başlayan, okulda ve toplumda devam eden ömür denilen yaşantıyı  sorguluyor muyuz? Yapının temellerine bir göz atalım dilerseniz. Ailede filizlenen ve boy atan çocuğun, eğitimine katkımız; kendini ifade edişi, sesiyle sessizliği ile hareketiyle hareketsizliğiyle farklı olduğunu her haliyle yansıtan duruşu, kavrayışı, anlayışı karşısında; duruşumuz, kavrayışımız, anlayışımız ne kadar onun farklılığına saygı duyan, özüne inen, saflığına inanan ortak değerler üzerinde merkezde buluşmayı sağlayan bir çabanın ürünü? Rehberlik ailede başlar. Okuyan, dinleyen, söyleyen, anlayan, gelişen, gelişmeye imkan veren bir ailede. Bireyin benine hitap etmeyen kendi seniyle hükümranlık kuran, susturan, bastıran, durduran, çerçeveleyen, üstelik bunları onun iyiliği için yaptığını iddia eden pek çok ailenin toplamı değil mi toplum?

Okulda durum nasıl, dilerseniz ona da bir gözatalım!

Yabancıyla tanıştığı, toplumla buluştuğu evinin dışındaki kapalı bu ilk mekan da neler yapar –yapmalı!- çocuk? Önce kurallarını öğrenir, bu kuralların gölgesinde kendisi olmaktan korkar, başkaları ne yapıyorsa izler, gözler onu yapar, uyum sağlar, sağlamaz -nedenini niçinini bilmediğinden, merak edip kafa da yormaz- kabul görmeyeceğinden korkar, evde gördüklerinden midir nedir? Öğretmen de fazla kurcalamaz. Zira öğrenci de, yapacak iş de çoktur, buna mukabil vakit yoktur. Böylece nice yaşam siner kalabalığın içine keşfedilemeden. Kendisinden beklenen yazmasıdır yazar, okumasıdır okur, ailesinin problemleri, kendi problemleri, suyun altında buzdağıdır bilir ağırlığını taşıdığından; ama olsun kendini tutar verilen problemleri çözer. Kimsenin yüzünü kara çıkarmayacaktır. Kendisi dışında herkes için çalışır. Başardığı ölçüde zekidir, kabul görür; başaramadığı ölçüde yetersiz, çaresiz ve değersizdir, dışlanır.

Kendini bulduğu rahatladığı dersler vardır ama onlara da ailesi; önemsiz der, bırak bu boş işleri der, matematik ağırlıklı çalış der. O sınavda çıkmayacak der der der der… Önemsiz dersler, eğlenmek hoşça vakit geçirmek içindir öyle öğretilmiştir. Büyükler en iyisini, en doğrusunu bilir… Önemli dersler sınava hazırlar bu bakımdan ve pek çok bakımdan önemlidir onları ciddiye alman gerekir. Mesleğine ulaştıracak olan onlardır gerisine teferruat gözüyle bakılır. Oysa o teferruat muamelesi gören dersler var ya işte tam da onlar bireyin bedensel, duygusal, sosyal, içsel dünyasını zenginleştirir açığa çıkarır. (Müzik, resim, spor…) Bu dersler ihmal edildiğinde, bireyin kişisel bütünlüğü ıskalanır. Değerler eğitimi diye bir oluşuma girilmiş midir? Evet girilmiştir, ama bu ders yaşamın içinde bizzatihi başkalarından görerek ve kendi yaşantısından öğrenerek gelişir ancak. Temeli ailedir. Buradan aldığıdır zihnini özgür kılan ve yapabileceklerine açan zihnini. Oysa ezber bozmamak lazım…

Sınav bu, boru mu şakaya gelmez!

