Din ve medeniyetler beşiği; Anadolu…
Anadolu büyük medeniyetlere kucak açıp toprağında nicelerini barındırmış şefkatli bir anne gibidir. Batı Anadolu, ilk paranın bulunduğu, ilk paralı orduların kurulduğu topraklar. Doğu ise Mezopotamya, Fırat ve Dicle ırmaklarının bereketli toprakları sulaması ile tarıma geçiş ve yerleşik hayata ait eski antik kentlerin kıyısında kurulduğu mekân olmuş. Ortadoğu’ya yakınlığı, göç güzergâhı, en önemli ticaret yolu olan İpek Yolu üzerinde olduğu için de dinlerin ve inançların da ilk yayıldığı yer olmuş.
Mardin’de Süryaniler’in hikâyesi ilk Hristiyanlığı kabul eden ilk halk olarak yine bizim topraklarda yaşamışlar. Zerdüştlük dediğimiz, güneşe tapınmanın olduğu bir inanç. Bunun da izlerini görebiliyoruz. Darül Zaferan denilen hem kilise, hem de bir dönem patriklerin yaşadığı dini eğitim ve ibadet merkezi, eski güneş tapınağı üzerine inşa edilmiş. Binlerce yıl önce çimento kullanmadan taşların biri birine geçmeli, muhteşem mimari teknikle yapılmış güneşin ilk ışıklarını gören, tavanı kesme taşlardan yapılmış bir sanat harikası güneş tapınağı. Tavan iç içe geçmeli, içi kumla doldurulmuş, üstüne taşlar döşenmiş sonra kum boşaltılmış, zaman geçtikçe sağlamlaşmış mimarisi muhteşem bir mabet. Diyarbakır’da Meryem Ana Kilisesi de eski Güneş Tapınağı yıkılmamış kiliseye dönüştürülmüş. Ezidiler sanki hala bu eski antik dine inanmaya devam eden halk gibi ne Hristiyan, ne de Müslüman. Az kalmışlar çoğu batıya göçmüş, çok az kalmışlar. Süryaniler, kendine özgü dilleri olan ilk Hristiyanlığı kabul eden halkmış. Az kalmışlar ama hala yaşayanlar mevcut. Süryaniler’in konuştuğu dilin Hz. İsa’nın konuştuğu dil olduğu söyleniyor. Konuşmaları Araplar’a ve İbraniler’e çok benziyor. Bu akrabalık sebebinin ise o dillerin atası olduğunu belirtiyorlar. Sümer ve Akad dillerinin birleşiminden oluşan Aramice ondan türeyen İbranice ve Arapça diye anlatıldı rehberce.
Tek tanrılı dinlerin ilk izlerini taşıyan topraklar yine Anadolu olmuş. Urfa’ya ‘Peygamberler şehri’ denilmesinin sebebi peygamberlerin ve peygamberimizin de ‘Atam İbrahim’ dediği Hz. İbrahim’in doğduğu ve ateşe atıldığı yer olduğu için. Halil-i Rahman Camii yanında Hz. İbrahim’in doğduğu söylenilen bir mağara var. Ziyaret için mağara kadınların ve erkeklerin ayrı yerden giriş yaptığı, ikiye bölünmüş ziyaret merkezi. Giriş, saygı olsun diye kapısı alçak. Huzura eğilerek ancak giriliyor. Hikâyesi çok antik öğeleri de barındıran mitolojik tasvir; firavun ile Musa hikâyesine çok benziyor: Nemrut’un sonunu getirecek birinin doğumunu kâhinler söyler. Erkek çocukları öldüren Nemrut ve ondan kaçıp mağarada doğum yapan anne, korunan ve beslenen seçilmiş kişi hikâyesi yazılmış bu mağarayı tanıtan levhada…
Hazreti İbrahim’in babası Azeri, put yaparak para kazanan en ünlü put ustası (heykeltıraş). Sorgulayan ve çok soru soran bir gençmiş Hz. İbrahim. Dünyayı gözlemlemiş, tek tanrı inancını benimsediği anlatılıyor. Gecenin karanlığı üzerine çökünce bir yıldız gördü, “Bu benim Rabbimdir.” dedi; Gözden kaybolunca, “Ben kaybolanları sevmem.” dedi. Ayı ortaya çıkarken gördü, “Bu benim Rabbimdir.” dedi. O da gözden kaybolunca bunları da beni de yaratan daha büyük yaratıcı olduğuna iman etmiş diye anlatılıyor. En büyük putun boynuna baltayı asıp tüm putları kırmış; Nemrut da onu ateşe atma cezası vermiş, Allah onu kurtarmış. Efsaneye göre odunlar balık olmuş, göle dönüşmüş o ateş yakılan mekân, Nemrut’un kızı Züleyha bu olaya üzülmüş ağlamış, göz damlasından Ayn Züleyha gölü oluşmuş. O gölden balıklı göle bağlantı kurulmuş su kanalları ile. Hz. İbrahim’in doğduğu, gençliğinin geçtiği, ateşe atıldığı yer ‘Peygamberler şehri’ olarak ünlenen Şanlı Urfa’dır. İbrahim/Abraham/Avraham/Avram adı verilmiş farklı din mensuplarınca ama ortak ata vurgusu varmış. Hz. İbrahim’in babasının adı Araplarca Azer, Yahudilerce Tareh imiş. İbrahim kıssasının şifahi nakillerle Araplar arasında anlatıldığı muhakkaktır. Çünkü Araplar, onu kendi ataları tanıyorlarmış daha Hazreti Peygamber’den önce ve onun dini üzerinde olanlara ‘hanif’ deniliyormuş.
