Bir Sevda Masalı

13.02.2020
A+
A-

“Sevda kayığı gündelik hayatın kayalıklarına çarptı 

  Ve battı.”

Bu dizelerle başlayan bir şiiri anımsıyorum. Bazen bayram kutlamalarında da kullanırdım bu şiiri. Bir başka şiirde ise şair;

Ölen sevgi yerine sevgili olsaydı

 Hiç olmazsa hatırası kalırdı içimizde

diye yazmış. Biten bir sevdanın ardından “Sevda” da tükeniyor. Zamanla yola çıkan engeller ne yapsan aşılamıyor.

Onu tanıdığımda delidolu yönüne hayran kalmıştım. Biraz da kendi deli yönlerimi hatırlatmıştı bana. İş, evlilik, çocuklar… Derken giydiğin/giydirilen deli gömleği zamanla şık bir takım elbiseye dönüyor, koşmuyorsun, arabaya biniyorsun, uslandırılıyorsun zaman içerisinde.

İsmine Gürkan diyelim, Gürkan’a giydirilen deli gömleklerinin dikişleri pek sağlam değildi. Bedenine tam oturmuyordu ki, ikide-bir patlıyordu. İyi bir kimya mühendisiydi Gürkan. Onunla tanıştığımızdan sonraki dönemde ikinci evliliğini yaptı. Bursa-Trakya-İzmir üçgenindeki tekstil fabrikalarında çalıştı. Ben Özbekistan’dan gelip Türkiye’de bulunduğum süre içinde birkaç kez görüştük. Sonra kendisine yapılan iş teklifini kabul etti ve Özbekistan’a gitti. Çalıştığı fabrika Taşkent’te idi. Kendimizi bir rüzgâra kaptırmıştık. Esen yel bizi sürüklüyordu, bu defa yollarımız Taşkent’te kesişti. Yine deli-doluydu. Bu defa yanında biri vardı, tanıştırdı. Arkadaşı, insanın deniz mavisi gözlerinde kaybolduğu güzel bir kadındı. İsmi de denizi çağrıştırıyordu, Marina.

Haftada bir iki kez buluşuyor, eğleniyorduk. Çılgın gönlü başka bir dala konuvermişti Gürkan’ın. Bir kalbe iki sevda nasıl sığacaktı? Gelecek ne olacaktı, ya yasal eş? “Zamana bıraktım her şeyi abi, bakalım zaman nasıl çözer” dedi. Doğruydu söylediği. Zaman her şeyi çözmüyor muydu? Sadece çözümleri biz beğenmiyoruz. Bir süre sonra işteki problemler dayanılmaz hale geldi. Çalıştığı işyerinde altını oymak isteyenlerin çalışmaları sonuç vermiş, istifa etmek zorunda kalmıştı. Beraber iş arama çabalarımız, gerginlikler, âşıkların tedirgin bekleyişleri.

Sonra ona bulduğum bir boyahane müdürlüğü. Nihayet ikimizin de işleri yoluna giriyordu. Bir gece buluşup, bu güzel gelişmeyi beraberce sabaha kadar eğlenerek kutladık.

Sonra film birden koptu. Daha ilk hafta dolmadan cuma günü ondan bir telefon geldi. “Abi beni sınır dışı ediyorlar.” Fazla konuşamadık. Acaba komşuları mı rahatsız olup militsiyaya/polise şikâyet etmişti? Bir süre ortadan kayboldu, derken bir telefon geldi, İstanbul’daymış. “Ayrıntılı yazacağım” dedi. Her gün maillere bakıyordum. Gönderdiği mailde davetiye hazırlatıp çağırtmamı istiyordu. Bu işleri yapan birisine gerekli bilgileri ve biraz para verdim. Bir hafta sonra adamdan çok tepkili bir cevap geldi. Bu adamın 5 yıl süreyle girişi yasaklanmış, bunu niye başıma sardın diye. Yasağı kaldırma çabaları, ricalar bir işe yaramamıştı. Marina ara sıra bana uğruyordu. Teselliye çalışıyordum.

Sisler dağılmaya başlamıştı. Sınır dışı isteyen belli olmuştu. Eşi, eski patronlarına onu Özbekistan’dan göndermelerini rica etmişti. Eşini Bursa’dan tanıyordum. Güzel, sempatik bir hanımdı. Bursa’da iken reklamcılık yapıyordu. Taşkent’e geldiğinde de görüşmüş, birkaç kez Efendi’de, Demir’de yemek yemiştik. Sıkılmaması için birkaç film CD’si ve kitap vermiştim. Sonrasında “ben Bursa’ya dönüyorum” dedi. “Gitme istersen” demiştim. Biliyordum bu gidişin dönüşü olmayacaktı. Sessizce gitti. Sonrası yukarıda anlattığım istifa olayı yaşandı. Gürkan, “Mutlaka Özbekistan’a döneceğim, tek çözüm yolu kaldı” demişti bana telefonda O da ismimi değiştirmek, sadece zamana ihtiyaç var” diyordu. Zamanı hızlandırmak gerekiyordu.

