Atatürk’deki Vatan (IV)

18.02.2021
A+
A-

“Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.” diyen Atatürk’e göre; vatan sevgisi, Türk milliyetçiliğinin de temelidir: “Vatanımız, Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde varlıklarını sürdüren eserleri ile bugünkü yurttur. Vatan hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez ve bütündür.”

Balkan Savaşı’nda, Çanakkale’de, Kafkaslar’da ve Filistin-Suriye cephelerinde Anadolu Türk insanı nice felaketler, acılar yaşamıştır. Mustafa Kemal, İngiliz ve Amerikan Mandasına karşı vatanın bağımsızlığı için “ya istiklâl ya ölüm” şiarı ile Millî Mücadele’yi başlatmıştır.

Atatürk hem millî mücadele döneminde, hem de Cumhuriyetin ilânından sonra her zaman vatan ve millet sevgisinden büyük bir coşkuyla bahsetmiştir. Türk milliyetçiliği onun için vazgeçilmez bir ilke olmuştur. Türk milliyetçiliğinin hocalarından Ziya Gökalp’in fikirlerini benimsemiştir. O’na karşı ‘fikirlerimin babası’ iltifatında bulunmuştur. Türk milletine ve Türk vatanına hizmet; Atatürk’ün daima yaşama gayesi olmuştur.

Atatürk, 1933 yılında Onuncu Yıl Nutku’nda bu duygularını şu şekilde ifade etmektedir;

“Daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphe yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Bugün, aynı inanç ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük bir millet olduğunu bütün medeni âlem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır.

Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda bir güneş gibi doğacaktır.”

Millî Mücadele’nin arifesinde Türk milletinin, devletinin istikbal ve istiklalinin Türk milliyetçiliğine sarılmakla mümkün olduğu çok acı tecrübelerle öğrenilmişti. I. Dünya Savaşı’nda ve Milli Mücadele’de yedi düvelle savaşanların kurmay kadrosunun fikri yapıları: Türk milliyetçiliğidir. Eğer onlarda o yüksek idrak seviyesi olmasa idi neler olurdu bir düşünelim:

Kuzeyde, Karadeniz Bölgesi’nde Rumlar bir Pontus-Rum Devleti kurmak istediler. 1919’larda Pontus Devleti’nin kurulması için Rum’lara emperyalist ülkeler yardım ettiler. I. Dünya Savaşı’ndan kalan silahlarla Karadeniz kıyılarına Rusya’dan getirilen Rum ve Ermeniler çıktılar ve bunlar çeteler kurarak, dağlarda, köylerde Türkleri katlettiler. Batı Anadolu’da Yunanlılar Megalo İdea peşinde Yunan devleti kurmak için İzmir’den Anadolu’yu işgale başladılar. Kuva-yı Milliye güçleri onlarla çarpıştı. Türk milleti, Türk milliyetçisi subaylarla düşmanı Anadolu topraklarından Ege Denizine sürerek boğdu. Doğu ve Güneydoğu’da Ermeni çeteleri kutsal topraklarımızı binlerce masum Türk’ün kanı ile buladılar. Yine yiğit Türk milletini, Türk milliyetçileri ve Mustafa Kemal’in arkadaşları teşkilatlandırdı. İstanbul ve Anadolu’nun çeşitli yerleri de emperyalistlerce işgal edilmişti. Fakat sonuç Türklük düşmanlarının umduğu gibi olmadı. “Türkiye Türklerindir” hakikati, dünyaya öğretildi. O dönemlerde göçlerle ve mübadele ile gelen soydaşlarımızın Türk Milletinin ayrılık kabul etmez asli unsurları olduğu görüldü. Anadolu Türkleri ile birlikte Balkan, Kafkas, Kırım ve daha nice diyarların Müslüman Türkü omuz omuza mücadele ettiler, şehit oldular, koyun koyuna yatmaktadırlar. Bu Milleti şehitlerin kanı akraba kıldı, kan kardeşi eyledi. Türk Milleti’nin yeniden dirilişi böyle oldu. Milletleri durağan yapı zannedenler yanılmaktadırlar. Milletler ırmaklar gibi akar, deryalar gibi coşarak yaşayan varlıklardır. Onları, tarih harmanlar, rüzgâr, çiçekten çiçeğe taşır. Kız alıp, damat alıp zenginleşir. Balkanlı, Karadenizli ile Kafkaslı Marmaralı ile, Kerküklü, Kırımlı Karadenizli ile, Akdenizli ile, Egelisi, İç Anadolulusu, Doğunun Güneydoğunun evladı ile evlenir. Kısaca Türkiye’de gettolar yoktur, her seven gönül sevmesini bilen yürek istediği ile evlenir. Evlatlar, torunlar Ulu Türklük çınarının çiçekleri yaprakları olurlar. “Türk ebrusu” oluşur, kimse bu ebrunun desenlerini ayıramaz. Bu desende “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz içindir.” Türkiye’yi mozaik mantığı ve gözü ile görenler bu milleti anlayamazlar.

