CHP nereden koşuyor?
Günü belirlenmemiş olsa da cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimi sathı mailine hızlı bir dalış yapıldığını görüyoruz. CHP’li onbir büyükşehir belediye başkanı da Konya’da Rumi’ye “Hz. Mevlana” deyip türbesinde dua ederek işe koyuldu. Anlaşılan CHP, Türkiye Cumhuriyetini ileri taşıyanların bıraktıkları yerden devam etmek yerine, AKP’nin ülkeyi getirdiği noktayı siyasetinin başlangıç noktası olarak belirledi.
Murat Bardakçı televizyondaki bir programında söylemişti; “Türkiye’nin dışında Mevlana dendiğinde kimse tanımaz. Sıkı bir Farsçı olmasına rağmen İran’da bile Mevlana deseniz en entelektüeli aptal aptal yüzünüze bakar” diye. Dünyada insanlar onu “Anadolulu” diyebileceğimiz “Rumi” olarak bilir.
Ona “Mevlamız”, “Efendimiz” anlamına gelen Mevlana, önüne de tanrılara ve peygamberlere atfen kullanılan Hazret unvanıyla hitap ettiniz mi işin rengi değişir. Saidi Nursi’nin risaleleriyle ilgili söylediğini o ta o zaman söylemiş ve mesnevisinin tanrının vahyi olduğunu ifade etmiştir. Farkındaysanız Saidi Nursi’nin ardılları nurcular, şeyhlerini “Bediüzzaman Hazretleri” unvanıyla ululaştırmaktadırlar. Rumi’nin ardılları da şeyhlerini Hazreti Mevlana olarak yüceltmişlerdi. Türkiye’de bilgi kitapçılarından Adnan hocacılara öyle acayip tarikatlar gün yüzüne çıkıyor ki hayret! Tanrı, peygamber, aziz, evliya; bugünkü sayıları çoktan pagan dönemdekileri aşmış gibi.
Rumi’nin tanrı, tanrının dostu, peygamber, evliya veya benzeri bir şey olup olmadığını bilemeyiz. Doğrusu, Rumi’yi tarihsel kişiliği ve yazdıklarıyla ele almaktır:
Türk-İran geleneğine dayalı Harezmşahlar devletinin merkezi Belh’teki bilim çevrelerinden dışlanıp Konya’ya gelmiş Bahaettin Velet’in oğlu Celalettin’dir. Anadolu Selçuklu sultanlarının çoğunu Türklüğünden edip Fars hayranı yapacak derecede bir eğitim almıştır. Anadolu’da Türk dili ve kültürünün gelişmesi, Türk devlet geleneğinin, üretime dayalı ekonominin güçlenmesi, ticaretin ahlaklı yapılması, özgür ve örgütlü bir toplumun oluşması hareketinin karşısında durmuştur. Başta Nasrettin Hoca olarak bildiğimiz Ahi Evren olmak üzere bu hareketin önderleri Türk bilim ve düşün insanlarına düşmanlık etmiştir. Onları ejder, yılan, iblis, eşcinsel, hadım, zürriyetsiz, çirkef, hırsız gibi tahkir edici sözlerle kötülemiştir. Tüccar, feodal, kentli seçkinci Selçuklu sınıfının yanında yer alıp işgalci Moğollarla işbirliği yapmıştır. Türk yurdunda tek kelime Türkçe konuşmamış, yazmamış bir Fars ırkçısıdır. Halil İnalcık o nezaketli anlatımıyla “Moğollarla işbirliği yapan, Fars kültürüne tutkun, Selçuklu seçkinci sınıfına hitap eden Rumi ile halk adamı Ahi Evren arasında düşmanlık vardı” der.
Rumi’nin hayatında Tebrizli Şemsettin diye bir de şair vardır. Bir Moğol askeriyken nedense Kayseri kuşatmasından itibaren birden Konya’da Rumi’nin yoldaşı, arkadaşı, aşkı bir derviş oluverir. Tuhaftır; Rumi, on beş yaşındaki üvey kızını altmışını geçkin bu dervişle evlendirir. Rumi’nin ardılları onu da Hazreti Şems diye onurlandırır.
Rumi’nin yazdıklarıysa Mesnevi adlı eserindeki beyit ve hikâyelerdir. Mesnevi’de olmayıp, bugün dahi o gelenekten gelenlerin Rumi’ye ya da Şems’e mal ettikleri anonim sözler de vardır. Ona atfen söylenen “Gel, gel, kim olursan ol yine gel” diye başlayan rubai de Horasanlı sofist Sait Ebul Hayr’a aittir. Hayata yön veren, hayatı şekillendiren sözün gücüdür. Ancak iyi yönde mi yoksa kötü yönde mi yönlendirdiği, şekillendirdiği sözün ne dediğine bağlıdır. Bugün Türk toplum hayatındaki kimi kepazeliklere baktığımızda temelinde nelerin ya da kimlerin olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz.