Bir sabah telefonda onun sesini duydum. “Geldim” diyordu. Hemen buluştuk. İsmini değiştirmiş, yeni bir pasaport almış. Bir turizm şirketinin yardımıyla vize alarak Taşkent’e inmişti. Sonrası bir ay içinde bitti. Marina’yla buluşma, iş arama çalışmaları… “Tanıdıklarından uzak dur” demiştim ona. Tanıdıklardan uzak durulmuyor ne yazık ki. Yabancıların her hareketinin kontrol edildiği, ispiyoncuların kol gezdiği küçük bir ortamda insan ne kadar gizleyebilirdi ki? En son kendisiyle Vadi’den geldiğinde görüştüm. Küçük bir kasabadaki boyahanede, yaşam şartları da onu sarmamıştı. “Türkiye’den gelecek iş adamlarıyla görüşeceğim” diyordu. Sonrası, sonrası yok oldu birden. Kendisinden bir hafta haber alamadım. Başına bir şey geldiği belliydi. Belki Özbek hapishanesinde olabilirdi. On beş gün sonra bir mail geldi. ‘Türkiye’deyim’ diyordu. Polislerin kaldığı apartmanda yaptığı aramada arkadaşının sevgilisinin gerçek ismiyle hitap etmesiyle yakalanmış. Bundan daha kötü bir tesadüf olabilir miydi? Hiç hayatınızda beş dakika önce, ya da beş dakika sonra olsaydı dediğiniz oldu mu? Düşünün, 15-20 dakika sonra gelse polis araması çoktan bitmiş olacaktı. Gerçi Taşkent’te kaldığı sürece polis onu her an yakalayıp sınır dışı edebilirdi. Polise ihbar çok önceden gitmişti. Yakınlarına, yardım edecek iş adamına ulaşamadı. Kader ağlarını örmüştü. Nezarette 3-4 gün tutulmuştu. Dosyasında aşk yazılı olduğu için fazla üzerine gelmemişler. Hatta “Çıkışı yeni pasaportuna verdik, bir yıl sonra eski pasaportunla, eski isminle vize için başvurabilirsin” demişler.

“Hırsızı, sapığı, uyuşturucu kullanan bir yığın insanla kaldım. Ne bir şey yedim, ne de içtim. Havaalanına getirdiklerinde şükrettim ve bir daha dönmemeye o anda karar verdim” dedi. ‘’Havaalanında medeniyete kavuştuğumu hissettim” dedi, Türkiye’de karşılaştığımızda

“Bitti her şey, eşimden hemen boşandım. Özbekistan çok geride kaldı. Aylarca işsiz dolaştım. Ekonomik açıdan dibe değil, daha da aşağılara indim. O kadar yılmıştım ki, Srilanka’dan gelen iş teklifini hiç düşünmeden reddettim. İntihar etmeyi çok düşündüm, yapamadım. İçimde beni yaşama bağlayan az da olsa bir şeyler kalmış. Sonra O’nu içime gömdüm. Resimlerimizi yakıp Marmara Denizi’ne savurdum. Hafızamı resetlemeye çalıştım. Ama ne kadar uğraşsan yine de günün herhangi bir saatinde beynine bir şey saplanıyor. Beynini oyuyor, anılar canlanıyor. Sonrası gelmiyor. Bilmiyorum, bir gün gelir belki. İnanır mısın bir kadına bir yıl sonra dönüp baktım. “Hayatta yaşanacak şeylerin önüne geçilmiyor” dedi.

‘Eşkıya filmini hatırlıyor musun?’ dedim. Seyrettiğim en güzel aşk filmlerinden biriydi eşkıya. Arkadaşının sözlüsüyle Maho’nun sözleri döküldü ağzımdan. “Söyle hangimiz daha çok sevmiştik, söyle sen sevda için arkadaşını jandarmaya ihbar edebilir misin? Söyle, onun parasını çalıp sevgilisiyle evlenebilir misin? Söyle, hangimizin sevdası daha büyük?” Keje düşüyor aklıma. Yirmi yıl hiç kimseyle konuşmayan Keje. Sonra eşkıyanın sözü döküldü ağzımızdan “Sevda karşısında yaşamın ne önemi var.”

Sevda neler yaptırıyor insana. Denizleri, dağları aşıyorsunuz, sonrasında görünmeyen duvarlar çıkıyor karşınıza ya da görünmez zincirler sizi bağlıyor adı ne olursa olsun.  Selam sana şimdi kayıplarda olan dostum. Şimdi nerelerdesin bilmiyorum. Belki yakınlarda, belki çok uzaklardasın. Aylar oldu görüşmeyeli. “Sen son şövalyelerdensin” demiştim, hatırlıyor musun? Ferhat’tan, Mecnun’dan farklısın, şövalyelik daha yakışıyor sana.

Yine şaire dönelim:

Ölen sevgi yerine sevgili olsaydı

 Hiç olmazsa hatırası kalır içimizde” 

Sevda dolu günler.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.