Artıkların dünyası…
Yalın ayaklarım kaldırım taşlarına basarken, kabuk bağlamaya zaman bulamamış yaralarım kanını akıtmaya başlıyor. Yolumu kızıl damlalar çiziyor, tüylerini temizleyecek su bulamayan kedilerin kokuşmuş bir dalak için kapıştığı çöp tenekesinin önünde duraklıyorum.
Artıkların evinden yayılan koku öğürmeme neden oluyor, suyunu akıtmış çöplerin yanına bedenimde olduğunu bilmediğim kadarını boşaltıyorum. Birbirlerine yapışmış saç tellerim bu tiksindirici sıvıyla kaynaşıyor, kazağımın ucuyla pisliği arındırıyorum.
Siyah torbalardan destek alıyor, gövdemi bu rezilliğin içine bırakıyorum. Porselen tabaklarında istenmeyenleri çatallarının uçlarıyla sokağın zehrine bırakanların bereketiyle guruldamaktan uyuşmuş karnımı doyuruyorum. İşimi bitirdiğimde lacivert göğe kaldırıyorum başımı şükürlerle, yağlı ellerimi yağan yağmura bahşediyorum.
Allah’ın hamamında kirli bedenimi rahatlatıyorum.
Sütsüz dişi kuru köşede tüylerindeki ıslaklıktan kurtulmak için silkeleniyor, bulutlar yeteri kadar kustuğunda yarım ay biz sokak canavarlarının gece lambası oluyor ve bitli battaniyeye kıvrılıyorum. Yanı başıma mızmız bir kedi yanaşıyor, ona yer veriyorum ve artıkların dünyasında özgürlüğü tatmış biz ömrümüzden çalınan bir güne daha umutsuz dualarımızla veda ediyoruz.