Türk milleti adına toprağı eşelemek

23.06.2021
A+
A-

Okuryazarlığın kıt olduğu memleketlerde, ilkokulu bitirmiş, hele ortaokula başlamış olanların çocuk da olsalar her okuduğunu anlayan ve anlatabilen birer alim olduğu sanılırdı. Onun için sadece asker mektupları değil, mahkeme kararları bile okutulurdu onlara.

O yaşlarımızda elimize tutuşturulan bir mahkeme kararını ilk defa okuduğumuzda hiç duymadığımız, anlamadığımız kelimeler bizi şaşkınlığa uğratmış, açıklayamayacağımız korkusuyla utanca boğmuştu. Ancak son paragrafta açıklanan kararın önüne büyük harflerle yazılmış, arkasına da iki noktanın üst üste konduğu üç kelime, bize hayatımızın ilk heyecanını ve onurunu yaşatmıştı;

TÜRK MİLLETİ ADINA: … diye başlayarak, dayanağını evrensel hukuktan alan kararı bildiren o üç kelime!

İlkokul çağlarında benliğimize işleyen o heyecan ve onur, Kant’ın ahlak anlayışı gibi sonradan edindiğimiz erdemlerle birleşince, kötü yasalara muhalif olsak dahi değiştirene kadar onlara harfiyen uymayı yurttaş sorumluluğu bildik. Bu bilinç ve sorumlulukla, yasaları millet adına karar vererek uygulayan savcılarımıza, hakimlerimize ve kurumsal olarak içinde yer aldıkları yargı erkine de saygının en büyüğünü duyduk.

İnsanlar, birer ikişer veya daha geniş kalabalıklar halinde bir araya gelip sosyalleşti. Ortak kurallara tabi olup hayatlarını sürdürmeye başladı. Kurallar, her toplumun örgütlenme şekline göre uygulandı. Kabilelerde kabile reisi, krallıklarda kral, diktatörlüklerde diktatör adına uygulanır oldu.

Ekonomik çıkarların toplumdaki sosyal ve siyasal dengeleri bozduğu dönemlerde, kanunlar ve kurallar hep güçlü olandan yana uygulandı. Dinlerin ortaya çıkıp yönetici güç odaklarıyla iktidarı paylaşması ise tanrı adına konulan kuralların tanrı ile yönetici ortaklığı adına uygulanması sonucunu doğurdu.

Manga Carta’dan günümüze kadar demokratik bilincin geliştiği ülkelerde ise kanunlar, modern ve bilimsel yöntemlerle toplumun tüm kesimlerince benimsenen sözleşmeler olduğundan, bağımsız yargı tarafından ve millet adına uygulandı. Türkiye Cumhuriyeti de bugüne kadar bu kategoride yer alan bir ülkeydi.

Ama artık değil!

Devlet memuru sıfatı üzerimizdeyken ve Tarım Bakanlığı taşra teşkilatında zurnanın son deliği iken, ülke tarımının aleyhine olabilecek en ufak bir faaliyetinde dahi taşrada ve merkezde devleti yaptığı hatadan vazgeçirmek maksadıyla kıyameti kopartmayı kendimize görev addetmiştik. Bağlı olduğumuz kurum amirlerini ikna edemeyince, yerel ya da ulusal medyada yazdığımız makalelerle konunun önemi hakkında bilgilendirdiğimiz kamuoyunun baskısıyla devleti o yanlış yaptırımlarından alıkoymaya çalışırdık.

Böyle davranmamız için yasalar bize yetki mi vermişti? Elbette hayır; biz devlet memuruyduk ama her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydık!

Türkiye Cumhuriyeti ki bir kişinin veya bir zümrenin mülkü değil, bir ulus devlettir. Dünya tarihinde eşine rastlanmayan bir mücadele ile ve zor koşullarda kurulmuştur. Kuranlar; etnik ve dini kimliği birbirinden farklı, bu toprakları kendine yurt edinmiş, binlerce yıl birbirini sevmiş, bütün farklılıkları kendininki gibi içselleştirmiş, kader birlikteliği yaparak kapsama kümesi benzeri bir ve bütün olmada temsilini bulmuştur. “Türkiye Cumhuriyeti devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” sözü, bu fikrin tezahürüdür.