Güneydoğu mutfağının bol ve insanlarının misafirperver olmasının Hazreti İbrahim’in döneminden kalan geleneğin devamı olduğuna inanılıyor. Yumuşak huylu olanlar ‘İbrahim tabiatlı’, zalim kavgacı olanlar ‘Nemrudi’ diye tanımlanıyor. Dolayısı ile tek tanrılı din anlayışının babası olan Hz. İbrahim’i de konuk etmiş bu topraklar. İbrahim’in özgür eşi Sare (Sara) ismindeki eşinin çocuğu olmamış, eşi ona çocuk sahibi olması için kendi cariyesi Hacer ile evlendirmiş, sonra her ikisinden de çocuk olmuş. Sare’den doğan İshak’ın İsrailoğulları’nın babası, Hacer’den doğan İsmail’in de Araplar’ın atası olduğu söyleniyor. Kâbe inşa etmesi, Hacer’in çölde su ararken koştuğu Safa ile Merve arası hac ibadetinin doğuşunu anlatır. Oğlu İsmail’in kurban edilmesi, onun yerine koç gönderilmesi hem Yahudilik’te (İshak), hem de İslamiyet’te (İsmail) anlatılmaktadır.
Urfa’da köylünün biri tarlada taştan bir eser bulur, müzeye götürür. Sonra Alman bir arkeoloji uzmanı bunun çok önemli bir buluş olduğunu söyler. Tarlayı satın almayı teklif eder onlar da avukata sorarlar. Tarla sahibi Mahmut Yıldız o günleri şöyle anlatıyor: “Bize gelip kazı için müsaade istediler. Bir avukata sorduk. ‘Korkmayın, izin verin, araştırsınlar. Eğer bir şey çıkmazsa tarlayı düzeltip geri verirler, bir şey çıkarsa siz de köyümüz de fayda görür’ deyince izin verdik. Arkeologlar bir-iki ay çalıştı ama bir şey göremedi. İkinci sene geldiklerinde bir duvar buldular. Üçüncü sene bir taşın ucu gözüktü. Kazdıkça taşın üzerinde boğa, tilki motifleri çıktı. Devlet araziyi aldı, bize ödeme yaptı. Ve zaman içerisinde bugünkü haline geldi.’’