Türk milliyetçileri tarihte olduğu gibi, bugün de doğruları yüksek sesle söylemek Türk Milletini uyandırmak, bu konuda hata üstüne hata yapanları uyarmak zorundadırlar. “Türk Milliyetçiğine karşıyız” sözünü sürekli tekrarlayanlara ise; bizim karşımızda iseniz, kimin yanındasınız demelidirler. Zaman zaman şahit olduğumuz, Türk milliyetçisi arkadaşlarımızın Atatürk dâhil birçok tarihi şahsiyetimizi eleştirdiklerini görmüşüzdür. O arkadaşlarımıza soruyorum: “Türk Milliyetçiğine karşı olanlara” hangi makam ve mevkiye sahip olurlarsa olsunlar, gereken cevabı verebiliyor musunuz? Türk Milliyetçiliği, Türklük için, aziz vatanımız için sıradan bir kavram değil bu devletin temelidir.

Atatürk diyor ki: “Biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle iş birliği yapan bütün milletlere saygı duyar ve riayet ederiz.” “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir(…) Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde Türk dili ile konuşan, Türk kültürü ile yetişen, Türk ülküsünü benimseyen her kişi, Türk’tür” demiştir.

Atatürk ve Türk milleti kavramlarının unutturulmaya çalışıldığı nerde ise telaffuz edilmesinden bile çekinildiği bir ortam oluşturulmaya başlanmıştır. Bunları tahmin edercesine konuşan Atatürk; “Bir zamanlar gelir beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkâr edenler ve bana karşı çıkanlar olabilir. Hatta bunlar benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidir ki bu fikirler, Hind’den, Mısır’dan döner dolaşır gene gelir, feyizli neticeleri kalpleri doldurur.” “En mühim ve feyizli vazifelerimiz Milli Eğitim işleridir. Milli Eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lazımdır. Bir milletin hakiki kurtuluşu ancak bu suretle olur.”

Atatürk, Türk milliyetçiliği meşalesini yüreğinde asla söndürmemiştir.

Şimdi ise; idareci, okumuş, kanat önderi vb. dediğimiz birçok kişi Türklük çınarının dallarını kırmayı yapraklarını koparmayı kendilerinde hak görmektedirler.

Mehmet Akif:

“Bir millete tefrika girmedikçe düşman giremez.

Toplu vurdukça yürekler O’nu top sindiremez” diyordu.

