Uysal: ‘Türkçe ezan konusu, tartışma konusu olmaktan çıkmıştır’
Demokrat Parti Genel Başkanı Afyonkarahisar Milletvekili Gültekin Uysal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Genel Başkan Gültekin Uysal, son bir haftada Türkiye gündemini meşgul eden konular hakkında değerlendirmelerde bulundu.
Uysal, yaptığı basın toplantısında şöyle konuştu:
“Türkçe ezan konusu”
“Siyasetimizin çok uzun süredir iki kutupluluğa mahkûm edildiği, Türkiye’nin gerçek gündemi üzerinden değil, hepimizin ortak değerler haline getirdiğimiz değerler üzerinden siyasetin tercih edildiği bir iklimde nefes alıp veriyoruz.
Özellikle muhalefet partilerinin hem geçmiş tecrübelerimizle hem de önümüzdeki yerel seçim sürecinde iktidarın ülkeye dayatmak istediği, ülkeyi bu değerler üzerinden daha da gerginleştirme politikasına hizmet etmemek adına, belirli hususlarda daha sorumlu davranmasını beklediğimizi ifade etmek isterim.
Birkaç gün evvel CHP’li bir milletvekilinin “Türkçe ezan” başlığı altında yaptığı açıklama ile başlamak istiyorum. Türkiye bu meseleyi geride bırakmıştı. Haziran 1950’de büyük bir mutabakatla Türkiye; 14 Mayıs Beyaz Devrim diye niteleyebileceğimiz çok partili siyasi hayata geçtikten sonra CHP ile de elbirliği ederek bu meseleyi çözmüş, bu konuyu tartışma konusu olmaktan çıkartmıştır.
Bugün özellikle bu siyasi iklimin kriminalize edilerek muhalefetin etkisiz hale getirilme sürecinde, Türkiye’nin hallettiği bu meseleleri bir siyasi argüman haline, tarihi bir cephane haline dönüştürtmemek adına ifade ediyorum ki; tüm siyasi aktörler, partiler, liderler bu meseleler üzerinde daha dikkatli bir şekilde davranmalıdır.
“FETÖ’nün siyasi ayağı tartışmaları”
İkinci mesele, FETÖ’nün siyasi ayağının araştırılma önergesi vesilesiyle TBMM Genel Kurulunda yapılan bir tartışmadır. Özellikle 15 Temmuz Darbe Teşebbüsünden itibaren siyasi hayatımızda bunlar tartışıldı. “İktidara muhalefet edeceğiz” diyerek farklı anlaşılmalara, iktidarın da bunu vesile ederek “kendi siyasetine hizmet etmek” adına yine olayı kriminzalize etmesine, muhalefetin argümanlarını etkisiz hale getirmesine fırsat verilmemesi adına bütün bu meselelerde özen gösterilmesi gerektiği kanaatindeyim.
Bu vesileyle 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü ile ilgili daha önceden de pek çok kere ifade ettiğim fikirlerimi bir kez daha paylaşmak isterim:
Bu girişim ülkemizi derinden etkilemiştir. Yüce milletimiz, devletin üniformaları ve silahlarıyla beraber milletine kurşun sıkanlara milli iradenin mabedi olan TBMM’yi, Özel Harekât Daire Başkanlığını bombalayanlara, sokaklarda insanlarına silah sıkanlara, gözü dönmüş, robotlaşmış, insaniyet vasfından çıkmış bir harekete karşı namlulara, tanklara karşı geçmişte olduğu gibi göğsünü siper etmiştir. Bu hainler Türkiye’nin dinamiklerine saldırmış ve milletimizden gerekli cevabı almıştır.
FETÖ terör örgütünün herkes tarafından bilinen sır mahiyetindeki devleti ele geçirme girişimi 15 Temmuz Darbe Girişimi ve sonrası görüyoruz ki zihinlerimizde yeniden bir idrak tazelemeye ihtiyacımız var.
Yaşanan bu şer teşebbüsü bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Milleti ve Demokrasisi için bir Rönesans fırsatı olarak değerlendirdiğimizi geçmişte de ifade etmiştim. Bizler de bu süreçte ayrılıkları bir kenara bırakarak kendi birliğimizi, beraberliğimizi tahkim edecek, devlet, millet ve bekaa sorunu olarak gördüğümüz bu noktada hükümetimizin ve Sayın Cumhurbaşkanımızın bu birliği temsil etme noktasında yanında olduğumuzu da ifade etmiştik.
