Bize Saray Değil, Meclis Gerek…
Saraylar, herkesin kendi başının çaresine bakmak zorunda olduğu keyfi düzenlerde vardı.
O düzenlerde köle pazarları vardı. İnsanlar para ile alınıp satılabiliyordu. Hele kadınlar. Kadın bile denilmiyor ve insandan da sayılmıyordu. Onlara avrat deniyordu. Hani avret yerleri vardır ya! İşte ismini o cisimden alıyor ve sadece o gözle bakılıyordu.
O düzenlerde insanlar arasında eşitlik yoktu. Güçlü olan haklıydı, hayatın tadını onlar çıkarıyordu. Hukuk zaten yoktu. Kanunlar da her zaman güçlüden yanaydı. Gücün kaynağı yalancılık, düzenbazlık, hırsızlık, arsızlık, yüzsüzlük, eşkıyalıktı. Buna karşılık halkın yoksullaşması, çaresiz kalması güçlülerin gücünü arttırmakta, iktidarlarının ömrünü uzatmaktaydı.
İşte Osmanlı denen saray rejimi, böyle bir düzenin adıydı.
Yüz yıl önce ninelerimiz, dedelerimiz bu saray rejimi dedikleri keyfi düzene, bunu dinen meşru gösteren hilafete ve bu mezalimden beslenen içerideki ve dışarıdaki kan emicilere karşı dünyanın en haklı kurtuluş savaşını verdiler.
Bu savaşı, Türklerin en büyük atası Mustafa Kemal Paşa ve onun etrafında kenetlenmiş bir grup kahramanın, adına Büyük Millet Meclisi dedikleri kurumun öncülüğünde verdiler.
O meclis, sadece bozkırın ortasında mütevazı bir binadan ibaret değildi tabi. Asıl o meclis, ezilen, sömürülen, aşağılanan halkımızın bağımsızlığa, özgürlüğe, adalete, medeniyete, yoksulluktan ve cehaletten kurtuluşa olan susamışlığını temsil etmekteydi. Bu susamışlığı iki sene gibi kısa bir zamanda gidermenin azmini ve kararlılığını da fevkalade gösterdi.
Geçen yüz yıl içinde kadın erkek insandan sayıldık. Sosyalleştik. Eşit yurttaş olduk. Tek yürek bir halk, bir ulus olduk. Dünyada da itibar gördük. Bizi itibarlı kılan, bozkırın ortasında bir çiçek gibi açan sonra bütün vatanı çiçeğe kesen kalbimizin sesi o mütevazı Türkiye Büyük Millet Meclisi idi.
Ancak Kurtuluş Savaşında, içerideki saray şürekâsı ve dışarıdan gelen işgalcilerle işbirliği yapanların yol evlatları ile bel evlatları, milletimizin kalbinin sesi o mütevazı meclisimizin sesini kesmekle meşguller, geldiğimiz bu yüz yılın sonunda.
Başarabilirler mi? Bugünkü dünyada saray rejimlerinin yerini gittikçe demokrasiler alıyor. Halbuki milletimiz yüz yıllık cumhuriyetle birlikte demokrasinin nimetlerinden yararlanıyor. Onun için, saray rejimlerinin, memleketi kendi keyfine göre yönetmek isteyenlerle onların soytarılarının düzeni olduğunu milletimiz çok iyi biliyor.
Dolayısıyla kimse milletimizin, yüz yıl sonra kendisine giydirilmeye çalışılan melanet hırkası herhangi bir saray düzenini kabulleneceğini düşünmesin. Yani başaramayacaklardır. Çünkü artık milletimiz var oldukça onu esenliğe kavuşturan bir cumhuriyeti, dilinin, duygularının, aklının ve kalbinin sesi olan bir meclisi var.
Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına erişmesinin haklı gururunu yaşıyoruz. Hepimize kutlu olsun. Bu onuru bize yaşatan büyük Atatürk’e ve bu uğurda savaşmış şehitlerimize, gazilerimize sonsuz teşekkürler.
- 29 Ekim 2023