Emperyalistlerin istedikleri gibi kullandığı ve üçüncü dünya ülkelerini parçalamak için ihraç ettikleri; etnik (etnisite) kavramını dillerine dolayıp “İslâm Medeniyetinin” idrak dairesinden uzaklaşmaktadırlar. Bu kavram öncelikle medeniyetimizin bir kavramı değildir. İlmî olmaktan ziyade ideolojik amaçlar taşımaktadır. Önce zihin dünyamızda, batının virüs nitelikli kelimelerini sorgulamalıyız. Millî bünyemize uygun ve İslâm medeniyetinin zenginliğinden esinlenmiş kavramlar ile sosyal gerçeğimizi anlamlı kılmalıyız. Türklük, asırlar öncesinden Fahr-i Kâinat efendimiz Hz. Muhammed’in (O’na selam olsun) övgüsüne mazhar olmuştur. Bu husus da ki hadisler herkesin malumudur. Hz. Nuh oğlu, Yafes oğlu, Türk’den neşet eden bu millet nasıl bir Milliyetçilik yaptığının şuurundadır.

Türklük şuurunu can-ı gönülden benimsemiş, Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” vecizesini idrak etmiş onca vatan evladı vatanpervere adeta “Sen Türk değilsin” demek büyük bir haksızlıktır.  Sürekli olarak kimlikler icat edilerek nerede ise 75 milyonluk Türkiye’de 75 milyon Millet var denilecektir. Ziya Gökalp’ın söylediği gibi “milliyet bir terbiye ve kültür işidir.” Türk-İslam terbiyesi almış insanımızdaki aidiyet şuurunu parçalamak, ondan sonra da birlik istemek sosyal gerçeklerden bihaber olmak demektir.

Mustafa Kemal Atatürk: “Ülkeniz sizindir, Türklerindir. Bu ülke, tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.” derken, “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, her şeyden evvel Türkiye’nin istikbaline, kendi benliğine, millî an’anelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu ögretilmelidir.” diye öğütlemekte idi. “Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır.” diyordu.

Mustafa Kemal Atatürk; “Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün varlığı bu köhne âleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek.”

O, Türk milletine daima birlik ve dirlik çağrısı yaptı, milletini iyiliğe, ileriye teşvik etti:

“Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu mesale, müspet ilimdir.”

Her zaman gerçekçi oldu; “Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa husule gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner.” “Hiçbir medeni devlet yoktur ki ordu ve donanmasından evvel iktisadını düşünmüş olmasın.”

Ülküsü olmayan milletleri var olmayacağını bildiği için ülkülerini Türk Dil ve Tarih Tetkik Cemiyetleri ile taçlandırdı. Vatan böyle vatan yapılırdı. İlimle fenle idrakle irfanla Anadolu yeniden mamur edildi, vatan kılındı.

Türklük, insanımızın kabullenmeye çekindiği, zorlama ve yapay aidiyetlere feda edilmek istendiği yetim ve öksüz bir hale büründürülmüştür. Hayır! Bin değil 300 milyon kere hayır! Yeryüzünde ne kadar Türk varsa o kadar hayır!

Prof. Dr. Fuat Köprülü’nün Atatürk’e Türkiyat Enstitüsü’nün ambleminin nasıl olması gerektiğini sorduğu zaman Atatürk;

“Fuat Bey!

Karlı Tanrı Dağları’nın önünde elinde meşale tutan bir bozkurtolsun, bu meşale genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilminin ifadesi olsun. Ergenekon’dan çıkmamıza kılavuz olan bozkurt, Türklüğün Anadolu topraklarındaki yeni devletinin kuruluşunu ifade etsin.” demiştir.

Atatürk ve Türk Milliyetçileri için Türkiye; Ergenekon’dur.

Türklüğün ebedi liderlerinden Atatürk; “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı, ve Makedonyalı hepsi aynı ırkın evlatları ve aynı cevherin damarlarıdır.” demişti. Bugün ise vatan evlatlarına “Sen Türk değilsin, Sen Türk değilsin! diyerek adeta psikolojik şartlandırma ve aidiyet parçalanmasına sebep olunmaktadır. Türk Milletine yapılan “ilimsiz ve ufuksuz” hitaplar nihayete ermelidir. Kürsüler ve mevkiler kimseye Türk Milliyetçiliğini tahkir etme hakkını veremez. Üstelik bu mevkilerde bulunan insanlar; bin düşünüp bir söylemelidirler.