Dede Korkut’tan hayatta olan Nobelli Orhan Pamuk’a, Rumi’den önceki ve sonraki Türk edebiyat, felsefe, sanat eserlerinde dolaylı ya da doğrudan erdemsizliği insanlara aşılayan bir anlatı göremezsiniz. Ama Rumi’nin Mesnevisinde kadının hayvanlarla, erkeğin erkek çocuklarla cinsel ilişkisini, aile içi ensest diyalogları, erkeğin kadını cinsel oyunlara getirerek aşağılamasının açıkça konu edildiğini sıkça görebilirsiniz. Bunların tamamı genç yaşlı kadın erkek insanların bilinçaltını kirleten hikâyelerdir. Mesneviyi okumadıkları için Rumi’nin bu tarafını kimse bilmez. Herkes Rumi’yi, ondan beslenenlerin kendilerine anlattığı şekliyle, ruhani bir kişilik olarak bilir.
Türkiye’de bugün kadınların insan yerine konmayışının, tekmili birden çocukların istismar edilmesinin, on yaş altı kız çocukların yaşlı erkeklerle evlendirilmesinin, yaşını başını almış insanların şeyh denen sahtekârlara kul olmasının, dilinden, kültüründen, töresinden, adaletten, ahlaktan uzaklaşılmasının, basit ve kirli çıkarlar uğruna halkına, ülkesine ihanet etme cesaretinin gösterilebilmesinin temelinde, Türk toplumunun özgün müktesebatında yeri olmayan bu hikâyelerdeki faziletsizliklerin payı büyüktür.
Dolayısıyla bu cennet ülkede bin yıllar içinde ne İskender ne şah ne sultan takmış, hayatı boyunca gerçeğin sadece gerçeğin peşinden gitmiş nice kahramanı var bu yurdun. Konya’nın türbelerinde dua ederek işe başlamaktansa, ülkenin kuruluşunda ve kurtuluşunda önemli yeri bulunan bir köşesinden; “Memleketi, içinde bulunduğu kritik durumdan ancak halkın yaklaşan seçimdeki doğru tercihinin kurtarabileceğini” haykırmaları, tüm yurtta çok daha fazla heyecan yaratabilirdi.
Atatürk, millet egemenliğinin ve Cumhuriyetin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak yaşatılmasının güvencesi olarak kurulacak tüm siyasi partilere örnek olsun diye CHP’yi kurmuştu. Selçuklunun, Osmanlının yıkılmalarının sebeplerinden birinin tarikatlar olduğunu söylemişti. Bu nedenle 677 sayılı kanunla tarikatlar kapatıldı ve bu kanun hala yürürlüktedir. Ancak Cumhuriyet karşıtı kesimler, Atatürk’ün ölümünden bu yana bu kanuna uymamaktadırlar.
Laikliğin ve evrensel hukukun olmadığı yerde demokrasi, diktatörlerin de içinden çıktığı kısır bir seçim sandığından ibaret kalır. Putin otokrasisindeki Rusya veya molla teokrasisindeki İran ve nice benzerleri gibi. Dünyanın neoliberal düzeni, Sosyalist Enternasyonali de kendi lehine dönüştürmüş olmalı ki Sosyalist Enternasyonal, üyesi olan bir zamanların devrimci partisi CHP’nin bu kadar sağdan ve geriden koşmasına seyirci kalıyor.
Mesele Cumhuriyet karşıtlarına selam çakarak veya onlarla bir gönül bağı kurarak iktidar olmaksa tarikatlarla aynı yolda yürüyen, aynı yağmurda ıslanan bir iktidar var zaten. Yok, eğer demokrasiden saptırılmış Türkiye’yi rayına koyup kaybettiği değerleri ve sinerjiyi kısa sürede yeniden kazandırarak kurulurkenki belirlenen hedefe ulaştırmaksa, o zaman CHP’nin Atatürk’ün kendisine yakıştırdığı yerden koşması gerekmez mi?
Görüyoruz ki 12 Eylül ürünü olan türbanı aklına dolamış bir CHP genel başkanı ve kendince bir şair olan Rumi’nin türbesinde ettikleri duadan medet umar hale gelen CHP’li başkanlar var! Biri kırk, diğeri yedi yüz yıldır Türk milletini asimile etmenin aracı. Peki, türbandan ve Rumi’ye gösterilen bu ilgiden, kendisine ve ülkesine hayır geleceğini uman bir halk var mı?
- Önder Gümüş/27 Aralı 2022