‘Bereketli Hilal’ altımızdan çekiliyor
Atalarımız, toprağın önemini çok iyi biliyordu ki dörtnala gelip uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu bereketli toprakları vatan edindiler. Biliyorlardı; bu memleketin dünyanın en kadim toprakları üzerinde olduğunu…
Sümer’den sonra Mısır uygarlığının da tükenişini fırsat bilen Yahudiler, tarihi olsun, hayali olsun tüm atalarını, krallarını uyduruk dini hikâyelerle peygamber diye yutturdular Hıristiyanlara ve Müslümanlara. Bu uyduruk hikâyelerden biri de İsraillilerin, “Kenan” diye adlandırdığı bereketli hilalin batı yakasını oluşturan Fırat ve Nil arasındaki toprakları, Tanrıları Yehova’nın kendilerine vaat ettiğini söylemeleridir. Bu masalı ise bilhassa Türk milletine yutturmaya çalışıyorlar.
Misakı Milli sınırlarımızın içinde yer alan Kerkük ve Musul’la beraber Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ile Doğu Akdeniz bölgelerimiz, dünyada “Bereketli Hilal” olarak adlandırılan toprakların gövdesini oluşturmaktadır. Hilalin bir ucu Mezopotamya’yı kat ederek Basra Körfezine, diğer ucu ise Şam ve Lübnan üzerinden Nil ve Kızıldeniz’e iner.
FARKLI MEDENİYETLER DOĞDU
Bereketli Hilal, on binlerce yıl öncesinden günümüze kadar, iklim çeşitliliği, su kaynakları ve özellikle de verimlilik açısından dünyada tüm zamanların en yaşanılabilir toprakları olarak rüştünü ispatlamıştır. Onun için Bereketli Hilal, insanlık tarihi boyunca hep uygarlıklar beşiği olmuştur. İsrail devletinin 1948’de bu hilalin bir kanadının ucunda kurulması, Yahudilerin, Amerika ve İngiltere gibi ağababalarıyla birlikte bu kadim topraklar üzerinde emelleri olduğunun bir ifadesi olabilir mi?
Bütün dinlerin, bütün peygamberlerin bu hilalin gölgesinde zuhur etmesi tesadüf değildir. Bu dinler, peygamberler gelmeden, burada önce Sümer, sonra Mısır medeniyeti vardı. Yazıyı bulanlar Sümerli muhasebecilerdi, ilk destan Gılgamış’ı yazanlar Sümerli edebiyatçılardı, hukuka uygun ilk kanunu çıkaranlar Hammurabi gibi Sümer krallarıydı. Sümer uygarlığı, bu topraklarda medeniyetin doğup gelişmesine öncülük etti. Mısır üzerinden Batı Anadolu ve Yunanistan’a geçen Sümer kültürü, Antik Yunan felsefesini doğurdu. Aristoteles’le birlikte gökteki her şey yere indi, ontolojiyle de maddeden manaya her şey anlaşılmaya başlandı.
PARA, HER ŞEYİ SATIN ALIR HALE GELDİ
Ancak Lidyalılar tarafından MÖ 7. yüzyılda bulunan para, üretilen bir malın satın alınmasının karşılığındaki değer iken, gün gelip doğaya ait toprağı da satın alır hale gelince, Yahudiler parayı tanrısıyla özdeş kıldılar ve yayıldıkları dünyanın her köşesinde paranın sahibi, tedarikçisi yani tefeci olmayı başardılar. Artık dünyada egemenlik, paranın hükmü ile kuruluyordu. Bilgi dâhil her şey paranın güdümüne girdi. Para, toprağın önemini de geride bırakıp, finansman adıyla en etkili üretim aracı oldu.
Para artık toprağı, politikacıları, yöneticileri, iktidarları, bilgiyi, teknolojiyi; onurlu insanlar hariç herkesi ve her şeyi satın alır hale geldi. Anlayacağınız, dünyaya maddi ve manevi hükmeden para olduğu için para kimdeyse dünyanın hükümdarları da onlar oldu.
Anadolu, kapılarını ilk defa 1071 Malazgirt zaferiyle Türklere açmadı. Atatürk, 1923’de Adana’daki bir konuşmasında Hatay için “40 asırlık Türk yurdu, düşman elinde esir kalamaz” demiştir. Anadolu’nun dört bir yanında yapılan arkeolojik kazılarda, Atatürk’ü fazlasıyla haklı çıkaran Ön Türklere ait belirtiler sürekli gün yüzüne çıkmaktadır.
Binlerce yıl boyunca Anadolu’ya ve Bereketli Hilale göç eden Türk ve akraba toplulukların bu bereketli toprakların hakkını vermeleri gerekiyordu. Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde romanını okuyup da oradaki sefaleti gördüğümüzde, Türklerin bu toprakların hakkını yeterince vermediklerini görüyoruz. Selçuklu, şanlı tacını Nizamülmülk’ün okkasına ortak ederek Fars kültürünün etkisine girdi. Osmanlı, keskin kılıcını halifeliğe teşne ederek Araplaştı. Her iki cihanşümul imparatorluk da Yahudi tefecilerin parasıyla tarihin tozlu raflarına kaldırıldı.