İnancımız ve vaz geçmediğimiz davamızın gereği olarak söylemeliyim ki darbelerin; insanlığın, adaletin idamı demek olduğunu açık yüreklilikle herkesin haykırması gerekir.
Özellikle 15 Temmuz sonrasında iktidar ve muhalefet arasında oluşan tabii uzlaşma ortamının, ikliminin dağıtılmamasını geçmişte de tercih ettiğimizi ifade etmiştik. 15 Temmuz Darbe Teşebbüs ile adli, siyasi zeminde mücadelenin bir milli mutabakat siyaseti olarak sürdürülmesi gerekmekteydi. FETÖ ile mücadelemiz hem yurt içi hem yurt dışında milli mutabakat zemininde götürülmemesinin Türkiye’ye karşı özellikle kimi ülkelerin tarihsel önyargı, kötü niyet ve FETÖ’nün yurt dışındaki propagandaları neticesinde yeteri kadar uluslararası alanda anlatılamamasının bugün zaafiyeti içerisindeyiz.
FETÖ’nün mücadele azmini yok etmeden bu mücadele kazanılmış sayılamaz. Diğer terör örgütleri tarafından cezaevlerinin bir eğitim merkezine dönüştürmeye müsaade edilmediği gibi bugün de Türk Milleti’nin evlatlarının zihinlerinin cezaevlerinde kontrol edilip zehirlenmeye devam edilmesine müsaade edilmemelidir.
“Muhalefeti daha sorumlu davranmaya davet ediyorum”
Kürsü masumiyetini esas alarak bir milletvekilinin yaptığı değerlendirmelerin kendi sorumluluğu olduğunu ifade etmekle beraber, meselenin bu çerçeveden bakarak değerlendirilmesini, iktidara da önümüzdeki seçim süreci içerisinde bu meseleyi siyasi alanı yeniden kriminalize etmesine fırsat verecek bir imkanı açmamak adına muhalefeti, daha sorumlu davranmasını beklemekteyiz.
Son yıllarda Türkiye’nin keyfi bir yönetime kademe kademe geçme teşebbüsünün sonuçlarını enflasyonun patlaması, işsizliğin patlaması olarak ekonomimizde ve sosyal hayatımızda görüyoruz.
“Sayıştay raporları konusu”
Yalnız Sayıştay raporları konusunda değil birçok başka konuda da “şeffaf” olmak işine gelmeyen iktidar kaçıncı yüzyıl anlayışı ile hükümet ettiğini sorgulatmaktadır.
Demokrasi “halkın, halk tarafından, halk için yönetimi” olarak tarif edilir. Bu tanım demokrasinin üç temel özelliğini göstermektedir. Bunlar; temsil, katılım ve denetimdir. Halkın, temsilcilerini seçme özgürlüğünün bulunduğu, yönetime aktif olarak katılabildiği ve temsilcilerinin karar ve eylemlerini denetleyebildiği bir siyasal düzen ancak demokrasi olarak adlandırılabilir. Ancak Ak Parti iktidarı önce sözde karşı çıktığı ve temsilde adaleti engelleyen 12 Eylül yasalarını kendi lehine çevirmiş, katılımı da stratejik oy kullanır hale getirdiği seçmenle etkilemiş, akabinde denetimi yavaş yavaş sindirip bu yeni hükümet sistemi ile fiilen meclisin elinden alarak yok etmiştir.
“Bu iktidar için şeffaflık, risktir”
Medyadaki tekelleşme ile demokrasinin bir diğer temel aracı olan basın hürriyetini ortadan kaldırmaya gayret eden iktidar, hitap ettiği ve inandırdığı kitle azaldıkça akçeli işlerini saklayacak başka yöntemler aramaya başlamış, yargı sistemini baskı altına almış nihayetinde de garip şekilde bütçe hakkı ile özdeş TBMM’yi üyelerinin kendi rızası ile bütçeyi de denetimden yoksun bırakmıştır.
