Bırakın üretimi planlamayı, üretileni tüketmeyi planlayamadık
Güçlü kurumsal bir yapıya sahip Türkiye tarımının başına gelmiş geçmiş en büyük felaket, AKP’nin iktidar olarak ülkenin tarımını da yönetiyor olmasıdır.
Sanayi devrimiyle birlikte dünyada tarım modernize edilirken, Osmanlıda vergi yükünün tamamına yakını rençperin ve çobanın sırtına yüklendiği halde tarımın iyileştirilmesi ve hayvancılığın geliştirilmesiyle ilgili bir adım atılmadı. Oysa Cumhuriyet, kurulduğu günden itibaren ekonominin temeli olan tarımı modernize etmek için hemen kolları sıvadı.
Cumhuriyetin tarım politikası:
Tarımsal üretimde planlamaya gidildi. Hangi iklim bölgesinde hangi stratejik ürün deseni verimde ve kalitede iyi sonuç veriyorsa o ürünlerin yetiştiriciliği desteklendi. Örneğin o güne kadar bilgisizlikten veya çaresizlikten ötürü bir şeyin üretilemediği Doğu Karadeniz bölgesi içinse araştırmalar sonucu çay tarımının iyi sonuç vereceği anlaşılınca bölge tümüyle bir çay diyarına dönüştürüldü.
Tarımsal üretime yönelik olan planlama tarıma dayalı sanayide de yapıldı. Hangi bölgede hangi ürün yetiştiriliyorsa o ürünü işleyecek fabrikalar kuruldu. Hayvancılığın olduğu bölgelerde süt endüstrisi kurumu, yanı sıra et, deri ve yapağı işleme fabrikaları, şeker pancarı üretiminin olduğu bölgelerde şeker fabrikaları, pamuğun üretildiği yerlerde çırçır ve iplik fabrikaları, çaysa çay fabrikaları, balıksa et balık kurumu, bakliyat ve hububatsa yem fabrikaları kuruldu. Verimliliği arttırmada kullanılacak gübreyi üretmek için azot fabrikaları kuruldu. Hububatı ve baklagilleri muhafaza edecek tarım mahsulleri ofisi kuruldu. Çeşitli alanlarla ilgili liste böyle devam eder gider…
Tarımsal üretimin yetersiz olduğu bölgelerde ise diğer bölgelerde elde edilen ürünlerin hammadde olarak getirilip işleneceği fabrikalar kuruldu.
Tabi ki üretilen ve işlenen tarım ürünlerini ister ham, ister işlenmiş haliyle naklini gerçekleştirmek üzere ucuz ve güvenli olan demiryolu taşımacılığı için demir ağlarla örüldü ülke dört baştan. Limanlarla bağlantıları sağlandı. Uçak fabrikası kurulduktan sonra traktör imalatıyla sonuçlanacak olan tarım alet ve makineleri üretimine başlandı.
Çiftçinin örgütlenmesi:
Anadolu insanının tarihindeki sosyoekonomik örgütlenmeyi kent esnafında Ahilik, kırsalda da İmece kültürüyle başlatabiliriz belki. Mithat Paşa’nın 1863’teki Memleket Sandığı ile finansman ortaklığı başladı. Atatürk’ün 1936’da üye sıfatıyla Silifke’de kuruluşuna önayak olduğu ilk tarım kredi kooperatifi ile çiftçinin daha modern bir örgütlenme içine girmesi hedeflendi. 28 Temmuz 1938’de “Fındık başta olmak üzere diğer belli başlı ürünlerimizi ilgilendiren birlikler kurulmalıdır” demesiyle de dünya ile rekabet edebilecek güce ulaşmak için geniş ölçüde, üst birlikler seviyesinde teşkilatlanmak gerektiği belirtilmiştir.
Bütün bunlar, Osmanlı hanedanına göre etrakı bi idrak olan Türk köylüsünü memleketinin gerçek efendisi olacak gerçek üretici yapmak içindi. Ülkede bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını ortadan kaldırmak içindi. Coğrafi koşulları nasıl olursa olsun, uzak yakın demeden ülkenin her yerinde istihdam yaratmak, üretim yapmak, ülkeyi bir bütün halinde kalkındırmak ve hukuk önünde eşit kılınan bütün yurttaşların sosyoekonomik yaşamını gelişmiş uygar ülkelerin düzeyine çıkarmak içindi.
Amma velakin Atatürk’ün tarımdaki devrimci fikirlerinin hayata geçirilmesine hep ayak direyen köy ağaları, Atatürk’ten sonra bir araya gelip Demokrat Parti’yi iktidara getirdiler ve Türkiye’yi tarımda da Amerika’nın kuyruğuna taktılar. Neyse ki 27 Mayıs İhtilalinden sonra 61 Anayasasının getirdiği çalışma hayatıyla ilgili ileri düzeydeki demokratik örgütlenme hakkı, çiftçilerin çağcıl anlamda kooperatifleşmesine de yaramıştı.
