Uzm. Dr. Hatice Alkan Akdağ, intihar nedenlerini SONHABER16.COM’a değerlendirdi

Uzm. Dr. Hatice Alkan Akdağ, intihar nedenlerini SONHABER16.COM’a değerlendirdi
29.11.2019
A+
A-
  • Hayriye TURGUT/SONHABER16.COM

Son günlerde yaşanan olaylarla gündeme gelen intiharda, en önemli risk faktörleri arasında psikiyatrik hastalıklar, yalnızlık ve zayıf sosyal destek geliyor. İntiharda en riskli dönemin ergenlik ve ileri yaş olduğunu kaydeden uzmanlar, özellikle güçlü aile ilişkileri ve toplumsal bağın intiharda koruyucu etki oluşturduğunu vurguluyor. Psikiyatrist & Psikoterapist Uzm. Dr. Hatice Alkan Akdağ, intihar nedenlerini ve toplum ilişkilerini SONHABER16.COM’a değerlendirdi.

Tetikleme sebepleri, nelerdir?

Her yıl özellikle genç grupta gittikçe artan bir intihar vakaları yaşanmakta. Dünyada 800 binden fazla intihar gerçekleştiriliyor. Kendi ülkemizde ekonomik koşullar, her geçen gün kötüye gidiyor olması, toplumsal destek mekanizmalarının azalması ne yazık ki gruplandırıcı ya da taraf olucu söylemlerin artmasıyla birlikte insanoğlu kendisiyle ilgili bir çıkış yolu bulmakta zorlanıyor. Burada ekonomik koşullar son derece önemli. Çünkü eğer bireyler, kendi yaşamlarındaki temel ihtiyaçları karşılayamayacak düzeye gelirlerse;  korunma, barınma ve sonraki aşamalarda sevgi saygı gibi. Bir de kendi hayatlarını idame ettirme, kendi memnuniyet düzeylerini artırmaya yönelik hiç fırsat bulamıyorlar. Temel ihtiyaçlar gündemdeyken, takdir edersiniz ki bir sonraki basamağa geçemiyor ve insanın bu çaresizlik umutsuzluk duygusunu, kendisinden memnuniyet duygusunu gittikçe azaltan bir noktaya getiriyor. Normal koşullarda bizim için sosyal destek kısmında olan anneler, babalar, kardeşler, komşular ve yakın arkadaşlarımızın da ne yazık ki, ülkemizin de içersinde bulunduğu durum gereği kendi dünyalarında kendi mücadelelerinin vermesi sosyal desteğimizi azaltan bir noktaya geliyor. Baktığımız zaman her birimizi kendi içimize dönüp, kendi yaşamımızı denetlemeyebilme derdine düşüyoruz. Bu da etrafımızda yeterince zaman ayıramamamız, ya da onlara destek olamamamızla sonuçlanıyor. Anne ve babaların bu duyguyu biraz daha fazla hissettikleri gerçeği var. Çünkü sorumlu olduğu çocukları var.  Eğer onların da toplum ortalamasına kıyasla, ihtiyaçları karşılayamayacak düzeyde hissetleri zaman kaçınılmaz olarak kendilerinde hissettikleri yetersizlik ve suçluluk duygusunun daha da arttığını görüyoruz. Bu da anne babaların daha fazla depresif eğilim gösterdiği ya da daha fazla çaresizlik hissettikleri gerçeği ile karşı karşıya getiriyor bizi.

UMUDA İHTİYACIMIZ VAR

İntiharla ilgili bizim geldiğimiz en önemli nokta; umutsuzluğumuzdur. Birilerinin bize bir ışık yakabilmesidir. Bir şeylerin iyiye güzele gideceğini, daha güvende hissedeceğimize, çocuklarımızın istediklerini alabileceğimize dair umuda ihtiyacımız var. Bu ülkede keyifli yaşayacağımıza dair umuda ihtiyacımız var. İnsanlar umutsuz oldukları için ölüyorlar. Bir şeyin düzeleceğine inansanız, siz ölmeyi tercih eder misiniz? En çok ihtiyacımız olan şey umudumuz. Bu içi boş bir umut değil. Gerçekten, birilerinin, bir gün bir şeyin değişeceğine, problemlerinin düzeleceğine inanmaya ihtiyacı var.

İNSANLARA, PAYLAŞIMA AÇIK OLUNMALI

Mahalle kültürünün çağdaş kent kültürüne yenilmesi, bireyin sosyal destek gücünü nasıl etkiliyor?

