Karacabey salçalık domatesi, adli yıl açılışına katılmayacak!
Karacabey domatesi, 2 Eylül’de Ankara’daki Erdoğan Sarayı’nda yapılacak adli yıl açılışına katılmama kararı aldı. Söz konusu açılışa dair herhangi bir hayır duasında da bulunmayacaktır.
Nedeni; yargının, bağımsızlığını yitirmiş olmasının yanında tarımın, ormanın, çiftçinin ve köylünün düşmanı olan iktidarın elinde, herkese sallandırılan bir sopaya dönüşmüş olmasıdır. İktidarın emrindeki yargı artık çiftçinin, köylünün hakkını hukukunu korumakta acizdir, isteksizdir.
Bir diğer önemli neden ise kendini aylak gören veya görmeyen hemen herkesin, gündemi hiç meşgul etmemesi gereken ve çok sıradan olan adli yıl açılışı gibi rutin bir programın, ülkenin can çekişen tarımından ve perişan haldeki çiftçisinden daha öncelikli konuma getirilmesine olan yoğunlaşmasından duyulan utançtır.
85 bini Karabey ovası, 15 bini de Mustafakemalpaşa ovasında olmak üzere toplam 100 bin dekar alanda salçalık domates tarımı yapılmaktadır. Beklenen rekolte yaklaşık 1 milyon ton civarındadır. Konya ovası nasıl ki Türkiye’nin buğday ambarı ise Karacabey ovası da Türkiye’nin domates deposudur ve Türkiye’de üretilen salçanın % 45’ini tek başına karşılamaktadır.
Karacabey ile Mustafakemalpaşa çiftçisi, bu üretim sürecinde verdiği mücadele ile hastalıklar ve doğa olayları başta olmak üzere tüm engellerle başa çıkmış olsa da hasat sonrası ürününe verilen fiyat boynunu büktü. Geçen yıl salça fabrikalarının domatesin kilosuna verdiği fiyat 80 kuruş civarındaydı. Bir yıl içerisinde mazot, gübre, ilaç, tohum, işçilik vs girdilere en az % 75 zam geldi. Diyeceksiniz ki, öyleyse bu yılki domates fiyatları da % 75 artarak kilo başına 140 kuruş olmuştur her halde! Maalesef, ne yazık ki tam tersi oldu; fabrikalar kilo başına geçen seneki fiyatın yarısı bile olmayan 30 kuruş veriyor. “Hesabına geliyorsa getir alayım, gelmiyorsa güle güle, keyfin bilir” diyor.
Çiftçi her açıdan güçsüz bırakıldığı için her aşamadaki bütün pazarlıklarda hak kaybına uğramaktadır. Tepkisizliğine bakılırsa kamuoyunun ya tamamen duyarsız olduğu ya da hiçbir şekilde bu vahametin farkında olmadığı görülmektedir. İktidarın ise nedenini çarpıtsa bile, uygulamalarından, bu hak kaybını bilerek ve isteyerek yaptığı anlaşılmaktadır. Çiftçiye, köylüye, ülkenin tarımına garazı her neyse! Yargı ile alakasına gelince; yargı, yargı olsaydı, bağımsız olurdu. Bağımsız yargı olsaydı, hukukun içinde kalır ve ülkede demokrasi olurdu. Ülkede demokrasi olsaydı, Karacabey ve Mustafakemalpaşa çiftçisinin domates üretiminden gelen hakkı, hukuku korunurdu.
Karacabey çiftçisi mağdur edilince, sahipsiz bırakılınca ne olur? Sadece onun için değil, ülkenin tarımı ile neticede tüketici olan tüm Türk halkı için de her şey kötü olur. Aralarındaki mukaveleyi tek taraflı ihlal eden salça fabrikaları istedikleri fiyattan domatesi çiftçiden alır ve işler, mamul ettiği salçayı da istediği fiyattan piyasaya sürer. Bu riske bir daha girmek istemeyen çiftçi, seneye domates yetiştirmekten imtina eder. Domates arzı olmayınca da iktidar salça ithalatına gider; Türk çiftçisi kaybeder, tüketici olan Türk halkı kaybeder, dolayısıyla tümüyle Türkiye kaybetmiş olur. Peki kazanan kim olur? Tabi ki iktidarın salça ithalatını birlikte organize edeceği birkaç yandaş müteahhit ile salçanın ithal edildiği ülkelerin çiftçisi!
