Cengiz Dağcı’da Vatan – 1
1920 yılında Kızıltaş/Yalta-Kırım’da dünyaya gelen Kırım ve Türk edebiyatının büyük ismi; Cengiz Dağcı, 22 Eylül 2011 Perşembe günü Londra’da, hayata veda etti. Eserleriyle Kırım Türklerinin acılarını sevgilerini umutlarını dünyaya haykıran nadir yetişen yazarlarımızdandı. Ruhu şad olsun.
“Ailesinin büyük bir kısmı sürgünde ölen, mezarları bile belirsiz fertlerinin (Yansılar: s.219) ve kendi yaşadıklarının ızdırabını yenerek dünyada mesut insanlar görmek isteyen Cengiz Dağcı – Kırım’ı, ağır bir taş gibi yüreğinin içinde- taşırdı.” (Yansılar: s.264) (1)
Vatanından uzak düşmenin ızdırabını, onu bizzat yaşamış kişinin, anne, sevgili ve vatanla birleştirerek anlatması, hele bu anlatan bir sanatkârsa, insana gerçekten çok tesir ediyor. Biz bir vatana sahip olmanın rahatlığı içindekiler, vatanlarını kaybedenlerin ızdıraplarını anlamakta zorluk çekebiliriz. Millî mücadele yıllarında vatanımızı kaybetmenin eşiğinde iken Yahya Kemal’in derslerine devam eden Tanpınar, Yahya Kemal adlı monografisinde dilin bazen vatandan ibaret kesildiğini şöyle anlatır: “Milletlerin böyle sıkışık anları olur. Vatan birdenbire dilden-dilden, çünkü tarih onun içindedir-ibaret kalır.” (Yahya Kemal, Dergah yayınları, 1982, s.30) “Anneme Mektuplar”da yazarın tek başına evinde belki de ölümü beklemeye başladığı günlerde, annesiyle olan günlerini hatırladığı on beş mektup bulunur. Londra’nın herhangi bir köşesinde yazarın gözleri önünde bir sahne belirir. Bu sahneler hep, terk etmek zorunda bırakıldıkları anavatanları Kızıltaş’ta anne ve annenin hayatını bağladığı evdir. Değişen dünyada, değişmeyen tek şey anne hayalidir. “Biliyor musun anneciğim, ben burada bir kafes içinde yaşıyorum. Benim bu kafes hayatım şimdi değil, yıllar öncesi başladı. İyi hatırlıyorsundur, askere alındığım gün başlamıştı ayrılığımız, derken savaş çıktı. Savaştım. Tutsak oldum. Sonra özgürlüğüme kavuştum. Ama sensiz, sakat ve eksik bir özgürlüktü bu. Sana döneceğim günü bekledim yıllarca. Dönemedim. Ah, şu anda yattığın yerden başını kaldırıp benim bu kafesime bakabilsen. Neler yok benim bu kafesimde. Mavisi gözlerinin mavisinden Gurzuf denizi; Ayı dağı, Gelinkaya, Topkaya ve Adalar; Sarı Çömez’in tarlası, avludaki sıvalı fırın ve Pilibaşı; her bahar akların akıyla çiçek açan elma ağaçları; Hıdırellez’de mezarlık duvarı dibinde çiçek fideleri diken kızlar; derviza günlerinde bayrak tutan delikanlılar; ve serçeler, saksağanlar, karatavuklar; Kasım’da yaylaya yağan ilk kar.. ve ben. Ben her gece,
İşte… işte… geleyatır,
Ayağında kırmızı katır.
Geleyatır çora batır.
Türküsüyle gözlerimi yumarım ve başımı yorganın altında Eşk İbrahim’in köprüsünde Alim Aydamak’ın ödünü patlattığı oniki dilijans bazergânın alınlarındaki soğuk ter dizilerini sayarım… Hastalar bağında bitip olgunlaşmış üzümleri tutarım avuçlarım içinde; ve ellerim yorulunca Memiş’in deresi üstündeki salkım söğütü üzerime çekip uyurum. Gerçeklere meydan okuyan ölümsüz hayaller gibi.” (Anneme Mektuplar: s. 10-11)
Bu kitap yazarın savaş yıllarından öncesine ve sonrasına aittir. Londra’daki satırlarında “…Ben yaşadıkça Kızıltaş unutulmayacaktır.” (Anneme Mektuplar: s.133) (1) diyerek Kırım Türklerine ve Türk dünyasına vatan hasretini anlatır ve vatanın kıymetini öğütlemeye çalışır.
