Canlı Ölüler
Gogol’un ölümsüz eseri “Ölü Canlar” romanı, 19. yüzyıl Rusya’sındaki toplumsal çarpıklıkları tadına doyulmaz bir üslupla anlatır. Sahtekâr Çiçikov’un ölmüş mujikler üzerinden çardan serflere, bürokratlardan çiftlik kâhyalarına kadar Rusya’da akıllı geçinen herkesi parmağına dolamasının harika ama acı hikâyesidir.
Bugünkü Türkiye, bir üçkâğıtçının ölülerden nemalandığı 19. yüzyıl Rusya’sının yaşadığı süreçten çok daha beter durumdadır. O günkü Rusya’da “ölü canlar” birkaç çiftliğin sınırlı sayıdaki mujikleri iken bugünün Türkiye’sindeki “canlı ölüler”, halk kavramı içinde yer alan, aklını ve vicdanını her düzeydeki Çiçikov’lara rehin bırakan herkestir: O herkes; dünyayı inşa edecek güçteki emeğini heba eden işçidir. Dişiyle tırnağıyla da olsa toprağına sahip çıkamayan köylüdür. Çeyrek insan olduğuna iman eden kadındır. Ülkenin geleceğini cahile endeksleme sevdasındaki akademisyendir. Varlığını, vatanı yerine vatanına kasteden şarlatanlara armağan eden askerdir, polistir. İktidarların sopalığına soyunarak adaleti katleden savcıdır, hâkimdir, avukattır. Nesnelere işlevsellik kazandırırken işlevsizleştirilen toplumun bir parçası olduğunun farkında olmayan mühendistir. Yurttaş yerine kul yetiştiren öğretmendir. Bir kişiyi sağaltmakla bozuk düzenin hasta ettiği toplumun iyileşeceğini sanan doktordur. Ülkenin her köşesinde, her meslekte, bütün toplum kesimlerinde bunun karşılığı aynıdır.
Bilimin, düşüncenin ulaştığı düzey bilinirken, yüz elli yıllık bir demokrasi deneyimi varken, kaynak zengini Türkiye’de bugün elit bir zümrenin dışındaki tüm yurttaşlar, gönlünce yemekten, içmekten, giyinmekten, bedenini ve ruhunu dinlendirmekten, eğlenmekten, öğrenmekten, barınmaktan, sevmekten, saygı görmekten, kendini gerçekleştirmekten, mutluluktan, huzurdan, güvenden; kısacası insanca yaşamaktan uzaklaşmışlarsa, hep birlikte bir soygun ve sömürü düzeninin kölesi olmuşlarsa, yoksullaştıkları ve yozlaştıkları girdapta boğulmuşlarsa, ölü sayılırlar.
Türkiye, nüfusuna oranla dünyanın en borçlu ülkesidir. Ödediği faizin ana borcunu aştığı ülkedir. Enflasyonda dünya birincisidir. Parası dünyanın en değersizidir. Dünyanın en kötü yönetilen işgal altındaki ülkesidir. Hiçbir saygınlığı kalmadığından toprakları, denizleri, madenleri, ormanları, tüm maddi ve kültürel birikimi önüne gelen yayılmacılar tarafından ortada kalmış bir ölünün leşi gibi çekiştirilen ülkedir.
Türkiye, 2014 yılında “Türkçe öldü. Türk çocukları teneffüste dahi Arapça konuşacaktır. Arapça öğrenmeyenler, öğretmenleriyle konuştuklarında tercüman kullanmak zorunda kalacaklardır” diyen bir millet düşmanını, bunu dedikten sonra milli eğitim bakan yardımcısı yapan ülkedir.
Bütün bunlardan dolayı Türkiye Cumhuriyeti devlet aklını yitirdiğinden, kurumlarının içini boşalttığından ötürü devlet olma niteliğini kaybetmektedir. Bu yaşananlara karşı kayıtsız ve hareketsiz kalan, kaderini kendisini tarihten silmeye adamışların eline veren Türk Milleti de ölmeye yatmış bir millettir.
Belki Türk Milleti; ülkesi, tarihi ve tabiatı ile ölmeye, yok olmaya elverişli bir millet değildir diyen çıkabilir. Buna biz de yürekten katılıyoruz. Ama bu, Türk Milletinin bugün içinde bulunduğu gerçeği görmezden gelmemizin nedeni olamaz.