Ayasofya’yı açmak demek…

12.10.2020
A+
A-

Değerli okurlar, Aziz Türk Milleti,

Demek ki artık zamanı geldi, zamanın ruhu tecelli etti, gerekli şartlar yerine geldi ki Ayasofya’yı açma zamanı geldi.

Bu ülkede, Türkiye’de, “Elhamdülillah Müslümanım” diyen hiç kimse, camiye karşı değildir olmaz da. Ayasofya’nın açılması; hem iç politika ve siyasete, hem de özellikle dış politika ve ‘dış mihraklara, üst akıla’ karşı simgesel bir güç gösterisiydi. Zamanın ruhunun tecelli etmesi gerekiyordu. Biz bilemeyiz vatandaş olarak bu kadar “yüksek meseleleri, cahil aklımızla…” Lakin 5 yaşından bu yana yetiştiğimiz bu ülkede ailemizden aldığımız vatan sevgisi, ahlak, din sevgisi; okuldan aldığımız Atatürk milliyetçiliği, cumhuriyetçilik, hürriyet ve bağımsızlık sevdamız, genç olduğumuzda kazandığımız bayrak sevdası, okumak ve araştırmak gibi edindiğimiz özellikler ile konuya baktığımızda;

Ayasofya’yı açmak demek, Vatikan ve Kudüs Mescid-i Aksa’ya göz dikmek demektir kanaatimce…

Devlet olarak böyle bir politika, hedef, strateji, ekonomik güç, iç siyaset ve halk birlikteliği, dış siyaset ve taraf güçlü devlet ortaklıklarımız var mıdır? Eğer yoksa “Dış mihrak, üst akıl, Siyonizm” diye niteleyebileceğimiz alayının, zaten ezelden beri hedefi, düşüncesi ve emeli olan Ayasofya ve Anadolu hayali şimdi daha da kudurdu ve hızlandı… Biz sade vatandaş, kavruk Anadolu insanı olarak vatanımıza, bayrağımıza, kutsalımıza dikilen göz, uzanan ellere karşı devlet, “ama siyasî iktidar değil, Türk devleti” çağırdığında hazır askeriz zaten. Bir can değil mi; öyle ya da böyle gitmeyecek mi? Devlet adına ve uğruna gitmiş olması şeref verir, onur verir, 60 milyon çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı Türk milletine…

Lakin konu bu değil. Açılmasını istemeyenlerin tamamını hain ve dinsiz gösterilmesi, açılış karar şekli (Yargıtay kararı), açılış protokolü, siyaset değilse bile politik malzeme olarak kullanılış şekli, birlik ve beraberliğin sağlanmadan bu işin yapılmış olması… Bazı şeyler yerine oturmuyor sanki… Devleti yöneten, muhalefeti ve muhalif düşünenleri böyle konularda suçlayamaz, kavga edemez, hain ilan edemez, ikna eder!

Ne diyor Abdullah Ağar (Emekli Asker, Özel Kuvvetler Tim Komutanı, Güvenlik Politikaları Uzmanı); ‘’Hani bir an önce bitsin istediğimiz 2020 var ya, belki de dua etmeliyiz bitmemesi için! Bu 2020 bitmeyecek uzun süre! Depremler, yangınlar, doğal felaketler ve virüs özellikle corona, Yüce Allah’ın dünyaya bir mesajı, uyarısı belki de insanlığa tanıdığı bir fırsat! Çünkü virüs olmasaydı dış politikada (isim vermeden) büyük küçük, güçlü güçsüz birçok devlet belli başlı birtakım hazırlıklar içerisindeydi. Bu virüs devletleri yavaşlattı, bazılarının planlarını sekteye uğrattı!

Böyle bir isimden bu şekilde bir açıklama çok ama çok çarpıcı ve kayda değerdir değerli okurlar. Not alın bir kenara derim!

***

Gelelim Ayasofya meselsine…

Ayasofya’nın tarihine bakabilmemiz için önce İstanbul tarihine, dolayısıyla Roma İmparatorluğu’na ve Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlaşma sürecine göz atmamız gerekir. Başlarda, Roma İmparatorluğu’nun siyasi ve kültürel yapısına uymamasından dolayı, Hıristiyanlık yasak bir din olarak kabul edilir. Hıristiyanlar bu yasaktan dolayı 300 yıl boyunca farklı imparatorların elinde zulme uğrarlar. Bu zulmün doruk noktası, M.S 284 – 305 tarihleri arasında İmparator olan Diocletian zamanında olur. Bugünkü İzmit bölgesinde yer alan Nicomedia adlı şehirde, yazlık sarayından Roma İmparatorluğunu yöneten Diocletian öldükten sonra taht kavgası başlar. Dört komutan kendi aralarında savaşa girişirler. Bu taht kavgasından Konstantin galip çıkar ve Roma İmparatorluğu’nun tahtına geçer.