Karacabey ovasının kıssadan bir hikayesine bakalım mı? İstanbul’daki Osmanlı saraylarının, mutfaklarının iaşesini Karacabey ovasındaki çiftliklerden temin ettikleri söylenir. Osmanlı’da mülkün tamamı padişahındı. Bu mülkte yaşayan herkes padişahın kuluydu. Cumhuriyet, kulların tamamını eşit ve özgür birer yurttaş yaptı. Toprakla iştigal eden köylüleri çiftçi yaptı. Karacabey ile Mustafakemalpaşa arasında atıl durumda bulunan 70 bin dekarlık araziyi haraya dönüştürdü. Bu harada hem hayvan, hem de bitki ıslahını gerçekleştirdi. Ön planda olan Merinos ırkı koyunların yapağısına katma değer sağlamak ve ülkeyi endüstrileşmede ileriye taşımak için Merinos İplik ve Kumaş Fabrikası’nı kurdu Bursa merkezinde. Karacabey Harası’nda uygulanan modern ve bilimsel tarım yöntemlerini, tüm Güney Marmara Bölgesi’ndeki çiftçilere örnek teşkil ettirdi. Böylece Karacabey ovası sarayın mutfağının tedarikçisi olmaktan çıkıp, milletin mutfağının ve ülkenin ihracatında yer alacak işlenmiş ürünlerin tedarikçisi oldu.
Türkiye’nin bir tarım ülkesi olduğu konusundaki dediklerimizi Mısır’daki Sağır Sultan bile duydu. Memleketimizde iktidarda olanlar duyana kadar da bu dediklerimizi kerrece tekrarlamaktan asla geri durmayacağız. Gerçi böyle bir iktidar ve böyle bir tarım bakanımız varken, iyi şeylerin olacağı yok ya! Zira bırakın tarımın usulüne uygun yapılabilmesini, millet olarak bütünüyle tarımdan el çekmemize neden olabilecek kadar ne dediklerinin, ne de yaptıklarının farkındalar. Tarım bakanının aynı zamanda orman bakanı olması ise katmerli talihsizlik. Kaz Dağları’ndaki orman sökümü ve İzmir civarındaki orman yangınları hakkındaki açıklamaları, evlere şenlik! Biz Türkler, ormansız toprakların vatandan sayılmayacağına inanan bir milletiz. Vatanın ciğerleri ormanlar yanıp içindeki hayvan faunasıyla birlikte küle dönerken, tarım ve orman bakanı, Avrupa’nın en büyük havadan yangın söndürme filosu diye övündüğü hükümetinin emrindeki uçakları havalandırmakta aciz kalmıştır.
Bu basiretsizliğini ise önce uçakların arızalı olduğunu ve uçuş sertifikalarının da bulunmadığını, uçakların arızalı olmadıkları ve uçuş sertifikalarının da bulunduğu anlaşılınca da şahsen bu sertifikalara güvenmediğini belirterek göstermiştir. Bu gaflar yetmezmiş gibi kendince milletin aklını karıştırmak için uçakların ait olduğu Türk Hava Kurumu’nun, ana muhalefet partisi ile kendilerinin orman yangınlarını söndürmelerine karşı, birlikte hareket ettikleri gibi akıl ve mantık dışı açıklamalarda bulunmuştur. Sayın bakanın göreve geldiğinden beri söylediklerine ve yaptıklarına baktığımızda, ziraatçılar olarak, yoksa ülkemizin tarım ve hayvancılığını bitirsin, orman varlığını da yok etsin diye mi bu kişi bakan yapılmış demekten alamıyoruz kendimizi.
Yoksa bu ülkenin tarım ve orman bakanı, Karacabey ve Mustafakemalpaşa ovasında domates tarımının yapılıyor olmasının Uludağ, Kaz Dağları ve İzmir’in dağlarındaki orman varlığına bağlı olduğunu bilmez mi? Ormanların yanmasına ve talan edilmesine seyirci kalan bakan, çiftçinin ‘kırmızı altınım’ dediği Karacabey ovasındaki salçalık domatesin fiyatının geçen seneki fiyatın da altına düşmesine seyirci kalmış, çok mu!
Bizden selam söyleyin çiftçilerin, köylülerin yoksulluğu üzerinde yükselen saraylarda şaşaayla yapılan adli yılın açılışına. Deyin ki; çiftçiler ve köylüler olarak, madem haksız yere mağlubuz bu iktidar döneminde, ne etsek, ne eylesek de gereksizdir, demeyeceğiz. Tabi ki sözü fazla uzatmadan, Karacabey ovasındaki salçalık domatesin kilo başına fiyatının 140 kuruş değil, 30 kuruş olduğu fetvasının bize ait olamayacağını haykıracağız, yılmadan. Ve Türkiye’nin tarımını bitirecek fermanın mührünü de hiçbir zaman basmayacağız bağrına; ne Karacabey, ne Harran, ne Konya Ovamızın.
Bu arada zafer haftası dolayısıyla 30 Ağustos Zafer Bayramınızı kutluyor, Cumhuriyetimizin kurucusu, milletimizin sadık ve fedakar hizmetçisi Atatürk’ü, silah arkadaşlarını ve tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum.
Tebrikler