Çağdaş kent yaşamından ziyade, çevremizdeki insanlara ayırdığımız zaman dilimiyle ilişkili. Özellikle yoğun çalışma saatleri, eskiden insanların bu kadar kurallı, kaideli çalışma düzeni yoktu. Hem ailemize, hem de çevremize zaman ayıramamamıza neden oluyor. Çünkü insanoğlu, kendi yaşamının gerekliliğini hallettikten sonra, çevresine bir katkı ya da bir zaman ayırabiliyor. Bu anlamda evet eskiden mahalle kültürü vardı, bunlar çok destekleyiciydi ama şimdi bunların olmaması için bir neden yok. Büyük bloklarda oturmamız, komşuluk ilişkileri kurmamamıza engel değil. Zaman yaratmak, insanlara paylaşıma açık olmakla ilgili bir sürecin daha önemli olduğunu düşünüyorum.

ÖZGÜVEN EKSİKLİĞİ TAMAMLANMALI

Tükenmişlik içinde oyduğunu düşününler nasıl bir yol izlemeli?

İster ekonomik, ister ruhsal, ister toplumsal stres fark etmez. Her hangi bir şekilde bir strese maruz kaldığımızda baş etme mekanizmalarımızın devreye girmesi lazım. Baktığınız zaman ekonomik gücü daha düşük olan insanların daha mutsuz olduğunu iddia edemeyiz. Bizim gerçekliğimizin farkında olup, o kabulü sağlamamız lazım. Burada toplumsal olarak bireylerin kendi içlerinde özgüven dediğimiz bir ortamı kabul etmek ve bununla başa çıkmak üzerine özgüvenlerini desteklenmesi gerekiyor. Eğer siz koşularınızı kabul edip, buna yönelik geliştirmeye iyileştirmeye çalışırsanız, maruz kaldığınız şeyi kabul edip ona yönelik kendi destek mekanizmasını bulabilirseniz üstesinden gelebilirsiniz.

Bir kere özgüven eksikliğimizi tamamlamamız ve kendimizi bireysel olarak geliştirmeye ihtiyacımız var. Kendi farkındalığımızı yakalarsak, kendi problemlerimizi çözmek konusunda doğru çıkış noktaları bulabilirsek hem ruhsal hastalıklar, hem de ne yazık ki intihar gibi durumlardan kendimizi korumuş oluyoruz. Çözemediğimizi düşünüyorsak, sıkıştığımızı hissediyorsak mutlaka bir yardıma ihtiyacımız olduğunu dile getirmemiz gerekir.

PROFESYONEL DESTEK ŞART

Çevremizde intiharı düşünen kişiler mutlaka bir kez bile olsun bu düşüncelerini dile getiriyor. Özellikle şunu da söylemek istiyorum, bu alanda çalıştığım için. Damgalanma yani bir psikiyatriye gitmek, bir ruhsal destek alıyor olmak sanki insanın kendi acizliği, beceriksizliği gibi adlandırılıp ne yazık ki o kişi için olumsuz söylemler oluyor. Tabi bunları duyan insan için de ruhsal destek almak kolay olmuyor. Bu damgalanmayı yaşamak istemiyor ve bu nedenle bir sıkıntıyla baş başa kaldığında ruh sağlığı profesyonellerini bir çözüm olarak görmeyebiliyor. Ruhsal desteği ihtiyacımız olan bir şey olduğunu, bundan kaçınmamak gerektiğini belki de defalarca söylemek gerekiyor. Kişi bir zorlukla karşılaştığında, kendi çevresi yeterince destek olamıyorsa bir profesyonel destek alması konusunda imtina etmemeli diye düşünüyorum.

BİZ HİÇ KİMSEYE AKIL VERMEYİZ

Biz profesyoneller şöyle düşünüyoruz; herkesin belirli bir düşünme ve çözüm üretebilme kapasitesi vardır. Biz hiç kimseye akıl vermeyiz. Biz, insana bulunduğu sıkışıklıktan çıkabileceği alternatif bir yol güzergahı çizebiliriz. ‘Bak burası da var. Bu yoldan da gidebiliriz gibi’ kendisini çıkmazda hisseden insanlar için bir ışık tutarak farklı bir yol olduğunu gösterebiliriz. Ve temel fonksiyonumuz da budur. Şu an insanlarımızın temel ihtiyaç duyduğu şeyin dinlenebilir ve anlaşılabilir olduğunu hissetmeleridir. Yakınlarımıza bu anlamda bir katkı sağlayacaksak eğer; biri bizimle bir sıkıntısını paylaşıyorsa eğer, ruh sağlığı profesyoneli de değilsek, onları etkin bir biçimde dinlemeyi ve anlaşıldığını hissettirmeyi sağlamakla mükellefiz. Bakıldığında, kendi sosyal çevremizde de görebiliriz. Bu gün herkesin bir sıkıntısı, herkesin bir problemi var. Çözümsüz hissettiği bir alan var. Yani toplumsal olarak olumsuza doğru gidiş, ne yazık ki sanki bayırdan aşağıya yuvarlanıyormuşuz gibi bir kaos ortamı olduğu için, siz de şunu fark edebilirsiniz;  herkesin konuşmasından ‘Ya benim de şunum var’ derdiyle başlayan cümlelerle size cevap veriyor. Tek ihtiyacımız olan şey, etkin bir biçimde karşımızdakini dinlemek, onu anlamaya çalışmak ve onun dünyasına alternatif bir ışık yakabilmek. İnsanların buna ihtiyacı var. Bunu yapmak zorundayız.