Atatürk’ün, “Milletim Türk, vatanım Türkiye, ülküm Türklük’tür!” “Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terkedilemez!” emanetleri sonsuza kadar Türk Milliyetçiliğinin ilkeleridir. Bütün dünya işitsin ve bilsin ki biz, bu muhteşem kavramları yolda bulmadık; atalarımızdan miras ve Resuller Resulu,  Sevgililer Sevgilisi, kâinatların yaradılış gayesi Hz. Muhammed (SAV)’in bu Aziz Türk Milletine müjdelerinden aldık.

Mustafa Kemal Atatürk asla Türkiye dışındaki Türk ve İslam dünyasına da bigâne kalmamıştır. Onun için diğer Türk ve İslam diyarları da ilgilenmemiz gereken vatan toprakları idi.

1933 yılı 29 Ekim gecesi, herkes Cumhuriyet’in 10. yılını kutluyor. Atatürk o sırada Türk Ocağı’nda yabancı diplomatlara yemek vermektedir. Atatürk halkıyla sohbet etmeyi çok sevdiği için sandalye ve masa ister, ki isteyenler ona sorularına sorabilsinler. Soru sormak için gelen kişilerden biri Zeki isimli 25 yaşlarında bir doktordur. Atatürk’e yaptıklarının yeterli olmadığını söyledikten sonra Dr. Zeki der ki:

-Milletlerin babadan-oğula sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz bize böyle bir ideal aşılamadınız! Yahut benim bundan haberim yok! Bunu bize açıklar mısınız Gazi Hazretleri…

Atatürk bu soruya şöyle cevap verir;

-Bunlar vicdanımıza yazılmış gerçeklerdir; konuşulmaz, yaşanır! Elbet bu milletin bir ülküsü olacaktır ama bu ülküler devletler tarafından açıklanmaz; Millet tarafından yaşanır! Nasıl, bakarken gözlerimizi görmüyor, onunla her şeyi görüyorsak, ülkü de onun gibi, farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar ve her şeyi ona göre yaparız. Ben devlet başkanıyım! Sorumluluklarım vardır! Bu sorumluluklarım altında konuşamam! Bu konuda genç arkadaşlarımla ayrıca konuşacağım.

Sonra Atatürk, halkın Cumhuriyet Bayramı’nı tekrar kutlar ve Dr. Zeki’yi yanına alarak Genel Müdür’ün odasına çıkar. Atatürk’ün arkasında duvarda bir Türkiye haritası vardır.

Karşısında oturan Dr. Zeki’ye:

-Benim arkamdaki haritayı görüyor musun?

-Evet Paşam.

-O haritada Türkiye’nin üstüne abanmış bir blok var, Onu da görüyor musun?

-Evet, görüyorum Paşa Hazretleri

-Hah. İşte o ağırlık benim omuzlarım üstündedir. Omuzlarım üstünde olduğu için, ben konuşamam!

Düşün bir kere… Osmanlı imparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün bunlar vardılar. Dünyaya hükmediyorlardı! Avrupa’yı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı? Demek hiçbir şey sür-git değildir! Bugün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az bir şey kalacaktır. Devletler ve milletler, bu idrakin içine olmalıdırlar.

Bugün Sovyetler Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var! Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir! Bugün elinde sımsıkı tuttuğu Milletler, avuçlarından sıyrılabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir!

İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir!

Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız!

“Hazır olmak” yalnız o günü susup beklemek değildir, “hazırlanmak lazımdır.” Milletler, buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür! Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz! Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur! Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; Bizim onlara yaklaşmamız gerekli…

Tarih bağı kurmamız lazım… Folklor bağı kurmamız lazım… Dil bağı kurmamız lazım.

Bunları kim yapacak?

Elbette Biz…

Nasıl yapacağız?