Çalışmadığın her dakika boşa harcanmıştır… Dizini kırar çalışırsın sabah akşam, yaşamdan keyif almadan. Kim olduğunu da, gelecek de kim olacağını da gireceğin sınavlar belirleyecek gerisi lafı güzaf… Çok önemlidir, zira aklının sınırlarını belirler bu sınavlar, pek çok büyüğün buna inanmıştır. Sonuca bakılır, işte aklın bu kadar yetiyordur, bu kadara eriyordur, bu kadar ediyordur toplamın, toplumda karşılığın. Liseye gidersin puanın yettiği kadar, puansız bir liseye kaldıysa işin, ailenin ihtiyaçları ve toplumun gerçeklerini düşünmek icab eder, aç kalmamak en büyük önceliğin, sonra elalemin çocuğunun seçimleri diğer bir önemli kriterin.

Kendi gerçeğin mi?

Onu düşünme o önemli değil… Liseye kapağı atmışsındır bir şekilde. Ne kendini tanımışsındır, ne de seni tanıyan çıkmıştır bu uzun süreçte.

Geçersin bu etabı da aynı şekilde ne içini yansıttığın, ne içine aldığın  onca bilginin içerisinde. Ve nihayet o büyük sınav gelir kapıya dayanır. Kazandığında (artık nereye tutuyorsa puanın) seni mesleğine taşıyan o büyük sınav yaşamının ötesinde… Şimdiye kadar tüm öğrendiklerin bunun içindir. Bu sınav bir istediğin gibi geçsin, işte o zaman rahatlayacaksın değil mi? Yine kendin dışındaki tüm kriterleri dikkate alarak seçimlerini(!) yapar, son kararını(!) verirsin. Bu sınavı da geçtin diyelim, sınav bitti mi? Tabii ki hayır, sınav daha yeni başlıyor. Bakalım okuduğun mesleği icra edecek şanslı azınlıktan birisi misin? Ölçmek lazım yine  -boyunun ölçüsünü görmen lazım-  sınavın bitiminde. Bu sınav en önemli sınav, ne sandın, eğitim fakültesini bitiren her kişi öğretmen, tıp fakültesini bitiren her kişi doktor olacak diye bir şart mı var? Dur bakalım  menüde bir sınav daha var. Bu etap en belirleyici artık bunun ekmeğini yiyeceksin tutturursan. Böyle böyle etaplara bölünmüş ömründe her etaptan sonra nefes alacağını düşünsen de çıtanın yükseldiğini, boyunu aştığını, tek başına atlamadığını diğerlerinin daha uzun olduğunu   -imkanca, destekle, ilgisiyle, bilgisiyle, zekasıyla …- aslında atlamaktansa yüzmeye daha uygun olduğunu bilsen de mızıkcılık yapmayacaksın, zamana bırakacaksın, zamanla tanırsın, zamanla seversin işini de eşini de bunu aklından çıkarmayasın sakın!

Seni, içine nihayet girebildiğin mesleğe taşıyan, o büyük sınavı da verdin. (Duraklarda çeşitli nedenlerle inenleri dışarda tutalım. -bu arada bu pastanın en büyük dilimi-) İşe başladın bin bir hevesle diyelim. Artık kazanıyorsun, elin para tutuyor ama yataktan sevinçle kalkmıyorsun uzun süredir, işe gitmek için. Biraz elin para gördüğünde nihai amaç diye dayandığının araç olduğunu anladığında yani kendine geldiğinde, zaman içine bakma zamanıdır buyur. Hiç mi hiç geç kalmadın! İşini isteyerek ve severek yapmadığını, potansiyelini ortaya koymanı sağlamadığını vs. vs pek çok önemsiz(!) meselenin ağırlığıyla yüklü bu mevzuyu geçelim. Öyle icab eder. İş buluyor da bunuyorsun, elalem açken seninki de düpedüz şımarıklık, salla başını al maaşını, ülkeyi sen mi kurtaracaksın? gibi pek çok  yaklaşımın rehberliği ile baştan bu yana değer ölçüsü, güç, onun ölçüsü paraya ulaşmana aracılık eden tüm bu kalabalığın bir bildiği vardır elbet. Onlara hep inandın kendine inanmadığın kadar.

