Alinur-Birdwood-Venizelos…
Alinur Aktaş, “30 Ağustos Zafer Bayramı, halkın genelini ilgilendiren bir bayram değildir” diye buyuran Bursa Büyükşehir Belediye Başkanıdır.
30 Ağustos Zafer Bayramı, 1922’de Dumlupınar Meydan Muharebesinde son taarruzla birlikte düşman kuvvetlerinin bozguna uğratılarak vatanın tümden düşman istilasından kurtarıldığı gündür. O günden beri Türkler 30 Ağustos’u büyük bir gururla Zafer Bayramı olarak kutlar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bu kutlu gün sayesinde kurulmuştur.
Bursa ise hala demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin bugünkü dördüncü büyük kenti ve dördüncü büyük ekonomisidir. Bursa’nın Milli Mücadeledeki yeri büyük önem arz eder. Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak amacıyla bilimsel eğitimi millete rehber kılan Atatürk, ilk devrimi olan eğitim seferberliği için, Cumhuriyetin 1. eğitim şurası olarak da adlandırılan Muallimler Şurasını 30 Ağustos Zaferinin hemen ardından 27 Ekim 1922 de Bursa’da toplamıştır. Atatürk’ün, gericiliğe aman verilmesin diye her Türk vatandaşına yüklediği sorumluluğu ifade eden 1933’teki Bursa Nutku, tüm Bursalılar için ayrıca bir gururun ifadesidir. Bursa Osmanlı İmparatorluğunun dibacesidir. Bursa, modern Türkiye’nin bir tarih, ticaret, tarım, kültür, turizm, sanayi ve teknoloji kentidir.
İşte Alinur Aktaş, tüm bu değerlere sahip, dünyada eşi benzeri az bulunan, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyişiyle de “Baştan ayağa Türk olarak kurulan” böyle bir kentin belediye başkanı sıfatıyla haddini aşıp, Türk milletinin 30 Ağustos Zafer Bayramını küçümseyecek kadar küstahlaşmıştır.
Alinur Aktaş, sözde bu ülkenin bir evladı olarak ve yine bu ülkenin demokratik değerleri sayesinde geldiği bu saygın makamda böyle bir pişkinlikte bulunmuştur. Bu patavatsızlığını ne yazık ki daha önce Nazım Hikmet, Türkan Saylan, A. Taner Kışlalı ve Uğur Mumcu gibi Türk Milletinin birer gurur abidesi olan entelektüelleri ile ilgili talihsiz söylemlerinde de sergilemişti.
Bir de tarihin ülkemize ve milletimize düşman olarak konumlandırdığı farklı milletlerden insanların milli değerlerimize ve atamıza karşı olan tutumlarından örnekler verelim:
Elefterios Venizelos, Türkler Kurtuluş Savaşını verdiği sırada ve daha sonraki yıllarda Yunanistan başbakanıydı. Atatürk 30 Ağustos Zaferinin akabinde İzmir’e gelip şehre nazır Bey Kahvede çay molası verdiğinde, garsona “Venizelos işgal sırasında İzmir’e geldiğinde bu kahveye uğradı mı?” diye sorar. Garsondan “Hayır, gelmedi” cevabını alınca da “Öyleyse boşuna İzmir’e gelmiş” diyerek tarihteki ve bütün kültürlerdeki en usturuplu denecek bir yergide bulunmuştur Venizelos’a karşı.
Öyleyken Venizelos, Atatürk’e ve onun eseri olan Cumhuriyete büyük bir saygı ve hayranlık duyduğundan ötürü, kendi ülkesiyle savaşmış ve ülkesini yenilgiye uğratmış olmasına rağmen o kahramanı Nobel Barış Ödülüne aday gösterip bütün insanlığa ait bir büyük değer olduğunun altını çizmiştir.