Yeni üst birlikler kuruldu. Eskileri güçlendirildi. Kırsal kesimin en ücra köşelerinde dahi köy kalkınma kooperatifleri kuruldu. Onlarla yetinilmedi tarımda ihtisas kooperatifleri kuruldu. Köy İşleri ve Kooperatifler Bakanlığı dahi kuruldu. Ürünün taban fiyatı hasat başlamadan belirlenmekteydi. Küçük büyük bütün çiftçiler ürettikleri her şeyi köylerindeki kooperatiflere teslim ediyor, onlar da üst birliklere sevk ediyordu. Üst birlikler, çiftçiden gelen ürünlerin hazır tüketilecek olanlarını iç veya dış pazarlara arz ediyor, işlenecek olanları da tarıma dayalı sanayi kuruluşlarına veriyordu.
Bu dönen, tarımdaki demokratik işleyişin çarkıydı. Bundan ötürü Türkiye tarımda kendine yeten bir ülkeydi ve bu planlı kalkınmadan ötürü 1986 yılında dünyanın 15. büyük ekonomisi olmuştu. Bundan ötürü ürün hiçbir zaman çiftçinin elinde ve tarlada kalmadı. Kooperatif üst birliklerinin yanında Çaykur ve Tekel gibi kamu kurum ve fabrikaları da vardı. İşleyeceğinden fazla çay, tütün alımı yaptıklarında onu yakma odalarında yakar ancak karşılığını da çiftçiye öderdi. Tıpkı Avrupa’daki çiftçi kooperatiflerinin bugün yaptığı gibi.
Neoliberal Dönem:
Ne yazık ki Atatürk’ün toprak reformunu gerçekleştirmeye ömrü yetmediğinden, Selçuklu’dan beri yerleşik olan ve Osmanlı’da daha da palazlanan feodal düzenin sahipleri, 12 Mart Muhtırasıyla karşı darbe yaptılar. Demokrat Parti iktidarında kontrol altına aldıkları çiftçilerin meslek örgütü Ziraat Odalarını, bu kez Adalet Partisi ile Milliyetçi Cephe iktidarlarının arka bahçesine dönüştürdüler. Ve Atatürk’ün, gerçek üretici yapmak amacıyla milletin efendisi olarak onurlandırdığı köylüye “Nasılsa sen milletin efendisisin, hiçbir şey yapmasan da biz sana bakarız, yeter ki sen bize oy ver” diyerek, gelişmekte olan tarımdaki işgücünün niteliksizleşmesine yol açtılar. Köylünün bilinçlenip modern çiftçi olması engellendi.
12 Eylül Darbesinin iktidara getirdiği ANAP hükümetleri de 7/24 dillendirdikleri telekomünikasyon, globalleşme palavralarıyla 1986’dan itibaren ithalatın yolunu açıp tarımı tümüyle geri plana attılar.
Çıkardığı toprak ve tohum kanunlarıyla üretimdeki inisiyatifi ülkemizin elinden alıp uluslararası şirketlere veren, köylüyü köyünden toprağından edip kentlerde sadakaya muhtaç hale getiren, tarımın bu planlı yapılanmasını alt üst ederek yukarıda değindiğimiz bütün tarım kurum ve kuruluşlarını satıp yok eden ve sonunda desteksiz bıraktığı tarımın bitiş düdüğünü çalan da AKP iktidarı oldu!
O AKP iktidarı ki planlı kalkınmaya düşman olduğu için Devlet Planlama Teşkilatını, “Devlet bez mi üretirmiş” diye alaya aldığı Türkiye’nin hayat damarlarından biri olan Sümerbank’ı kapatmıştı. Ama Covid-19 salgınında vatandaşlarına bir aylık iaşe ile bir maske dağıtamayacak kadar acze düştü. Sadece tarımda da değil, aşı üreten Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsünü kapattığı için Covid aşısı temininde de dünyanın en gerisinde kalma beceriksizliğini gösterdi.
Sonuç:
Son on yedi günlük kısmi kapanmada, tarımdaki işleyişten bihaber verilen kararlar sonucunda hem tüketici, hem de üretici perişan edildi. Ya Nisan ayında seralarda hasat edilen sebzelerin birkaç gün içinde pazara ulaştırılması gerektiğini bilen kalmamış memlekette ya da bilen olsa da bu bilenlere danışmadan tarımla ilgili konularda üreticiye zeval kararlar veren bir hükümet işbaşında demektir. Semt pazarlarının kapatılması nedeniyle çiftçilerin ürettiğini pazara götürmek yerine çöpe atmasından, bir tek bu sonuç çıkarılabilir ancak!