SOFRAYI KİM KURACAK?
Açlık,
Yoksulluk,
Yoksunluk,
Yokluk.
***
Zenginlik, sömürü;
Merkantilizm, kapitalizm, neoliberalizm, hegemonya, baskı, şiddet, otokratik iktidar;
Emperyalizm, adaletsizlik, eşitsizlik, adil olmayan bölüşüm;
Ekolojik yıkım, sosyal yıkım, kültürel yıkım, gıdaya-özgürlüğe-adalete erişim yokluğu.
***
Sonuç ve nedenler olarak saydığımız mevcut dünya düzeninin, Corona bulaşı sonrası değişeceği ve yeni bir dünya düzeninin kurulacağı varsayımları gırla gidiyor.
Elbette kim neye istiyorsa ona inanabilir.
İsteyen Polyannacılık, isteyen bencillik yapabilir.
***
Eğer olayları olgular üzerinden ve olguları da onlara yol açan etmenler üzerinden okuyamazsak, kendi kendimize zevk almaktan öteye geçemeyiz. Etmenler ise sosyal-siyasal-ekonomik süreçlere ve pozitif bilimlerin gerçek ve gerçekliklerine göre okunur.
Şu an da önümüzde tam da böyle bir tablo var.
İki ay öncesinin kapitalist, emperyalist, neoliberal dünyasının bütün öncü devletleri, kelimenin tam anlamıyla yedikleri haltları temizlemekle meşgulken; dünün sosyalist-komünist diye bilinen devletleri ise onların boşaltma olasılığı olan emperyal amaçları devam ettirecek boşlukları doldurma derdine düşmüş durumda.
Ekonomik-politik bütün yapılarını neoliberalizm üzerine oturtan; kültürel bütün yapılarını ise postmodernizm üzerine kurgulayan düzen, “kendi oturduğu yeri ateşleyen avarel” durumuna düşmüş olarak sağa sola kaçışıyor.
Sağlık sistemini, şehir hastanelerine ve özel sigorta sistemlerine yıkan;
Ekonomik sistemini, sermayenin dolaşımına ve finansal sanal kâğıtlara yıkan;
Kültürünü bireycilik, hiçlik, sorumsuzluk, kayıtsızlık, sanal boşluklara ve kish sanatlara yıkan;
Eğitimini özelleştirip, sermayenin ve gücün egemenliğini yeniden üreten şekle sokan;
Sosyal ve toplumsal yapılarını ise yapılandırılmış medyanın insafına ve güce itaat eden sosyolojik cemaatlere ihale eden;
tarım ve gıda işini ise vahşi kapitalizimin endüstriyel kârlılığı ile yarışmak zorunda bırakan;
Teacher ve Regan gibi, zamanın düzen kurucularının takipçisi konumundaki günün tarzanları, Trump ve Jhonson da zorda kalmış durumda.
Peki, şimdi ne olacak sorusunu nasıl yanıtlayacağız?
Benim kanaatim odur ki; bütün insanlık, yazının başındaki dört satıra neden, niçin sorularını sorup olguları doğru yorumlayıp, sistemi ve düzeni insan üzerine kuramadıkça, çok bir şey değişmeyecek.
Mesela; bu yıl ve belki de gelecek yıl tarım ve gıdayı en az sağlık kadar konuştuktan sonra, sermayenin tarımsal üretimin kârlılığına tav olmayacağı gibi bir yanılgıya düşeceğiz.
Vahşice elde ettikleri kârları, tarımdan elde edemeyeceklerini bilmediklerini sanmak gibi bir saflık içinde değilim.
Tarımsal üretimin az olan elastikiyetinin, çok fazla tehdit ve istikrarsızlıklar ürettiğini bilmediklerini düşünecek kadar bilgisiz de değilim.
Hatta endüstriyel üretimin, hazza dayalı tüketimin düşeceğini, insanların harcamalarını gıda ve beslenmeye yönelteceklerini ve bu şok sürdüğü takdirde, kendi kurdukları kalelerin sökün vereceğini görmeyecek kadar safdillik içinde olmayacaklarını da biliyorum.
İlk dört satırdaki bütün olguları ve sorulması gereken soruların yanıtlarını, insanların fark etmeye başlamaları halinde, biyolojik-fizyolojik gereksinimlerini karşılamak için otoritelere reddiye dizmeye başlayacaklarını, bunun ise kendi kumdan kaleleri için ciddi tehdit oluşturacağını görmeyecek kadar sosyal öngörüden yoksun olmadıklarını da biliyorum.