Konstantin, kendisini imparator yapacak son galibiyetinin öncesinde, bir rüyada, göklerde, “XP” işaretini görür. Bu işaret Antik Yunanca’da, ”Χριστός” (Mesih) kelimesinden gelmektedir. Bu, onun Hıristiyanlığa yakınlaşmasını sağlar ve Konstantin ile birlikte Hıristiyanlar 300 yıl süren zulümden kurtulur. Konstantin daha sonra İmparatorluğun başkentini Roma yerine Byzantium ilan eder. Byzantium bugün Sultanahmet, Tarihi Yarımada denilen bölgedir.

Konstantin, M.S 330 yılında Roma İmparatorluğu’nun başkentini bu bölgeye taşır ve ismini Nova Roma, yani, Yeni Roma koyar. Konstantin’in ölümünden sonra insanlar şehre, Konstantin’in şehri anlamına gelen, Konstantinopolis ismini verirler.

Doğu Roma İmparatorluğu’nun en ünlü kilisesi, M.S. 326 yıllarında Büyük Kostantin tarafından yapılarak Allah’a adandı ve “Büyük Kilise” diye anıldı. Daha sonra Hagia Sofya denildi. Birçok kereler yıkıldı ve yapıldı. En son yıkılışı da Bizans tarihinde geçen Nika isyanı sırasında oldu. Bu isyan sırasında tamamen yandı.

Kilise İmparator Jüstinyen tarafından o güne kadar görülmemiş bir zenginlik ve büyüklükte tekrar yaptırıldı. Jüstinyen, kilisenin Kudüs’teki Mescid-i Aksa’dan daha büyük ve süslü olmasını istiyordu. 27 Ocak 537’de büyük bir törenle gerçekleşen açılışta İmparator Allah’a şükür secdesine kapandı ve “Ey Süleyman!  İşte şimdi seni geçtim!” diye haykırdı.

Sonrasında kilisenin büyük bir kısmı depremde yıkıldı.

Ayasofya (Hagia Sophia) dünya çapında üne sahip muhteşem bir mimari eser olarak bilinir. 916 yıl boyunca kilise, 482 yıl boyunca cami olan bu yapı, neden bu kadar ünlüdür?

Her yıl milyonlarca turist tarafından ziyaret edilen bu yapının özellikleri nelerdir?

Ayasofya, Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yapmış olduğu en büyük kilise olup aynı yerde üç kez inşa edilmiştir. İlk yapıldığında Megale Ekklesia (Büyük Kilise) olarak, 5. yüzyıldan itibaren ise Ayasofya (Kutsal Bilgelik) olarak tanımlandı. Ayasofya, Doğu Roma İmparatorluğu boyunca hükümdarların taç giydiği, en büyük kilisesi olarak katedral işlevi gördü.

İlk Düz Haç: Hıristiyanların ilk düz haç kullanımı Ayasofya’ da gerçekleşiyor. Akhineton Haçı yerini böylelikle düz haça bırakmıştır.

Ortodokslar ve Katoliklerin Dargınlığı Ayasofya’ da Başlıyor: 1054 yılında bir ayin esnasında papanın gönderdiği bir temsilci, patriğin aforoz edildiğini bildiriyor. Ayinde bulunanlar olay çıkartıyor ve ayin tamamlanamıyor. Ortodoks Kilisesi ve Katolik Kilisesi bu olay yüzünden tam 911 yıl boyunca dargın ve ayrı duruyor. 1967 yılında Papa 6. Paul’un Ayasofya’yı ziyaretiyle bu dargınlık manevi anlamda son bulmuş oldu.

Kutsal Kâseİ; Hz. İsa’nın, son akşam yemeğinde şarap içmek için kullandığı kadeh olarak bilinir.

İnanışa göre bu kâse çok büyük bir güç teşkil etmektedir.

Kutsal Kâse nerede?

Kral Arthur’un da bu kadehin peşinde olduğunu düşünecek olursak buradan bir sonuca varabiliriz ki o da şudur; böylesine önemli bir hazinenin bir koruyucuya ihtiyacı olmalıdır. Tapınak Şövalyeleri olarak bilinen son derece gizli ve güçlü bir örgüt, kâsenin koruyuculuğunu üstlenmiştir. Prieure de Sion tarikatının (Tapınak Şövalyeleri) kâsenin gerçeklerinden haberdar olması onlara bu gücü vermiştir. Bu gerçeklerinse kadehle birlikte saklı olan belgelerde yazılı olduğu söylenir.

Peki ya kutsal kâse Ayasofya’da olabilir mi?