William Birdwood, Çanakkale Savaşlarına katılmış ve Yarbay Mustafa Kemal’e yenilmiş bir İngiliz generalidir. İngilizler İstanbul’u işgal ettiklerinde, Osmanlı padişahının da üstünde bir güce sahip olan General Birdwood, Anafartalar Komutanlığı görevinden alınan ve o günlerde gizlice milletin kurtuluşuna çareler bulma hazırlığındaki Mustafa Kemal ile görüşmek için ondan randevu talebinde bulunur. Tek derdi, kendisiyle savaştığı halde hiç karşılaşmadığı bu dahi askeri görmek ve Çanakkale’deki orantısız güç savaşında nasıl bozguna uğratıldıklarının sırrını bizzat ondan öğrenmektir. Kendisiyle buluşur ve gerçekten de nerede hata yaptığını ondan öğrenir. General Birdwood, ülkesini işgale geldiği çiçeği burnundaki bu genç generalin, yani Mustafa Kemal Paşa’nın karşısında bir kez daha şaşırıp dehasıyla büyülenir.
İngiltere tarafından kendisine Sör, Baron ve Feld Mareşallik unvanı verilen bu kudretli asker, Hindistan Orduları Başkomutanlığına da getirilmiştir. 1938’e gelindiğinde, büyüklüğüne sadece General Birdwood’un değil, tarihin tanıklık ettiği Atatürk hayata gözlerini yumar. O tarihte ayakta duramayacak kadar yaşlı ve hasta olan bu ünlü asker, İngiliz Hükümetinden izin alıp cenaze törenine katıldığında, onun ve tüm dünya liderlerinin önünden geçirilen tabuttaki müteveffa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve Türklerin Atasının naşının yanı sıra, değişen yönüyle yeniden yazılan bir tarihin akışıydı sanki.
İşte General Birdwood’un o haliyle ve yıllardan sonra giydiği mareşallik üniformasıyla ayakta selama durduğu vaziyet, hayatında hiç yenilmemiş bir dünya liderinin görkemli hatırasına idi.
Neye rağmen biliyor musunuz?
Atatürk’ün 1915 de Çanakkale Boğazına gömdüğü İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan emperyalizmi, askeri ve siyasi olarak desteklediği komşu Yunanistan’ı geldikleri Orta Asya’ya geri göndermek üzere 15 Mayıs 1919’da Türklerin üstüne saldırtmıştı. Hastalanmış ve kokuşmuş Osmanlı İmparatorluğunu aralarında bölüşmek üzere 1918’den itibaren yeniden yola çıkarak, Çanakkale’yi geçip elini kolunu sallayarak vatanın içlerine kadar girmiş bu yayılmacıların, Atatürk bu kez Anadolu bozkırında çıkmıştı karşılarına. İşgal ordularını İzmir’e kadar kovalayıp oradan Akdeniz’e dökmüştü.
İşte buna rağmen o ulusların mensupları olan bu iki insan, haklı davasında Türklerin ve Atasının hakkını teslim etmişlerdir!
Bu iki tarihi kişiliği bu yönleriyle anlatmamızın nedeni, bunların Türk milletine ve onun büyük zaferleri ile büyük eserlerine karşı takındıkları onurlu ve gerçekçi tutumlarının yanında, sözde bu milletin bir parçası olarak ahkâm kesen Alinur gibi zevatın, gerçekte millete ve milletin şerefli kazanımlarına ne kadar da düşman olduklarının karşılaştırmasını yapabilmekti.
İnsan düşünüyor; dünyanın neresinde insanlar kendi milletine, devletine ve kurucu değerlerine karşı bu derece ihanet içerisinde olabilir diye!
Bir de acaba, diyor insan; eğer ülke genelinde ve Bursa’da cumhuriyetçi, milliyetçi, devrimci kısacası gerçekten de Atatürkçü bir muhalefet olsaydı, böyle düzenbazlar bu yetkin makamlara kadar yükselebilir ve bu bozguncu söylemlerde bulunabilirler miydi?
Öyle bir muhalefet olsaydı; ‘’Venizelos ki Yunan medeniyetinin, Birdwood ki üzerinde güneşin batmadığı Britanya İmparatorluğunun birer seçkin simaları; ulusumuzun ve dünya barışının banisi büyük Atatürk’e ve onun büyük eserim dediği Cumhuriyetimize taparcasına saygıda bulunurken, Alinur Aktaş, sen kim oluyorsun da varlığımızı borçlu olduğumuz büyük zaferi görmezden gelip küçümsüyorsun” deyip hukukun gerektirdiği şekilde haddini bildirmez miydi?