İşte görüyorsunuz, “Dil Encümenleri”, “Tarih Encümenleri” kuruluyor.

Dilimizi, onun diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece, birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda, tıpkı bir vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih öğretimiz olması gerekli. Ortak bir mazimiz var, bu maziyi, bilincimize taşımamız lazım. Bu sebeple okullarda okuttuğumuz tarihi Orta Asya’dan başlattık! Bizim çocuklarımız, orada yaşayanları bilmelidirler. Orada yaşayanlar da bizi bilmeli…

İşte bunu sağlamak için de “Türkiyat Enstitüsü”nü kurduk. Kültürlerimizi, bütünleştirmeye çalışıyoruz! Ama bunlar, açıktan yapılmaz! Adı konarak yapılacak işlerden değildir. Yanlış anlaşılabildiği gibi, savaşlara da sebep olabilir. Bunlar, devletlerin ve milletlerin derin düşünceleridir.

İşitiyorum: Benim dil ve tarih ile uğraştığımı gören kısa düşünceli bazı vatandaşlarımız; “Paşanın işi yok! Dil ile Tarih ile uğraşmaya başladı” diyorlarmış. Yağma yok! Benim işim başımdan aşkın. Ben bugün çağdaş bir Türkiye kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının Türkiye’sinin temellerini de atmaya o kadar dikkat ediyorum. Bu yaptıklarımız, hiçbir millete düşmanlık değildir. Barıştan yanayız, barıştan yana kalacağız! Ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel dengeleri için hazır olacağız. Bunları sana, akıllı bir genç olduğun için söylüyorum. Açıktan söylemiyorum, kulağına söylüyorum… Sen bil, gerekçesini kimseye söylemeden böyle davran, çevrenin de böyle davranması için gerekeni yap! İdealler konuşulmaz, yaşanır!”

İslâm dünyasındaki hassasiyetini ise aşağıdaki sözleri netleştirmektedir: 1936 yılında yaptığı basına yansıyan açıklamalarında Filistin’in Avrupalılar tarafından ele geçirilmesi ve buradan da Arabistan’a doğru yapılacak bir saldırı ihtimalini değerlendirirken şunları söylüyordu: “Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslam’ın mukaddes yerlerinin Museviler’in ve Hristiyanlar’ın nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki; buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz! Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslam’a lakayt olmakla itham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen Hazret-i Peygamber’in son arzusunu yani mukaddes toprakların daima İslam Hâkimiyeti’nde kalmasını temenni için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin Selahattin’in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri bu toprakların yabancı hakimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün Allah’ın inayetiyle kuvvetliyiz. Avrupa’nın, bu mukaddes yerlere temellük etmek için (yani sahip olmak için) atacağı ilk adımda bütün İslam aleminin ayaklanıp, icraata geçeceğine hiç şüphemiz yoktur.” (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 27.7.1937.tr ve 438 A sayı) Atatürk’ü ve Türk Milliyetçiliğini anlamak isteyenlere bu tarihi sözler her şeyi özetlemektedir.

Yüce Allah Müslüman Türk milletinin yar ve yardımcısı olsun. O’nu iki cihanda aziz kılsın. Tarihinden daha muhteşem bir geleceğe kanatlandırarak İslâm’ın inanç, adalet, ilim, irfan, sevgi, feraset, basiret iklimlerinden nasiplendirsin ve kâinatlara hizmetkâr olacak kıvama kavuştursun.

***

Kaynaklar:

  1. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. Atatürk Kültür, Dil   ve   Tarih   Yüksek   Kurumu Atatürk   Araştırma   Merkezi. 1977.
  2. Yusuf Koç-Ali Koç. Tarihi Gerçekler Işığında Mustafa Kemal Atatürk. Kamu Birliği Hareketi Eğitim Yayınları. Ankara 2004.
  3. İsmet Bozdağ. Atatürk’ün Avrasya Devleti. Tekin yayınevi. 1999.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.