Bursa Barosu Mülteci Komisyonu’ndan can alıcı soru!
Suriye’ye müdahale amacı insan hakları ihlalini önlemek idiyse mültecilerin hakları ne olacak?
Bursa Barosu Mülteci ve Yabancılar Hukuku Komisyonu, mülteci krizine ilişkin can alıcı sorular sordu: “Suriye’ye yapılan müdahaleler insan hakları ihlallerini engellemek için yapıldıysa neden savaş ortamından kaçan sığınmacıların yaşam başta olmak üzere birçok hakkı ihlal edilmektedir? Suriye’ye yapılan müdahaleler ve kınamalar bu insanların yaşam haklarını ve insanlık onuruna yakışır bir hayat sürmelerini sağlamak için değil miydi?”
Bursa Barosu Mülteci ve Yabancılar Hukuku Komisyonu’nca yapılan yazılı açıklamada, Suriye’nin Idlib kentinde 40’a yakın Türk askerinin şehit olması üzerine Türkiye’nin politika değişikliğinin yarattığı durum özetlendi. Hükümetin, Avrupa ülkelerine düzensiz geçişlere ilişkin denetimi durdurması ve “Mülteci politikamız aynıdır ama ortada bir durum var, artık mültecileri tutabilecek durumda değiliz” şeklindeki açıklamasının “çok talihsiz” olduğu ifade edilen açıklamada şöyle denildi:
“Afgan, Iraklı, Afrikalı ve Suriyeli birçok sığınmacı Yunanistan sınırına akın etmiş ve Yunanistan iltica hakkını kullandırılmadığı gibi şiddet kullanarak durdurmaya çalışmıştır. Yunanistan güvenlik görevlileri sığınmacıları biber gazı, silah kullanarak ve sığınmacıların içinde bulundukları deniz botlarını batırarak durdurmaya çalıştığı görülmüştür. Bu uygulamalar sonucu maalesef birçok sığınmacı yaralanmış ve resmi rakamlara göre bir Suriyeli sığınmacı hayatını kaybetmiştir. Şu an binlerce sığınmacı Edirne ile Yunanistan arasında sıkışıp kalmış durumda yaşam savaşı vermektedir. Bu insanlık dramına ve yaşanan insan hakları ihlallerine tüm dünya sessiz kalmaktadır. İltica, uluslararası bir insan hakkı olarak kabul edilmiştir. Geri göndermeme ilkesi kapsamında başta 1951 yılında imzalanan Cenevre Sözleşmesi olmak üzere birçok uluslararası belge ile korunmuştur. Bu bağlamda Yunanistan ve Türkiye de dahil olmak üzere birçok devletin hukuki sorumluluğu bulunmaktadır.”
Kamuoyuna bugüne kadar, Suriye’ye yapılan müdahalelerin insan hakları ihlallerini engellemek amacıyla yapıldığının yansıtıldığı, oysa savaş ortamından kaçan Suriyelilerin insan haklarının bu devletlerin bizzat kendileri tarafından ihlal edildiği ifade edilen açıklamaya şöyle devam edildi:
“2016 yılında Türkiye ve AB ülkeleri arasında yaklaşık 3 milyar Euro karşılığında geri kabul anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmanın imzalanmasıyla birlikte Avrupa ülkeleri 1951 Cenevre Sözleşmesi gereği sorumluluk paylaşma yükümlülüklerini yerine getirmemişlerdir. Türkiye resmi rakamlara göre 3.6 milyon sığınmacıya ev sahipliği yapmaktadır. Ancak Suriye’de yaşananlara ilişkin sorumluluk sadece bölge ülkelerine ait değildir ve sözleşmeye taraf bütün ülkelerin sorumluluğu bulunmaktadır. Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu çekince sebebiyle sadece Avrupa’dan gelen sığınmacılara mültecilik statüsü tanımaktadır ve bu nedenle sığınmacıların Türkiye’de kalıcı bir korunma statüsü bulunmamaktadır. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki şu an Avrupa ülkelerine Edirne üzerinden yasadışı yollarla geçemeye çalışan sığınmacıların Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kapsamında statü kaybı ve sınır dışı edilme riski bulunmaktadır. Bu bağlamda Türkiye Avrupa dışından gelen sığınmacılar için güvenli bir ülke konumunda değildir. Bu belirsizlikle birlikte sığınmacılara yönelik artan nefret söylemleri ve ırkçı tutum sebebiyle geri kabul anlaşmasına rağmen 2016 yılından bu yana birçok sığınmacı hayatlarını tehlikeye atmak pahasına illegal yollarından Avrupa ülkelerine iltica etmeye çalışmıştır. Bu olaylar esnasında binlerce sığınmacı hayatını kaybetmiş, bütün dünya ülkeleri ve uluslararası kuruluşlar bu insanlık dramına göz yummuştur. Bu durumda cevaplanması gereken bazı sorular vardır.
Suriye’ye yapılan müdahaleler insan hakları ihlallerini engellemek için yapıldıysa neden Suriye’deki savaş ortamından kaçan sığınmacıların yaşam başta olmak üzere birçok hakkı ihlal edilmektedir? Suriye’ye yapılan müdahaleler ve kınamalar bu insanların yaşam haklarını ve insanlık onuruna yakışır bir hayat sürmelerini sağlamak için değil miydi?
Bunun yanı sıra Türkiye bir hukuk devletidir. Bugün taraf olunan uluslararası sözleşmeler ve anayasa ile korunan insan hakları, değişen siyasi ortama göre ihlal edilemez. Siyasi bir pazarlığın kozu olarak kullanılamaz, kullandırılamaz. Türkiye bir hukuk devleti olarak sorumluluğunu yerine getirmelidir.
Acil olarak devletlerin ve uluslararası kuruluşların yaşanan hak ihlallerine karşı harekete geçmeleri ve üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeleri gerekmektedir.
Bursa Barosu Mülteciler ve Yabancılar Hukuku Komisyonu olarak yapılan bütün ihlallerin karşısında olduğumuzu kamuoyuna duyuruyor, tüm devletleri ve uluslararası kuruluşları hak ihlallerini durdurmaya, sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz.”