Gerçi ülkenin tarım bakanı dahi desteksiz bıraktığı çiftçiye, “Çocuklarınız gelip toprağı eşelesinler” deme gafletinde bulunabiliyor. Hâlbuki kırsaldaki gençlerin, maliyetini karşılayamadıkları için tarımsal üretimden el çekip, kentlerin varoşlarında açlığa mahkum kalmalarının müsebbibi beceriksiz bakanın kendisi ve temsilde bir parçası olduğu iktidarıdır.

Demokrasi ve hukuk olsaydı; tarım önemsenmediği ve desteklenmediği için çiftçinin topraklarını terk etmesine veya yabancılara satmasına, dolayısıyla insanımızın ve hayvanımızın aç kalmasına sebep olan iktidarın yaptıklarının ve tarım bakanının perişan ettikleri çiftçiyle alay etmesinin siyasi ya da hukuki bir karşılığı da olacaktı.

Şimdi, bir ziraat teknikeri olarak, bu ülkenin tarımına halel getirecek bir yasanın meclisten çıkmasına veya yasa doğru çıksa da tarım bakanlığının bu yasayla ilgili yanlış yönetmelik düzenlemesine veya yönetmelik uygun hazırlanmış olsa da taşradaki bir il veya ilçe tarım müdürlüğünün bu yönetmeliğin yanlış uygulanmasına seyirci kalsak, yasalar, “Neden seyirci kalıyorsunuz?” demez. Ancak yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı onurunun bize bu lüksü tanımadığına inanıyoruz. Dünyada ne olduğu belirsiz türlerin, belirsiz amaçlarla iki yüz elli bin dolar karşılığında TC vatandaşı yapılmasına rağmen..!

Neticede tarım ve hayvancılık eğitimi almak, çoban olmak gibi bir şeydir. Peki, biz çoban olarak ülke tarımının, tarihinin en büyük ihanetiyle karşı karşıya olduğu bilincini, inancını, sorumluluğunu taşıyor ve bunu söyleme cesaretini gösterebiliyoruz da anayasanın; “Yasaların mutlak surette uygulanması” konusunda kendilerini yüksek maaşlarla, geniş ve ayrıcalıklı yetkilerle donattığı savcılar, hakimler neden kanunsuzluğun memleketi esir almasına seyirci kalıyor?

Ülkemizin gündemini biraz yakından takip eden vicdanlı hemen herkes, bu sorunun cevabını bilir. Zira AKP iktidarı sadece tarımı bitirmedi; yargıyı da tıpkı medya gibi kurduğu antidemokratik düzeninin sopasına dönüştürmüş durumdadır. Dolayısıyla savcıların Cumhuriyet adına, hakimlerin de Türk Milleti adına değil, şahsım devletini de geçtik, oluşturulmuş bir mafya devleti adına düşünmeleri ve karar vermeleri bugün için son derece olağandır.

Evet, bir çoban olarak söylüyoruz; On dokuz yıllık AKP iktidarı bilerek ve isteyerek tarımını bitirdiği Türkiye’yi, tarımda dışa bağımlı hale getirmiştir. Oysa tarım Türk ekonomisinin temelidir, Türk milletinin midesidir. Dolayısıyla midesinden dışa bağımlı olan Türkiye’nin her alanda dışa bağımlı olması, kolay anlaşılması gereken bir neden-sonuç ilişkisidir. İktidar bu yolun taşlarını başından beri döşüyor. Bu yolun Türkiye’yi götüreceği yer ise müstemlekedir, esarettir.

Yine bir çoban olarak söylüyoruz; İnsanı aç, hayvanı aç bir toplumdan millet olmaz. Toprağı satılık bir memleketten de vatan olmaz. Türkiye Filistinleşiyor. Bu gidiş durdurulamazsa, yeniden demokrasiye dönülmezse, emperyalizme karşı tarihin ilk kurtuluş savaşını kazanmış Türkiye’nin, yerli işbirlikçilerin de desteği ile aynı emperyalist ülkelerin sömürgesi, hatta mandası olması kaçınılmazdır.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.