Bir dolap dönüyor, çarkı belirsiz!
Türkiye’de bir anda gündemin ekseni kaydı.
Siyasal İslam’ın en başat propaganda aracı olan türban, 2008’de hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde kamuoyunun ortak onayıyla sorun olmaktan çıkmışken, ülkeyi üzerinde kötü emelleri olan herkese peşkeş çeken, milleti zebun eden yirmi yıllık AKP iktidarının ebediyen kalmasının ya da gitmesinin oylanacağı seçimin sathı mailinde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, bir zaman memleketin enerjisini tüketmiş olan türbanı durduk yerde yeniden gündeme oturttu. Ülkenin gidişatından kaygı duyan herkes, haklı olarak buna şaşırdı.
Cumhuriyetin kazanımları; aydınlanma devrimleriyle halkımızın hayatına girmiş bulunan insanlık müktesebatının insanı özgürleştirerek yaşatan tarafıdır. Türban; emperyalizmin, satın aldığı tarikat ve iktidarlar eliyle Türkiye’yi şiddete dayanmaksızın işgal etme yönteminin son kırk yıldaki en popüler aracıdır. Bunları değil bir tutmak, birbiriyle yarıştırmak bile Türkiye Cumhuriyetine ve halkına ihanettir.
CHP, Atatürk’ün kurduğu parti olabilir. Ama unutmayalım ki Atatürk, çağdaş demokrasinin gereği CHP’yi Türkiye Cumhuriyetini demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti yapmak için kurmuştu. Ancak Atatürk’ün ölümünden bu yana CHP’nin üzerine düşeni yaptığını söyleyemiyoruz. Zira o tarihten beri Cumhuriyetin kazanımlarını korumada ve savunmada her gün bir önceki günden daha çok acze düştüğünü ve her seferinde halkı da buna kanıksattırarak olmayacak tavizler verdiğini görüyoruz.
Türkiye’nin kara para, uyuşturucu ve mafya cennetine dönüştüğü, milyonlarca selefi cihatçı kopuğun cirit attığı, ne idüğü belirsiz yabancıların nüfus müdürlüklerince gizlice ve açıklanmayan sebeplerle ikametlere kaydedildiği, vatandaşlığın beş paralık edildiği, yurttaşlarının ezici çoğunluğunun aç ve barınaksız bırakıldığı, can ve mal güvenliğinin kalmadığı bir süreçte, uzun süre ülkenin başını ağrıtan ancak sonunda hallolmuş, unutulmuş gereksiz bir konuyu ortaya atmanın sırası mıydı şimdi?
Peki, kimleri memnun etti bu çıkış? Kurulduğundan beri, dini, siyasetinin geçim kaynağı yapan partilerin. Dışişlerinden sorumluyken yeni İslamcılık, yeni Osmanlıcılık stratejisi diye Türkiye’yi Ortadoğu trajedisine sürükleyenlerin. Ekonomiden sorumluyken üretime yönelik adımlar atacağına ülkenin tüm varlıklarını satıp, para dilenmek için gittiği Amerika ile at pazarlığı yapanların. İngiliz monarşisinin kıymetlisi olup cumhurbaşkanı sıfatıyla ülkeyi felakete sürükleyen iktidara noterlik yapanların. Devletin en mahrem mekanı olan kozmik odayı FETÖ anahtarıyla Amerika’ya açanların. En çok da küresel güçlerin iktidara getirip ayağına gönderilen her pası gole çevirmek için santrfora koyduklarının…
Türkiye’de bağımsızlık karşıtı işbirlikçi Demokrat Partinin başlattığı bir gelenek var; ilgili merkezlerden iktidara geleceğinin tüyosunu alan her lider, seçimden bir süre önce Amerika gezisine çıkar. Laik ve devrimci olduğu iddiasındaki Sn. Kılıçdaroğlu da bu geleneğe uydu. Her ne kadar “icazet almaya gitmiyorum” dese de türban yasası çıkışıyla onun da nereden koştuğunu anlamak sahiden gün geçtikçe zorlaşıyor. Korkarız ki CHP’nin, hep karşıdevrimin işine yarayan bu teslimiyetçi çıkışlarının altındaki nedenin ne olduğu anlaşılana kadar, Türkiye molla İran’ının ve Taliban Afganistan’ının da gerisine düşer!
Anlaşılan altılı masa dedikleri “Desinler İttifakının”, iktidar olsa da güçlü bir demokrasi inşa etmek, halkı iktidarın ürettiği zulümden, Türkiye’yi her konuda dışa bağımlı olmaktan kurtarmak gibi bir hedefi de niyeti de yok. Olsaydı, türbanla başa dönmez ve başından beri de iktidarla ülkenin gerçeklerinden kopuk kayıkçı kavgasına benzer bir tartışmanın içinde olmazdı.
Türban çıkışının altılı masada da memnuniyetle karşılanmasından sonra soluğun Amerika’da alınması iktidar olmalarını garantilemiş olabilir mi bilmiyoruz. Endişemiz, bu ittifakın iki büyük ortağından birinin türbana bürünmesinin, diğerinin de Ömer’in yoluna koyulmasının, bizi, özlemini çektiğimiz kalkınmış, aydınlanmış bir Türkiye’ye taşıyamayacağıdır.