İşte bu yüzden, dünyanın bütün tarımsal kaynaklarına dünkünden daha fazla saldıracaklarını; dünkünden daha fazla önem vereceklerini; dün tu kaka ettikleri, kârlı görmedikleri bu kaynakları da karşı cephenin çoğunluklarına ve kullanımına bırakma gibi bir riske girmeyeceklerini de görüyorum.
Hayır, kendimle çelişmiyorum.
Dün yatırım yapmadıkları ya da vahşi kârlılıklar, endüstriyel-kapitalist uyarlı tarım modelleri dışında sadece kendi besin güvenlikleri için ilgilendikleri, organik-ekolojik tarım konseptlerini, konvansiyonel tarıma doğru genişleteceklerini düşünüyorum.
Hatta şimdiden bu kaynakları ulus devletlerin egemenlik alanlarında, insanların paylaşım alanlarında, sosyal adalet alanlarında bırakmamak için var güçleriyle plan yaptıklarını sanıyorum. Bunun için küreselleşme argümanını ve küresel yönetimleri düzenleme güçlerini sonuna kadar kullanmaktan kaçınmayacaklarını öngörüyorum.
Vasco da Gama ve Christopher Columbus’tan bu yana dünyanın dört bir köşesinin insanını, toprağını, aşını, işini, madenini, dinini, dilini, inanç ve değerlerini acımasızca kemiren ve dönüştüren gücün, bugün yenileceğini düşünmenin yanlış ya da fazla iyimser olacağını görüyorum.
İşte bütün bu nedenlerden dolayı, dünya düzeninin yeniden, “aldatıcı bir yapılandırmaya” sahne olacağını düşünüyorum.
Yeniden daha yumuşak, daha sosyal adaletçi görünen, “hiçten ise köse’ye razı edilen” toplumsal bir kurgu düzenin kapımızda olduğunu analiz ediyorum.
Yani kale sahipleri, kalelerini deniz kenarından çekip kayalıklara kurmaya, doğanın gücüne sığınmaya, kentlerin banliyölerinde keyfi zevk için de kırsal ile şirinlik geçimlikler içinde olacağını kestiriyorum.
Hatta siz ne alaka deseniz bile (bir kısmını muaf tutabiliriz) merkez medya ya da ana akım medyanın tarım ve gıdaya ilişkin gözlerimizi yaşartan ilgisinin, bu yapılandırmanın öncüleri olduğunu adım gibi biliyorum. O kadar eminim ki, tam bir ömür bu sektör üzerinde söz edenleri değil, medya editörlerinin söz etmesini istediklerinin ekranlarda cirit attırıldığını görüyorum.
***
Şimdi sözüm size çiftçi kardeşler: Eğer siz neden ve niçin sorularını, sizin gözünüze sokulan medyatik ve siyasi nutuklar üzerinden okumaya devam ederseniz, “bir parmak bal, bir hektar arazi” olarak size geri dönecektir, bilesiniz isterim.
Eğer siz, hangisi olursa olsun değerleriniz, algılarınız, toplumsal geleneksellikleriniz üzerinden içinde bulunduğunuz durumu şimdiki gibi okumaya devam ederseniz, yeni dönemde, kendi toprağınızda mevsimlik işçi olma olasılığınızın yüksek olduğunu bilin isterim.
Yok, eğer okumayı tersine çevirmeyi başarırsanız ve ülkemizin tarımsal kaynaklarının gücünü elinizde tutmayı başarırsanız, işte o zaman, Mustafa Kemal’in “efendi” dediği köylülerden olmaya devam edersiniz. En iyi bildiğiniz işi yaparsanız üstelik: “Sofrayı siz kurarsınız, misafir bulduğunu yer”.
Böylelikle, 23 Nisan 1920 Meclisi’ne de sağlam bir selam çakmış olursunuz.
Bana da bayramınızı kutlamak kalır.
Kutlu olsun.
Sevgili Kardeşim, her zaman olduğu gibi bu vahim durumu o kadar güzel tahlil etmiş ve çözüm yollarını da göstermişsiniz, ayrıca bununla da kalmamış sözde bizi yönetenlere de kibarca uyarılarınızı yapmışsınız.Dilinize, kaleminize sağlık, çok teşekkürler.
Öncelikle bayramın kutlu olsun ergincim. Yazdıkların böyle bir günde çok anlamlı. Altına imzamı atıyorum. Teşekkür ederim…