Hayatımızdaki şiddetlere de dikkat çekmek istiyorum. Başta kadına yönelik olmak üzere çocuklara ve hayvanlara yönelik şiddet ve istismarları dikkate alırsak, Türkiye’de bir öfke patlaması mı yaşanıyor?

Öfke, problemle başa çıkamadığımız zaman ya da yapısal olarak kendi arzu ettiğimiz şeyler gerçekleşmediği zaman o volkanın kaynayan kısmıdır. İnsanlar temel yaşam mücadelesini vermekte güçlük çekiyorsa, kendisini yatıştıracak olan iletişim, arkadaş ilişkileri, tiyatro, müzik, yürüyüş, sosyal ortamı, sağlığına dikkat etmek, iyi beslenmek gibi şeyleri yapamıyorsa öfkesini yatıştıramıyor ne yazık ki. Sonuçta öfke insani bir duygu. Hepimizin içinde olan bir duygu. Ama öfkeyi yatıştıramadığımız alanda ne yazık ki, yaşadığımız şartlar ve çevremizdeki insanlar da o ateşe birer odun daha atıyorlar.

KİŞİYE, TEMEL YAŞAM HAKLARI SUNULMALI

Öfke yatışmadığı zaman hiçbir neden yokken bazen de aslında o kadar da büyük tepki vermemize gerek yokken, biraz da bizim kontrolümüzün dışında bir patlama şeklinde oluyor.  Burada kişiye temel yaşama haklarını sunabilirsek; güvenlik ihtiyacı bizim ülkemizde çok önemli, kişilerin kendilerini güvende hissettiği ortamları sağlayabilirsek, insanların geçim derdinin dışında iletişimlerini artırabilecek ortamları sağlayabilirsek, biraz kendini dinleyebileceği, nefes alanları dediğimiz müzik, tiyatro gibi her hangi bir keyif, hobi alanları yaratabilirsek öfkenin daha da azaldığını göreceğiz.

BİRBİRİMİZİN YAŞAM HAKKINA SAYGI DUYMUYORUZ

Eğitim sistemimizde kişinin yaşam hakkının iyi öğretilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ne kadar öfkeli olursanız olun, bu öfke size ait bir duygu ve bu duyguyu yakıştırmakta siz mükellefsizin. Karşınızdakine uyguladığınız fiziksel ya da psikolojik şiddetin sizin yatışmanızda ya da iyi hissetmenize bir katkısı olmayacaktır. Bu insanların temel problemidir ve en önemlisi herkesin kendi yaşam hakkına ve karşısındakinin yaşam hakkına saygı duyması gerektiğinin öğretilmesidir. Maalesef birbirimizin yaşam hakkına saygı duymuyoruz. Çünkü zannediyoruz ki, bizim düşündüklerimiz doğru. O bunun bedelini ödemek zorunda. İnsanın yaptığı suçla orantılı adalet ya da vicdanları rahatlatacak bir adalet mekanizmasının çalışmadığı ortamlarda kişiler kendi cezalarını kendileri verme yolunu daha fazla seçer hale gelmiştir. Bu şiddeti inanılmaz artıran bir şey.  Her akşam televizyonlarda izlettirilen dizilerin büyük bir bölümünde sadece şiddet var. Dizilere bakıldığında çocuklar ve hatta yetişkinler kendilerini silahla, şiddetle ifade eder hale gelmiş durumda. Böyle bir çözüm önerisinin sunulduğunu görüyoruz. Bilinçli ya da bilinç dışı. Bu gün sigara ve alkolün buzlandığı sahnelerde bir kadına rahatlıkla vurulabiliniyor ya da bir silahla ateş edilebiliniyor ve o şiddet ortada görülüyor. Burada toplumun her kesiminin eşit sorumlu olduğu ve çözüme katkı koyması gerektiği süreç olduğunu düşünüyorum. En önemlisi de adalet mekanizmasının işlemesi ve toplumsal olarak yatıştırıcı özelliğinin de devreye sokulması gerektiğini düşünüyorum.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.