Türkiye’de Siyasetçi Olmak
Sıkça yapılan seçimler Türkiye’yi akordu bozulmuş bir enstrümana çevirdi. Gayrı düzen de tutmuyor artık. Düzen nedir bilmeyenler, canları her istediğinde kafasına göre ülkeye ayar vermeye kalkışıyor.
Genel ve iki turlu cumhurbaşkanlığı seçiminin dumanı üstündeyken Mart 2024’te yerel seçimler yapılacak. Nerdeyse bayramdan çok seçim günü var ülkemizde. Yat kalk seçim! Lakin her yeni gün bir önceki günü aratmakta! Millet bir iyiliğini görse bari bu seçimlerin!
İyiliğini görenler, sadece siyaset yapanlardır; seçimlerle işbaşına gelip başında bulundukları kurumları babalarını geçtim, sülalelerinin çiftliği yapıyorlar. Zeki fakat yeterince erdemli olmadıklarından, ihtirasları zamanla başında bulundukları kurumları aşıyor, memleketi kendi mülkü, halkı da kulları zannediyorlar.
Türkiye’de siyaset yapmak böyle bir şey. Basit bir simit hesabıyla halk avcılığı yapan herkes yönetici olabiliyor. Karmaşık iktisat hesaplarının mucidi koca koca ekonomi profesörleri de onların ülke ekonomisini buhrana sürüklemelerinde nakliye memurluğu yapıyor. Cumhuriyetin demokratik kazanımlarına rağmen eskiye dönüş var sanki. Siyasetçiler eskinin imparatorları, kralları, tüccarları gibi tanrı da oluyor peygamber de. Bu doymak bilmez kibir ve ihtirasla uzun süre işgal ettikleri mevkileri, makamları sopası zannediyor ve bu sopayı da bir daha kimseye kaptırmak istemiyorlar.
Türkiye’de siyasetçiler halkını ve vatanını sevdikleri, ülkesini veya beldesini kalkındırmak ve güzelleştirmek, yurttaşlarını huzura ve refaha kavuşturmak, başka ülkelerin siyasetçileriyle eşgüdüm içerisinde dünyayı doğal afetlere ve insandan kaynaklı felaketlere, tehditlere karşı koruma tedbirlerini almak için siyaset yapmıyor. Yaptıklarının hiçbir haklı tarafı yok, söylediklerinin de hiçbiri güven vermiyor artık. Topluma karşı samimi değiller. Bazı sandık oyunlarıyla meşruiyetlerini bile sorgulatır hale gelebiliyorlar.
Türkiye’de siyaset yapanlardan kim sağcı kim solcu belli değil. Kim mümin kim müfsit belli değil. Kimin ne zaman nasıl bir dönüşüm geçireceği belli değil. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Kimin hangi çetenin, hangi suç örgütünün arkasından çıkacağı belli değil. Kimin çobanaldatanlar misali halkı peşinden sürükleyip kurda kuşa yedireceği belli değil. Kimin “Yeşil Kuşak” veya “BOP” gibi projelerin aparatı olarak ülkeye ne zaman nasıl ihanet edeceği de belli değil.
Türkiye’de, “Siyaset nedir?” diye sorulduğunda alınan cevaplardan biri “Yalan söyleme sanatıdır” diğeri “Pis menfaatleri dağıtma sanatıdır” oluyor maalesef.
Türkiye’de siyaset yapanların, siyaset yaptıkları süre içinde aldıkları toplam ücretin yüz, bin, milyon hatta milyarlarca katı bir varlığa nasıl sahip olabildiklerini hiç sorguladık mı? Milletimizi kurtaranlar, devletimizi kuranlar da siyaset yaptı; onların sarayları, hanları, hamamları oldu mu? Onlar, bugünün siyasetçileri “Yağma Hasan’ın Böreğine” çevirsinler diye mi kurdular ülkemizi?
Dünyanın bütün pisliğini taşıyan dereler Türkiye’deki siyasetin içinden akıyor. Türkiye, siyasetçiler tarafından her çeşit ve düzeydeki sancılı ve yıkıcı deneyimlerin arenasına dönüştürüldü. Dereyi de arenayı da biz oy kullananlar hep birlikte seyrediyoruz.
Türkiye’deki hayata yön veren bazı siyasetçiler, meclisteki parti grubu ve mitingler başta olmak üzere hemen her yerdeki konuşmasını okuduğu prompterdan yapıyor. Aynı şey belediye başkanlarına da sirayet etmiş görünüyor. Bu da meramını anlatacak kadar zengin bir kelime hazinesine ve kültür birikimine sahip olmadıklarını göstermektedir.
Sokrates “Erdemsiz ve bilgisiz kişilerin eline iktidar verilmemelidir” diyor. Buna belediyeleri de dahil edebiliriz. Ancak her ikisi de oy kullanma yeteneğiyle olasıdır. Oysa Türkiye’de oy kullananların ezici çoğunluğu, kime oy verecekleri konusunda mantıklı bir karar verme yetisine sahip değiller. Olsalardı, bugün ülkemiz bize ‘vah vah’ dedirten bir durumda olmazdı zaten.
12 Eylül darbe anayasası sözde on dokuz kez değiştirildi fakat seçim kanununa hiç dokunulmadı. Seçim kanunu, milletin sırtından ülkeyi kendi sağımlık ineği yapanların ömür boyu siyasette, dolayısıyla memleketin yönetiminde kalmalarına olanak veriyor. Bu siyasi anlayışın ve yönetim şeklinin monarşilerden bir farkı yoktur.
Öyleyse Türkiye bir an önce demokratik parlamenter düzene geçmeli ve en başta seçim yasasını değiştirmelidir. Siyaset, bir meslek olmaktan çıkarılmalıdır. Siyaset yapacak kişiler, Sokrates’in dediği gibi bilgili ve erdemli olanların arasından seçilmelidir. Mutlak surette meslek sahibi olmalıdırlar ki dönem sonunda siyasette kalmak gibi dümenler çevirmeye yeltenmesinler. Muhtar, meclis üyesi, belediye başkanı, milletvekili ve başbakan; siyasetçilerin tamamı en fazla iki dönemle sınırlı tutulmalıdır. Liselerdeki eğitim programına da, oy kullanmanın önemini analiz etme yeteneğini kazandıran bir ders konulmalıdır.
Yoksa Allah korusun, bu seçim yasasının uygulandığı cumhurbaşkanlığı hükümet düzeninde beş sene sonra Türkiye Cumhuriyetinden geriye bir şey kalmaz. Daha şimdiden ve ülke işgal altındayken, memleket elden giderken Türkiye’de siyaset yapanların, bu gerçeği görmezden gelip seçim ve sandık oyunlarıyla salt belediyelerde ve iktidarda yönetici olmakta diretmeleri, meleklerin dişi mi erkek mi olduğunu tartışmanın ötesinde ülkeye ihanettir.
O halde hep birlikte unutmayalım; milletimizin esenliğe kavuşup kavuşmaması, demokratik ve laik Cumhuriyetimizin payidar olup olmaması, siyaset yapanlarla onlara oy verenlerin ortak sorumluluğundaki en hayati meseledir.
- Önder Gümüş/5 Aralık 2023