Kazı sonrası ortaya çıkan açık hava müzesinde o tarlanın sahibinin aşiretinden olan akrabalar çalışıyor. Akar, gelir getiren altın yumurtlayan tavuğa dönüşmüş. Bu tepe üstünde bir ağaç var, yanında yatır olduğuna inanılan mezarlar mevcutmuş. Urfa halkı kutsal olduğuna inanıyor. Orada mübarek insanların yattığına inanırlarmış. Her baharda gelip kurban kesip, dilek dilerlermiş. Hastalarını buraya getirenler olurmuş. Yöre halkı bu ziyaretin etrafında çocuk diler, bir kez dolanırsa bir, iki kez dolanırsa daha çok çocuğunun olacağına inanıyormuş. Belki de Urfa’da çocuk bereketi buradan geliyordur! Göbeklitepe dikili taşlarının üzerinde ters doğumu tasvir eden doğan çocuk resmi var ve çok etkileyici. Kuşlar, aslan, tilki, kaplan ile kertenkele figürleri muhteşem sanat eseri olarak resmedilmiş ve çok etkileyici. Bu bulunan eski yerleşim yerinin ibadet merkezi olduğuna inanılıyor. İlk açılan yapı rahim şeklinde inşa edilmiş. Bu klan toplayıcı avcı ama ibadet merkezi inşa ettikleri her göç zamanı korumak için toprağa gömüldüğü, yeniden aynı yere geldiklerinde yeniden bir yeni tapınak yaptıkları düşünülüyor. İnsanın kendi elleriyle yaptığı, bilinen ilk tapınaklar var burada. Hem de insanın henüz yerleşik hayata geçmediği, avcı olarak yaşadığı bir dönemde inşa edilmiş. Sonra burayı inşa edenler, nedendir bilinmez üzerini toprakla kapatmış. En eski insanların da bir tapınağı, inancı olduğu ve inanma ihtiyacını sonradan değil, yaradılışla beraber olduğu dini tezleri desteklediğini dini çevreler öyle yorumluyor. Göbeklitepe arkeolojik kazıları, gerek genel tarih açısından, özellikle de din tarihi ve anlayışı konusunda deprem etkisi yapacak görüntüler ihtiva ediyor. Bölgenin tarihini anlatan animasyon film çok güzel. Tarihini anlatan kitaplar, hediyelik eşya, kafe ile çok yönlü hizmet etmekte. Kesinlikle görülmesi gereken, etkileyici muhteşem bir yer. Anadolu medeniyetin beşiği, hatta başlangıcı denilse abartmış olmayız.
Garip olan bu bulgular bize Batı ilerlemeci tarih anlayışının tam tersini söylüyor. Bize 12 bin yıl önceki insanın avcılık yaparak ilkel bir şekilde yaşadığı öğretilmişti. M.Ö. 10 bin yıl önce insanlık bir inanç merkezi inşa etmiş! Bu bilgi, insanın tarihsel serüvenini iyi bilenler için elektrik çarpması etkisi yapacak kadar sarsıcı. Önce maymun, sonra barınma için ağaç kovuğu, sonra avcı, toplayıcı, daha sonra tarıma geçişle şehirlerin kurulması, nüfusun artması daha sonra doğaüstü güçlere tapınma, daha sonra dinlerin doğuşu diye anlatılan klasik tarih görüşünü temelden değiştiren bir arkeolojik keşif Göbeklitepe. Böylesi karmaşık bir tapınağı inşa etmesi için insanın önce barınak yapmayı öğrenmesi, sonra tarıma başlayarak yerleşik hayata geçmesi gerekiyordu. Yerleşik hayata geçmemiş ilkel avcı toplumlarında inancın yerinin olmadığı düşünülüyordu. Ama işte Göbeklitepe bu ezberi bozdu. Anlaşıldı ki Göbeklitepe’de yaşayan insanlar, yerleşik hayata geçmeden önce ileri düzeyde mühendislik zekâsına sahipti ve heykelleri işleyecek bir estetik anlayışları vardı. Ama en önemlisi; daha avcı toplumuyken bile bir inanca sahiptiler ve bu inanç onlara görkemli tapınaklar yaptırmıştı. Yani insanın kadim yolculuğunda inanç ihtiyacının ortaya çıkması için yerleşik hayata geçmesi gerektiği düşüncesi tuzla buz oluyordu.
Dünya Miras Listesi‘nde yer alan ve tüm dünyanın dikkatini çeken Şanlıurfa’daki Örencik Köyü’nde tarla içinde tepe olan Göbeklitepe’de insanlık tarihinin bilinen ilk tapınakları yer alıyor. Biri üstü kapalı sergileniyor, yanında yeni kazı çalışmaları devam ediyor. Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nin girişinde bir bilgi notunda; İngiltere’deki Stonehenge’in M.Ö 2500’de, Mısır piramitlerinin M.Ö 2600’de, Mezopotamya Zigguratları’nın M.Ö 4000’de, Portekiz’deki Almenders Cromlech’in M.Ö 6000’de, Göbeklitepe’deki tapınakların ise M.Ö. 12.000’de inşa edildiğini gösteren bir şema bulunuyor.
Göbeklitepe ise tarihi baştan aşağı değiştiren bir arkeolojik buluşa öncülük etmiş. Burası, henüz göçebe hayat tarzından vazgeçmemiş avcı toplayıcıların üstün gayretleriyle 11.000 yıl önce, Büyük Piramit’ten 7.000 yıl önce inşa edilmiş muhteşem bir yapıdır. Ancak bu tepe hakkında en hayret verici şey yapım amacıdır. İbranice İncil’den yaklaşık 10.000 yıl önce ortaya çıkan Göbeklitepe dini bir tapınak olarak kullanılmış gibidir. (Leonard Mlodinov)