BUZ GİBİ BİR HAFTA!
Selam tüm okuyuculara vatanını seven, insanı seven, mazluma merhamet eden tüm güzel yüreklere…
Nasıl ilginç bir haftaydı… Habire önce saunaya girip sonra -40 derecede şoklandık sanki… Cemre geldi bahar artık deyip, bugün yağan kar değil mevzu… Ha bu arada hava da ilginç seyrediyor ama ‘Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır’ hesabı, ille atasözünü doğrular bu ay, diyerek önemsemiyoruz…
Cennet bir ülkede yaşıyoruz… Her bölgesi ayrı güzel… İnsanı, şivesi, taşı toprağı, gelenekleri birbirinden farklı olsa da her biri puzzle parçaları gibi tamamlıyoruz birbirimizi ve bir bütün olmuşuz yüzyıllardır…
Hatırlarsınız…
Bunu demek bile tuhaf geldi şimdi dilime, ne demek anılarda mı ki hatırlayalım… İlkokulda her sabah bağıra bağıra okurduk. Haaa okuyan kişi de, en iyi okuyanlar arasından seçilirdi. Çünkü okulun geri kalanı tekrarlardı o yemini. Okuldaki Türk, Kürt, laz, Arnavut, Alevi, Sünni daha bir çok renk hep bir ağızdan okurduk… En son cümle ise alabildiğine sesli okunurdu… Halbuki sesli okuyun diyen yoktu ama en coşkulu okunan kısımdı.
Ne mutlu Türküm diyene!
Anayasamızın 66. maddesine göre Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür… Ve bırakın gocunmayı o yüzden daha bir gururla okunurdu, çünkü bu bizim severek kabullendiğimiz ortak değerimizdi… Diğerleri ise doğru olmak, çalışkan olmak, yurdumuzu sevmek ve atamızın izinden gitmek gibi birbirinden güzel sözlerle dolu bir yemindi. Ve 2013’ten beri okutulup okutulmaması ile ilgili devam eden tartışmalı davalar geçen hafta Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından karara bağlandı ve andımızın okutulması yönündeki kararı iptaliyle sonuçlandı.
Evet, artık sabahları öyle ant falan içmeye gerek yok. Çocuklar dizilir sıraya, müdür bey; ”yerlere çöp atmayın, koşturmayın” talimatlarını verir.
Bu arada öyle vara yoka da yemin etmeyin! Hadi bakalım derse…
***
Kadına yönelik şiddeti önlemesi ve şiddete maruz bırakılmış kadınların ve kız çocukların korunması, aile içi şiddetin önlenmesini sağlamak amacıyla, Türkiye’nin de üye olduğu Avrupa Konseyi tarafından İstanbul’da imzaya açılmış, bu konuyu ele alan ilk uluslararası sözleşme…
İstanbul Sözleşmesi…
Türkiye’nin, imzalayan ve yürürlüğe koyan ilk ülke olduğu bu sözleşmenin eksiksiz ve etkin uygulanması, kadınlar ve kız çocukları cinsel saldırı, ev içi şiddet ve her türlü toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığa karşı sözleşmenin tam anlamıyla uygulanması beklenirken, geçen hafta Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden ayrıldı.
Bu hafta “kimin yüzüne baktıysak” diye bir söz var ya hani! Hah işte biz de anlayamadık neler olduğunu… Öyle bir hafta işte…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasını taşıyan kararda şu ifadeler yer aldı:
“Feshedilmesine karar verilmiştir”
“Türkiye Cumhuriyeti adına 11/5/2011 tarihinde imzalanan ve 10/2/2012 tarihli ve 2012/2816 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3’üncü maddesi gereğince karar verilmiştir.”
Evet fesh yazısını okurken bile anlamakta güçlük çekiyoruz değil mi? ”Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi…” Peki sakıncalı tarafı neydi ki o zaman? Sözleşme imzalandığı günden beri bazı çevrelerce, “aile birliğini zedeleyeceği” üzerinde fazlaca durulmuş ve karşı çıkılmıştı.
Nasıl yani?
Aile birliği cinsel, psikolojik ve fiziksel şiddete mi dayalı olmalıdır? Her ne olursa olsun evlilik sürmeli midir? Korunmak için sığındığı yetkililerin aile birliği adına barıştırıp evine gönderdiği sonrasında öldürülen ne çok kadın oldu veya boşandığı halde defalarca tehdit alan korunma talep eden fakat korunamadığı için öldürülen kadınlara ne demeli… Bu ülkede her yıl 400’e yakın kadın ve bunların çoğu yakınları olan erkekler tarafından öldürülüyor, binlercesi fiziksel şiddete maruz kalıyor ve yine bir çok kadın ve çocuk cinsel istismara uğruyor.
Aile kavramı bir toplum için mutlak bir değerdir. Buna kimsenin itirazı yok. Fakat aile huzur ve güveni temsil ediyorsa, değer kazanan bir kurum olur. Aksi durumu ise insanların zorunlu işkence çektiği hücre evlerinden farksız bir hal alır. Bu ise insan haklarına aykırı bir durumdur. Ha eğer bizim amacımız gerçekten sağlam aile temelleri oluşturmaksa, madem artık sözleşme de feshedildi, şöyle bir şey yapılabilir: Aile birliğini koruma adına evlilikler de boşanmalardaki uzun süreçler gibi olması gerekmez mi? Yani, ‘koluna takıp iki belgeyi hazırladığın gibi evlenebilirsin’ olmamalıdır. Özellikle psikolojik yönden ciddi testlerden geçirilmelidir çiftler. Öfke kontrolü, şiddete eğilimi, empati yeteneği, insani yetileri, ebeveyn olma sorumluluğu iyice bir incelenmeli ve sonra onaylanırsa evliliğe izin verilmelidir. Tıpkı şiddete bağlı açılan boşanma davalarındaki gibi acele etmeden ağır ağır… Hem bunun boşanmalardaki gibi hayati riski olmadığı gibi sağlam bir toplum için harcanan elzem zamanlar olmaz mıydı?
Belki o zaman aile birliği kavramı da baştan, temeli yasal güvenceyle atılmış olurdu.
Ne dersiniz?
Neyse, boş boş konuşuyorum.
Biz boş verelim kadınları , çocukları, şiddeti, düzgün aile kurumunu, mağdur çocukları…
Dedim ya geçen hafta hangisine şaşıracağımızı bilemediğimiz bir hafta oldu… Eh tüm bunların üstüne gelen piyasaların durumunda ise sanırım biz iyice sersemlemiştik bile… Acaba astroloji, yıldızların etkisi mi yoksa Ay veya Mars mıydı suçlu!
Kafamızda yine deli sorular…
Yanıtları?
Yok daha oraya gelmedik…