Bütün ömrü “Vatan Kırım”ı anlatmakla geçen Cengiz Dağcı’nın Türkiye’de ilk tanınan eseri “Korkunç Yıllar”dır. Eserlerinde kendi hayatını ve çevresini anlatan edibimizden 1955 yılı bir Ağustos günü “Yaşar Nâbi” bir mektup ve uzun bir eser alır. Hayatını anlatan eserinin notları şu cümle ile biter: “Elhamdülillâh Türküm, Müslümanım ve bu notlarımda yazdığım hepsinin de hakikat olduğuna yemin ederim”.
Türk-İslâm şuuru yüksek olan yazarımız, “Bahçesaray’dan Kaşgar’a varana kadar binlerce minaremiz göklere uzanıyor. Bize Tatar diyorlar, Çerkez diyorlar. Türkmen diyorlar, Kazak diyorlar. Özbek diyorlar, Azer diyorlar, Karakalpak, Çeçen, Uygur, Kabardı, Başkır, Kırgız diyorlar. Bunlar hep yalan! Deniz parçalanmaz. Biz Türk-Tatarız” (Korkunç Yıllar. S.27) (2) diyordu. Bugünkü Türkiye, Türkistan, Kafkasya ve Balkan Türkleri ve yöneticileri, Cengiz Dağcı’yı yeterince bilseydi ve anlasaydı, geçmişin hatalarını tekrarlamazlardı. Aziz Türk Milletini, Türklükten başka mecralara çekmek ve Türklüğü ufalayıp, moda tabirle etnik kimliklere (ötekileştirme) sürüklemek isteyenlere Cengiz Dağcı’nın bu sözleri herhalde yeterli mesajı veriyordur.
“Yaşar Nâbi, Korkunç Yıllar’ın müsveddelerinin eline nasıl geçtiğini ve eserin yazarı hakkında bazı malûmatı önsözde zikreder.
Ardından Cengiz isimli Kırımlı gencin (romanın yazarı) yazmış olduğu ve romanın kahramanı Sâdık Turan’la tanışmaları ile, ondan hâtıralarını nasıl aldığını izah eden, tabii yine okuyucuda gerçeklik duygusunu besleyen bir giriş kısmından sonra romana, yani “Sâdık Turan’ın Hâtıraları”na geçilir. Eser hatırat mahiyetinde olduğundan, romanın kompozisyonu da buna uygun olarak düzenlenmiştir. (3)
Sâdık, Kırım’da, Akmesçit’e bağlı Kızıltaş köyünde doğmuştur. Kızıltaş Karadeniz kıyısında şirin bîr köydür. Ama Ruslar burada yaşayan Türkleri rahat bırakmazlar. Sık sık baskınlar düzenleyerek köyün, Kırım çapında da milletin ileri gelenlerini, aydınları tutuklayıp sürerler veya hapse atarlar. Rusların hedefi; diliyle, diniyle, medeniyetiyle Türk kültürünü yok etmektir. Camileri yıkarlar, tarihî eserleri harabederler. Sık sık alfabe değiştirerek Türk dilini unutturmaya, Türklerin birbirleriyle irtibatlarını kesmeye çalışırlar. (3)
Kırım Türk’lerinin orta yaşlıları milliyetçidirler. Bu duyguyu evlâtlarına da aşılarlar, onlara “Kuzu Kurpeç” ve “Çora Batır” gibi kahramanlık destanlarıyla, “Siyer-i Nebi” gibi dinî kitapları anlatırlar ve okurlar. Sâdık’ın babası Hüseyin Ağa da bu çeşit Kırımlılardandır. Mekteplerde dine ve milliyetçiliğe – bilhassa Türk milliyetçiliğine— insafsızca hücumlar yapılmasına rağmen, evlerdeki aile mektepleri, çocukların büyük bir ekseriyetini Türk milliyetçisi olarak yetiştirir. Sadık da, bu aile mekteplerinde yetişen milliyetçi gençlerdendir. (3) Bir gün Sadık’ın babası sürgüne gönderilir.