Anlayacağınız bu Ayasofya, Hıristiyanlar özellikle de Ortodokslar için manevi açıdan oldukça önemli. Hatta tüm dünyadaki Ortodoks Mezhebi mensuplarının merkezi İstanbul ve Fener Rum Patrikhanesi’dir.

Ancak 1453 yılında Osmanlı İmparatoru Fatih Sultan Mehmet tarafından fetih edilmiş ve camiye çevrilmiştir. Peygamber Efendimizin övgüsüne ve Hadis-i Şerifin maneviyatına mashar olan bir komutan ve milleti olarak bizler için de hem maddi, hem manevi oldukça önemli ve kutsal mekândır.

Nihayetinde de 24 Temmuz 2020 tarihinde öyle ya da böyle zaten bizim olan ve cami olarak kullanılmayan, müze olarak kullanılan Ayasofya, cami olarak açıldı.

24 Temmuz alelade bir tarih değil değerli okurlar.

‘Neden’ diye sorarsanız,

1- İkinci Meşrutiyet, Osmanlı Anayasası’nın, 29 yıl askıda kaldıktan sonra, 23-24 Temmuz 1908’de yeniden ilân edilmesi. (Mebuslar Meclisi’nin Sultan Vahdettin tarafından 11 Nisan 1920’de tasfiyesi ile sona eren dönemdir.)

2- 24 Temmuz 1923. TBMM temsilcileri ve Britanya İmparatorluğu, Fransız Cumhuriyeti, İtalya KrallığıJapon İmparatorluğu, Yunanistan KrallığıRomanya Krallığı ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı (Yugoslavya) temsilcileri tarafından, Leman Gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace‘ta imzalanmış barış antlaşması.

***

Devletimiz güçlüdür, Milletimiz dirayetlidir, Irkımız vakurdur, insanımız ferasetlidir.

TÜRK! Dünya tarihinin her evresinde yalnız ve tek başına, mağdurun ve mazlumun yanında;

Mete Han & Oğuz Kaan, Cengiz Han, Balamir Han, Atilla, İstemi Yabgu, Bumin Kağan, Kutluk Bilge Kağan, Gazneli Mahmut, Hülagü Han, Sultan Alp Arslan, Alaeddin Keykubad, I. Kılıç Arslan ya da Kılıçarslan, (Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın oğlu -‘Türbesi taşınan’), Tuğrul Bey, Karamanoğlu Mehmet Bey, Timur, Yıldırım Beyazıt Han, Yavuz Sultan Selim Han, (Türkçü, Turancı, Aydınlık yüzü ile öğrendiğimiz) 2.Abdülhamit Han ve Başbuğ Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk gibi atalarının, hakanlarının ideallerinde,

Sultan Baybars, Kürşat ve 40 Çerisi, Tarkan, Nizamül Mülk, Şehzade Mustafa, Barbaros Hayrettin Paşa, Kazım Kara Bekir Paşa, Fahrettin Paşa, Kılıç Ali, Ömer Halisdemir, Fethi Sekin gibi Komutan, asker ve devlet adamlarımızın izinde,

Ali Kuşçu, Piri Reis, Dede Korkut, Biruni, Farabi, Namık Kemal gibi bilim ve ilim adamlarımızın peşinde ve izindedir.

Ve Tomris Hatun, Kara Fatma gibi kadın kahramanlarımız…

101.yılı vesilesi ile Erzurum Kongresini de buradan kutlamak icap eder diye düşünerek, alınan kararlardan bir kaçını paylaşmak isterim; Milli sınırlar içerinde vatan bir bütündür. Manda ve himaye kabul edilemez. Son vatandaşın kanı dökülmedikçe vatan toprakları terk edilmeyecektir.

Ne diyordu Namık Kemal (Vatan Şarkısı Şiiri – Vatan Şairi);

‘’Ecdadımızın heybeti ma’rûf-ı cihandır,

Fıtrat değişir sanma! Bu kan yine o kandır.”

Namık Kemal;

‘’Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini,

Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini…’’

Biri çıktı ve bu dizelere cevaben, BEN VARIM demişti, BEN VARIM…

ATATÜRK;

‘’Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,

Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.’’

***

Devletimiz var olsun, al bayrağımızın gölgesinde, sağlıklı ve esen kalın, değerli okurlar.

YORUMLAR

  1. Murat Y. dedi ki:

    Müthiş bir yazı olmuş.

  2. Murat Yılmaz dedi ki:

    Çarpıcı

  3. Murat Yılmaz dedi ki:

    Çarpıcı güzel bir yazı olmuş

  4. Murat Y. dedi ki:

    Sürükleyici bir yazı olmuş.

  5. Murat Y. dedi ki:

    Dehşetengiz bir yazı olmuş.

  6. Süleyman dedi ki:

    Tarihi bilgilerle birlikte etkili yazınız için teşekürler Ayhan Bey