Bir Cinayetin Anatomisi…
Öyle kolay olmadı maktulün ölümü.
Can çekişti yıllarca.
Acının her türlüsünü tattı, katillerinin elinden.
Göz yaşları yüreğimizi, çığlıkları kulaklarımızı dağladı.
Yüzyılın en büyük cinayeti…
Dünyanın en acımasız katilleri, en acımasız cinayet planını, adım adım uyguladılar.
Zamana yayılmış bir cinayet…
Kimi zaman bir parmağı koptu, kimi zaman elini yitirdi bilek hizasından…
Önce bir gözü çıkarıldı yuvasından, sonra kolları, kulakları koparıldı birer birer.
Diğer gözüne dokunmadılar…
Zira daha çok acı çekmesini, olanı biteni görmesini istiyorlardı ölene kadar.
Diline de dokunmadılar…
Çığlıklarının, can çekişmesinin, yaşadığı ızdırabın en acı verici hali ile duyulmasını istiyorlardı …
İşte bu yüzden gizlemediler, saklamadılar…
Gözlerimizin önünde oldu her şey.
Tüm haber kanallarından, bölüm bölüm, canlı yayınlandı yüzyılın cinayeti.
Bir türlü sonu gelmeyen, gerilim filmi gibiydi yaşananlar.
Ve bizler, korkudan koltuğumuza sinmiş vaziyette izledik olanı biteni.
Gözü dönmüş caniler defalarca öldürdüler maktulü.
Kim miydi bu acımasız cinayetin kurbanı?
Adalet…
Evet, evet… Türk adaleti…
İlk kurşun Habur’da sıkıldı Adalet’in bacağına. Çadır mahkemelerinde, önüne kırmızı halı serilen teröristler ile birlikte çektiler tetiği.
Sendeledi Adalet…
Bir parçalanan sol bacağına, bir olana bitene baktı.
Teröristler rahatsız olmasın diye, hakim kürsüsünün arkasından kaldırılan Atatürk resmi daha çok acıtmıştı canını…
Haykırdı avazı çıktığı kadar ama bizler duyamadık sesini. Zira devlet’in tepesi “Güzel şeyler olacak” diyordu tam o esnada gür sesi ile…
Sırada kumpas davaları vardı…
Savcısının ve hakiminin kimler olduğu hepimizce malum bu davalarda koparıldı adaletin parmakları…
Bir yanda sahte deliller, düzmece iddianameler, gizli tanıklık yapan teröristler.
Diğer yanda onurları ile gururları ile oynanan, hayatları çalınan yurtsever insanlar…
Bizler olanı biteni anlamaya çalışırken, birisi, katilin heykelini dikmeyi öneriyor, diğeri zırhlı mercedesini tahsis ediyordu katile. Bir diğeri en aşağılık tavrı ile “Türk Ordusu bağırsaklarını temizliyor” diyordu kameralara gülümseyerek.
Adalet son bir gayret ile; “Şayet öyle olsa, o bağırsaklardan sen çıkmalıydın” diye inledi ama ne o utanmaz, ne bizler duyabildik cılız sesini…
Sonra; 17-25 davalarında çıkarıldı adaletin tek gözü.
Sıfırlanamayan milyon dolarlar, ayakkabı kutuları, para sayma makineleri, hediye saatler, bakan çocukları, casusların önüne paspas olan bakanlar, vıcık vıcık ilişkiler…
Sürecin devamında casus ilan edilecek, o günlerin hayırsever iş adamı, TV kanallarında Türk bayrağı önünde, ekonomimize nasıl katkı sağladığını anlatırken, devlet büyükleri otobüs üzerinde, eller havada birleşmiş, adaletin çıkan gözünü kutluyordu…
MİT tırları davasında kesildi Adalet’in kulakları…
Nereye gittiği bir türlü anlaşılamayan, ama daha sonra Başbakan Yardımcısı olacak şahsın yemin ederek Irak Türkmenleri’ne gitmediğini söylediği silahlar ile ilgili, başka bir gazetede günler önce yayınlanmış haberin tekrarından dolayı bir milletvekili tutuklanırken, elinden yürümekten başka bir şey gelmeyen ana muhalefet partsinin 70 yaşındaki genel başkanı Ankara’dan İstanbula kadar yürüme kararı aldı. Elindeki pankartta yalnızca maktulün ismi, “ADALET” yazıyordu.
Dünyada az görülen bu protesto hareketi de yetmedi sesini duyurmaya işkencede kulakları koparılan maktulün. Dönemin başbakan’ı; “İstanbul’a gitmek için bu sıcakta, mübarek Ramazan ayında yürümeye lüzum yok ki. Hızlı trenle gidebilir, eziyet ediyor kendine…” şeklindeki açıklaması ile, aklımızla dalga geçiyordu…
İşkence bitmedi bir türlü. Cumhuriyet davası ve Sözcü davası ile devam etti. Artık kolları da yoktu adaletin…
Sonra Cumhuriyetin Başkenti Ankara’da, Çubuk ilçesinde koparıldı adaletin diğer bacağı. Bir şehit cenazesinde, ailenin acısını paylaşmak için orada olan ana muhalefet partisi genel başkanını, linç edip öldürmek için saldıran gözü dönmüş saldırganlar, her şey kamera kayıtları ile sabit olduğu halde, göstermelik bir gözaltı dışında ifadeleri dahi alınmayarak koparıldı tek kalmış bacak.
Ve son nefesini vermesi adaletin, yine Ankara’ya, Yenimahalle’ye tesadüf etti.
Gazeteci Yavuz Selim Demirağ’ı sahte plakalı bir araç ile takip edip, evinin önünde öldüresiye döven ve kısa süre içinde polis tarafından gözaltına alınan 6 kiralık serseri, Türkiye Cumhuriyeti Savcısı (!) tarafından ifadelerine dahi başvurulmadan salıverildi.
Biliyorum. YSK’nın son kararını unuttuğumu düşünüyorsunuz.
Hayır unutmadım…
Onlar çoktan ölmüş olan adaletin tabutuna son çiviyi çaktılar…