Resmi mekteplerin tesirinde kalıp, Rus’lara hizmet eden Kırımlılar da mevcuttur. Korkunç Yıllardaki Süleyman, bu kategorideki gençlerdendir. Fakat bunlar da hâdiselere tam nüfuz ettikten sonra, ekseriya yaşlı neslin fikirlerine sahip olurlar. Korkunç Yıllardaki Süleyman ve O Topraklar Bizimdi romanındaki Selim, gerçeklerle karşılaştıktan sonra hep Türk milliyetçiliğine iltica ederler. Bu dört eserde (Korkuç Yıllar, Yurdunu Kaybeden Adam, Onlar da insandı, O Topraklar Bizimdi) ihanetini sürdüren tek şahıs, O Topraklar Bizimdi‘deki Salavat Morcan’dır. (3)
Sâdık ailesiyle birlikte babasının sürgünden dönmesinden sonra, Akmesçit’te bir tavuk kümesine yerleşir. Sonra orta kumandan mektebine giderek Rus ordusunda subay olur. İkinci dünya harbine tank teğmeni olarak katılır. Ukrayna’da Almanlara esir düşer. Esir kamplarında çeşitli meşakkatler çeker. Ama bu kamplardaki esir Türkler arasında çok kuvvetli bir bağlılık vardır. Birbirlerine hayatları pahasına yardım ederler. Bu eserlerde dikkati çeken bir husus da, Kırım topraklarında doğup büyümüş olanların -Ermeni, Yahudi, Rum veya Rus olsun – birbirlerine vatan bağlarıyla bağlı olmaları ve yardımlaşmalarıdır. (3)
Sâdık esir kamplarında, bir Kırımçak’ın (Kırımlı Yahudi) yardımıyla hemşehrilerini bulur, yine Kırımlı bir Ermeni’nin yardımıyla zindandan kurtulur. Kırımlı İskender’in yardımıyla da ahçı olur. Bu, onun esaret hayatının dönüm noktasıdır. Alıcılıktan sonra bir Alman başçavuşunun emir eri olur. Onun hizmetinde bulunur. Başçavuş cepheye tayin olunca da Sâdık’ı Alman casus mektebine götürüp, Rusya’da Almanlar hesabına casusluk yapmasını teklif ederler. Sâdık bunu reddedince, onu yeni teşkil edilen Türkistan ordusuna götürürler. Roman Almanların düzenledikleri, bir toplantıda, Türkistanlıların üzerlerindeki Rus üniformalarının yakılıp, Alman üniformalarının giyilmesiyle son bulur. (3)
Ruslar eserde okuyucuya, zâlim olarak takdim edilirler. Türkleri eritip, yok etme gayretlerini mütemadiyen sürdürürler. Hâkim durumda oldukları zaman, ellerinden gelen her zulmü yaparlar. Güçsüz durumda oldukları zaman ise, hemen boyun eğerler. Güçten korkarlar. Zaten güçten korkmak, O Topraklar Bizimdi romanında, Panteley Petroviç’in dediği gibi, Rus milletinin özelliğidir. (3)
Almanlar da en az Ruslar kadar zâlimdirler. Katı bir eğitim görmüşlerdir. En üstün insan olarak kendilerini görürler. Sanki her biri, bir diğerinin kopyasıdır. Esirlere eziyet etmekten çok hoşlanırlar. Ekmek dağıtımını bile işkence vesilesi hâline getirenleri vardır. Günlerdir aç olan esir kalabalığının içine bir ekmek atıp, onların ekmeği kapabilmek için, kudurmuşçasına birbirlerine saldırmalarını zevkle seyrederler. Yine, ağzına kurşun sıkarak öldürdüğü bir esirin elbise ve ayakkabılarını vermek için, kampta elbisesi en eski esiri arayacak kadar merhametli (!) Alman askerleri de mevcuttur. (3)
Yahudiler ise, savaşın cefâsını çekenlerin başında yer alırlar. Almanların haklı veya haksız, bir Yahudi düşmanlığı vardır. Savaş esnasında kitleler hâlinde imha edilirler. Yahudiler bu düşmanlığı başkalarına kanalize etmek üzere, esir kamplarında muhbirlik yaparlar. Bu yüzden de birçok Türk, Yahudi sanılarak öldürülür. Sünnetli esirler Yahudi diye ihbar edilirler. Almanlar da onları kurşuna dizerler. (3)
Cengiz Dağcı’nın eserleri bir roman olmanın ötesinde, gelecek nesillere köprü vazifesi gören onları uyandıran ve geleceğin inşasında yol gösteren ışıklardır. Türkiye dahil, Türk Yurtlarına uyandırıcı bir seda vazifesi görmektedirler. O’nun eserlerini evlatlarımıza, okutmak ve mümkün olduğunca insanlarımıza duyurmak; Millî bir sorumluluk ve görev olmalıdır.
***
Kaynaklar:
1- İnci Enginün.: Cengiz Dağcı’nın Yansılar ve Anneme mektuplar Adlı Kitapları. Erdem Dergisi. 1989. Cilt: 5, Sayı: 15. s. 993-996.
2- Cengiz Dağcı.: Korkunç Yıllar. Varlık yayınları. 4.Baskı. İstanbul. 1975. s.8.
3- İsa Kocakaplan.: Cengiz Dağcı’nın Dört Romanı. M.E.B. – İstanbul,1999. s. 155-158.
Cengiz Dağcı’nın çizimi bana ait. Kullanılmasında bir sakınca yok tabi. Fakat en azından sanatçıya saygı anlamında imzamı fotoşoplayıp koymanız doğru olmamış.