Aydınımızın kendisi problemlidir
Türk aydını, cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir zaman kendisinden beklenilen tavrı gösterememiştir. Aydınımız nedense hep güçten yana tavır takınan bukalemunlardan farklı bir duruş sergileyememiştir.
Aydın kimdir, özellikleri, işlevleri nelerdir? Aydın-devlet ilişkisi nasıl olmalıdır? Bu ve benzeri sorular ile aydın kavramı, düşünce tarihimizde Tanzimat’tan beri tartışılagelen bir mevzudur.
Aydın; yaşadığı döneme, o dönemin değerlerine sahip olan, ülkesinin kültürünü içselleştiren, dünyadaki fikir akımlarını bilen, önyargılardan ve peşin hükümlerden uzak duran, karşılaştığı problemleri zihni çabasıyla çözmeye çalışan ve var olan kurulu düzeni eleştirerek başta devlet olmak üzere her türlü kuruluştan bağımsız hareket edebilen, bütün karanlık noktalara projektör tutabilen, aydınlatan, hep ideali arayan, mensubu olduğu toplumun vicdanı ve sesi olan kişidir.
Batıdaki aydın, kiliseye savaş açarak bu kimliği kazanmıştır. Aynı dönemde üretimi elinde bulunduran serf ile yönetimde olan senyörlere cephe alarak, var olan kurulu düzene baş kaldırmıştır. Ancak mensubu olduğu toplumla bütünleşerek bugünkü Batı medeniyetinin öncülüğünü yapabilmiştir. Siyasi yönetimlerden bağımsız ve özgürlüğünden ödün vermeyen bir insan modeli olarak karşımıza çıkmıştır. Toplumu aydınlattığı gibi kendi öznesine de yönelebilen bir zihni formasyona sahip olmuştur.
Batı medeniyetinin evrensel bir güç olmasından sonra aydın anlayışı da zamanla buna paralel bir şekilde fonksiyonel olarak değişikliğe uğramıştır. Günümüzde Batılı aydın, emperyal güçlerin birer propagandacısı haline gelmiş, devlete bağımsızlığını kaptırarak bürokrat ya da emperyal güçlerin verdikleri görevleri yapan bir memura dönmüştür. Zira bu kadar savaş ve insan hakkı ihlallerinin olduğu bir dünyada, Batılı aydın tepkisini duyamamamız günümüzde aydın özelliğini yitirdiğinin en açık göstergesidir.
Askeri yenilgilerden sonra Batı’nın üstünlüğünü kabul etme ve akabinde Batılaşma hareketi devlet eliyle gerçekleştiği için devletin bürokratı konumundaki aydınlar da Batı medeniyetini olduğu gibi alma yönüne gitmişlerdir. Devletten bağımsız bir aydın zümresinin olmayışı, sorgulamadan çok Batıyı olduğu gibi taklit etme hedeflenmiştir. Bu anlayış, Türk aydınının toplumdan kopmasına neden olduğu gibi o dönemin pozitivist anlayışlarının da Türkiye’deki savunucuları durumuna geçmelerine sebep olmuştur. Aynı aydın zihniyeti günümüzde de AKP iktidarıyla egemen güce dönüşen ihvan öğretisinin aklileştirilmesi için çaba göstermektedir.
Batı’da aydın gelişmenin önündeki engelleri (kilise ve feodalite) kaldırmaya çalışırken bizim aydınlarımız için böyle bir problem olmamasına rağmen –ki İslam dini her türlü gelişmeyi teşvik eden bir yapıya sahiptir- topluma cephe alma ve toplumu tasarlama gibi akılcı olmayan yöntem ve materyalist bakışlı ideolojilere sarılmayı tercih eder.
Aydın –toplum ikilemi çok partili sisteme geçişe kadar devam eder. Aydın ile toplum arasında bağlar zamanla tamamen kopmuş; ortak diyebileceğimiz mekânlar, ritüeller, inançlar kalmamıştır. Maddi –manevi değerler, aydınımız için gelişmenin önündeki en büyük engeller olarak algılanmıştır. Dün ‘Türk insanının genetik yapısı, dini inancı gelişmeye engel’ diyenler varken şimdilerde ‘İslam’a dönüş ancak gelişmeyi sağlayabilir’ denilmektedir. Ancak teoride İslam, pratikte kapitalist yapıyla bütünleşmekten kurtulamamaları hatta savunucu durumuna geçmeleri, Tanzimat aydınından hiç de farklarının olmadığını göstermektedir.
Günümüzde aydın toplumla bütünleşme çabası içerisine girmiştir ancak bürokrat mantığından ya da güçlüden yana tavır ve onunla bütünleşme gibi bir aydının yapmaması gereken tavırları sergilemesinden kaynaklanan bir çıkmaz içine de girmiştir. Bu mantık bizi Tanzimat dönemi aydın anlayışına geri götürmektedir. Oysa aydının, toplumun vicdanı ve geleceğini kuşatan bir ufka sahip olması gerekirdi. Dün CHP’nin militanı gibi davranan aydınlar; topluma fildişi kuleden bakarken, bugün de belirli güçlerin intikam duygularına kılıf hazırlayan ideologlar gibi davranmaktadır.
Basın–yayın organlarında çalışan, bir ideoloji, cemaat, tarikat ya da siyasi partiye mensup olan aydın, özgürce düşüncelerini açıklayacağına, kendisine izin verildiği kadarıyla iradesini kullanabilmektedir. Bu vasıflarıyla bir aydından ziyade bir memur ya da bürokrat görünümündedir. Biat ile özgürlük kavramları bir arada aydın diyebileceğimiz aynı kişide içselleşemez. Bu durum, aydın mantığının ilkelerine de terstir. Eğer aydınlarımız bir aydının yapması gerekenleri yapsalardı, Batı medeniyetinin taklidini yapmayacakları gibi günümüzde de toplumun vicdanına kulak vererek yapılan yanlışlara karşı bir duruş sergileyebilecekken karşılaştığımız durum hiç de öyle olmamıştır. İhtilaller de diktayı, siyasi iktidarların yanlışlarını kayıtsız şartsız destekleyen yine bu sözde aydın dediğimiz grup olmuştur.
Yeni bir aydın profiline ihtiyacımızın olduğu ortadadır. Sorgulayan, araştıran, çözümler üreten, derinliği olan, olaylara bütüncül bakabilen ve toplumun önünü açan, aktaran değil üreten gerçek aydına bu medeniyetin ihtiyacı vardır. Bütün kurum ve kuruluşların aydın üzerindeki baskıyı azaltması ve aydının yetişebileceği ortamlar hazırlamasına her zamandan daha çok ihtiyaç vardır. Ülkemizi aydınlık günlere götürecek olan Türk aydınlarıdır. Dolayısıyla aydın olmak; zoru seçmek, ufuk açmak, yanlışa karşı gerekirse tek başına savaşmaktır.
Velhasıl aydın olmak zor zanaattir…