Şimdi ise şeffaflık konusunda elimizde tek alan argüman yok edilmek istenmektedir.
Denetim raporlarını hazırlayan birimin başındaki Başkan Yardımcısının görevden alınması ya da caydırılması, kendi iradesiyle görev değişikliği istemi, denetimden sorumlu bürokrasiye bir mesajdır; dokunan yanmaktadır!
Bizlerin anladığı şekli ile şeffaflık yalnız hesap verilebilirliği değil kaynakların adil ve düzgün kullanımını da içermektedir.
AK Parti iktidarının idaresinde neredeyse her kurumda ortaya çıkan bu yolsuz ve usulsüz eylemler, hesap verilmesi açısından değil, vatandaşın rızkından artan vergilerin etkin kullanılması açısından da çok önemlidir.
Bizler yolsuzluk yapanların hesap vermesi gerektiği, yalnız siyasal bir bakış açısı ile değil, hakkaniyetle, vatandaşın vergilerinin ne kadar etkin kullanıldığını sorgulayarak da söylemekteyiz.
Bu yalnız siyasal değil, aynı zamanda vicdani bir yaklaşımdır.
“Sayıştay raporlarının gösterdiği üzere yalnız iktidar kalkınmıştır”
Sayıştay raporları da malumunuz gündemimizde. 3Y ile mücadele diyerek iktidara gelen Ak Parti, denetim raporlarını kaile almadı. Başka siyasi partilerin belediyelerini usulsüzlük konusunda didik didik eden Ak Parti hükümeti, özel ve genel bütçeli kurumlarda yapılan usulsüzlüklere kayıtsız kalmıştır.
3Y ile, yasaklar, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele edeceği taahhüdü ile iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, ülkede yolsuzluğun tavan yapmasına, vatandaşın her geçen gün yoksullaşmasına sebep olmuş, doğrunun gerçeğin açıklanmasına ve şeffaflığa yasak koymuştur.
Adalet ve Kalkınma Partisi, kendi için adalet bekleyen, kendi zümresinin kalkınmasını öncelleyen, yaptıkları ile sözlerini geçersiz kılan bir siyasi yapı haline dönüşmüştür. Sayıştay raporlarının gösterdiği üzere yalnızca iktidar kalkınmıştır.
Cumhuriyetin savcıları raporlarda ortaya çıkan “kamu zararı” için, önce değerleri ile oynanarak yok edilmeye çalışılan uzun zamandır da hazinesi, kıymetleri iç edilen Türkiye Cumhuriyeti için hiçbir işlem yapmamış, iş vatandaşa kalmıştır.
Buradan sormak istiyoruz;
Denetim raporlarında açıkça yolsuzluğu tespit edilen kurum ve kuruluşlarda hiçbir adli ya da idari soruşturma açılmış mıdır? Açılmadı ise ne beklenmektedir?
Her dönem yaptığı usulsüzlüğü “sehven” diyerek öteleyen, ertesi yıl aynı yöntemle yine beytül mala halel getirenler neden hiçbir soruşturmaya, kovuşturmaya konu olmamıştır?
Birbirini takip eden yıllarda yapılan hataların düzeltilmemesi ve denetimde aynı sonuçların tekrar etmesi hususu neden araştırılmamaktadır?
Resen soruşturma açmak için “kamu zararı” tespitini şart gören Sayıştay, 2016 yılında kamu zararına yol açıldığı tespit edilen Yükseköğretim Kurulu hakkında bir işlem başlatmış mıdır?
Şubat 2017’de yürürlüğe giren Türkiye Varlık Fonu’nun denetimi 6741 sayılı Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile Varlık Fonu’na devredilen kamu iştirakleri Sayıştay denetiminden çıkarılmıştı. Varlık Fonu’na devredilen kamu şirketleri arasında Ziraat Bankası, BOTAŞ, PTT, TÜRKSAT, Türkiye Petrolleri, ETİ Maden, Türk Telekom, Halk Bankası, THY ve Çaykur bulunuyor. Bu kurumları ve bütçelerini düşününce acaba denetim bu kurumlarda da yapılmış olsaydı daha neler çıkardı sorusu akıllara geliyor. Cevap burada da “sehven” yapıldığı, özen gösterileceği, düzenleneceğidir.”