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ’NİN AMACI NE?
Oysa Türkler, “Bizi bilmeyen ne bilsin, bilenlere selam olsun” diyen Yunus’larının selamını alsalardı, kendilerinin kim ve nelere muktedir olduklarını anlayacaklardı. “Eline, beline, diline sahip ol” diyen Veli’lerine kulak verselerdi; yurduna, milletine ve kültürüne sahip olunması gerektiğini bileceklerdi. “Kılıç ve saban; bu iki fatihten birincisi ikincisine daima mağlup olmuştur” diyen Atatürk’ü dinleselerdi, tarım ve hayvancılık bitmez, yanlış sulamadan ötürü GAP arazileri 20 yılda çoraklaşmaz, Suriye ile olan sınır bölgemiz de teröristlerin yolgeçen hanına dönmezdi; yılda birbirinden farklı üç ürünün yetiştirildiği bir gıda, et ve süt ambarı olurdu.
Kendisine verilen Yahudi şeref madalyasının övüncüyle, Ortadoğu’da 22 yeni kukla devletin kurulmasıyla ilgili yürürlüğe konulan kadim Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığını üstlenen bugünün saraylısı, İngilizlerle Yahudilerin emrinde ve onların 1920’lerde kurdukları Müslüman Kardeşler örgütü ile birlikte hareket etmektedir.
Yaptıkları şey, bölgenin iki güçlü devleti Türkiye ile İran’ı da Irak, Libya, Suriye gibi etnik parçalara bölerek, enerji kaynaklarını ele geçirmek bahanesiyle bölgeye çöreklenmektir. Ama nihai hedef; yüz yıl içinde tükenecek olan petrolün yerine, insanlık için en stratejik öneme sahip olması beklenen su ve gıdanın ambarı olacak Bereketli Hilalin kontrolünü şimdiden ele geçirmektir.
Emperyalizmin bu uzun vadeli hedefinden başka Türk halkının farkında olmadığı diğer tehlikeler; ‘Arap Baharı’yla Ortadoğu’yu tutuşturan cehennem ateşinin Suriye’de devam etmesi, Türkiye’nin de bu ateş çemberinin içine çekilmiş olmasıdır. Suriye politikasının kendisine kanıksatılmış olmasıdır. Kendi milli, insani değerlerinin adresi olan demokratik ve laik Cumhuriyet’ten uzaklaştırılmasıdır. Bunlarla yetinmeyen işbirlikçi AKP iktidarı, milli eğitim, diyanet, camiler, dini cemaatler ve bilumum gerici güçleriyle Türk halkını Müslümanlık adı altında Araplaştırmaktadır.
ATALARIMIZ ANADOLU’YU YURT EDİNDİ
Başından beri bu tehlikelerle ilgili endişelerimizi anlaşılır kılmak için söylüyoruz: Müslüman olmak başka, Araplaşmak başka. Türk milleti Araplaştıkça, milli duruşunu bırakıp onlar gibi etnik ve mezhepsel bölünmeye gider. Yurt ve vatan sevgisini kaybedeceği için de üzerinde yaşadığı bereketli toprakların kıymetini bilmez. Ve endişemiz; bu hengâmenin sonunda Bereketli Hilal’in, AKP’nin bölgede ve dünyada güçsüz bıraktığı Türkiye’nin elinden alınmasıdır.
Nefes aldığımız müddetçe umudumuzu yitirmeyeceğiz: Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar gibi üç harlı ateşin üçgeninde, Amerika, Rusya gibi iki canavarın avlağında yaşamanın kolay olmadığını elbette biliyoruz. Zaten kolay olanı herkes başarır, önemli olan zoru başarmaktır. Atalarımız başardı: Binlerce yıl önceden bu bereketli toprakları, kanları pahasına bize yurt edindiler. Tarlada, merada, fabrikada, okulda, adliyede, orduda silahlı, diplomaside silahsız, her yerde, her konuda, canla başla çalıştılar, çok ve büyük işler başardılar. Sonunda demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmakla da dünya nezdinde egemen bir devlet, saygın bir millet olduklarını kanıtladılar. Bize düşen, üstleneceğimiz bu onurlu mirası, bu bereketli topraklar üzerinde sonsuza kadar taşımaktır. Bu memleket bugüne kadar sahipsiz değildi; inanıyoruz ki bundan sonra da sahipsiz kalmayacaktır.
Jhon Kenedi Teksas ta suikast niye yapıldığını biliyorsunuz, dünya devamlı savaş halinde olması silah mühimmat tüketimi kan ve ilaç satışı bunlardan besleniyorlar, ortadoğuda devamlı savaş halklar savaşırken iki tarafli kazandılar biryanda silah mühimmat satışı, ortadoğunun petrol ve doğal kaynaklarını rahatça almak
rabıtanın da neyin sembolü olduğunu da. Barisı korumak Tek devlet tek din tek millet tek bayrak eşittir rakifelır ailesi başkanlığındaki yahudi lobisi