Kişinin varlık gösteremediği bir alanda debelenmesi, hatta o alandan öğrendikleriyle yolunun çizilmesi, sürekli devreden bir yaşam,  liseden üniversiteye, üniversiteden mesleğe doğru giden yolda, izlediği mecburi istikamet levhasının sonucu kendine bol gelen ya da üstüne oturmayan bir meslekte cezaevindeki bir mahkumun dışarı çıkışını saydığı gibi yaşamın kerteriz defterine derin çizikler attığı bir türlü aklından çıkmayan emeklilik zamanını sabırsızlıkla bekleme zamanıdır. Her zamanki gibi, içini kapatır dışına kulak verir emeklilik günlerini sayarsın. Hobilerinle yaşayacak, mutlu olacak, huzuru bulacak o güzel günlerin hayaline dalarsın.

Ama hele bir dur evin borcu bitsin, oğlan askerden dönsün, yuvasını bilsin…

Liste uzayıp gider yaşam avucun içinden kayıp gider zihnindeki o yorucu, yıpratıcı liste bitmez. Beklentiler bittiyse, sağlık da müsaade ettiyse içeriye nefes aldıran bir kaç yıl bahşettiyse yaradan, kısmetse  yaşarsın, ne bu acelen!

***

Yıllar sonra kendine döner, yaşamadığın onca zamana söver, kepengi kapatırsın bin bir öfkeyle ya da hüzünlenirsin bir şarkının sözleriyle;

Kayboldum kaybolan yıllar içinde

Gönlümce bir zaman yaşayamadım

Ağladım mı güldüm mü

Yaşadım mı  öldüm mü

Bir kısa gün gibi bir ömür geçti de

ANLAYAMADIM.

Her arzum emelim içimde kaldı

Her çağda gönlümü bin hüzün sardı

*Duygularımıza tercüman olan Metin Eryürek’i saygıyla anıyoruz.

***

Bir şarkının sözlerini bir kişi yazar, oysa hisseden milyonlarca insandır. Acep neden! Yaşamın elinden kayışı, yaşanmamışlıkları ile hesabı kapatmaya içinin elvermediği, yediklerinin içtiklerinin sorumluluğunu başkasına attığın -ki kısmen doğrudur- ama sana pahalıya mal olan, yaşamın içinde olamadığın, seyirci kaldığın en iyi ihtimalle kendi yaşamının  figüranı olduğun, onu da  beğendiremediğin için beğenmediğin, ana fikri anlamakta geciktiğin  bir yaşam…

Sorarım  size; yaşamınızın kaçta kaçı sizin? Hammaddene bakılmış mıdır? Eşya yaparken bakılıyor ya hani; bundan iyi bir masa olur, bundan ise  çanta… diyerek. Nasıl işlendiğinde iyi bir ürün çıkar senden, üstünde kafa yorulmuş mu? Kaynağını yapından alan, var mı bunun üstünde düşünen, gözleyen, inceleyen, tanıyan bir sistem? Ne gerek var ürünün ölçüleri de mevcut elimizde düzen de kurulmuş çok öncesi de. Sonucu paraya, statüye bunların getirdiği güce bakan standartlara kavuşmuşken sistem bozulur mu, yazık olmaz mı pekiyi! Bu çark dönmeli, sistem tkır tıkır işlemeli kimsenin sesi çıkmamalı, çıkıntılık, sivrilik etmemeli, şükretmeli bunu bulamayanlarda var deyip keyfini sefasını sürmeli böyle bir yaşamın, ama öyle değil mi!

Sonuç mu?

Kendine yabancı, topluma yabancı, yapacakları olan amma velakin kursağında  kalan, yaşanmamış bir ömür sizlere, ömür ruhuna el fatiha…

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

  1. Tayfun Karayel dedi ki:

    Yaşadıklarının, yaşattıklarının farkında olmadan bir ömür tüketenlerin sayısı her geçen gün artıyor.