Çiftçinin kara günü, ülkenin de kara günüdür
Sonunda o da oldu; Amasya’nın köylerinde Tarım Kredi Kooperatifine olan borcunu ödeyemeyen yüzlerce çiftçinin traktörü hacizle ellerinden alındı. Benzer başka nedenlerle topraklarını terk eden diğerleri gibi bu çiftçiler de artık toprağını işleyemeyecek, dolayısıyla üretim de yapamayacaktır. Uygulama devam ettiği takdirde de üretimsizlik ülke sathına yayılacaktır.
Tarım Kredi Kooperatifi bir Cumhuriyet kurumuydu. Devletçi politikası gereği yaptığı şey, tarımın gelişmesine yarayacak şekilde amacına uygun kredi ve girdi malzemesi vermekti çiftçiye. Çiftçi, ekonominin güçlendirilmesi için maddi ve manevi desteklenmesi gereken ülkenin birinci sıradaki asli unsuruydu. Onun için çiftçi gerekli üretimi yapabildi, Türkiye de tarımda kendine yeten bir ülke olabildi. O günden itibaren Türkiye’de tarımı güçlü, çiftçiyi de üretken kılan, tarımsal kurumlardı. Tarım Kredi Kooperatifleri de bu kurumlardan biriydi.
Her ilçede ve birkaç köye merkez olabilecek büyük köylerde şubeleri vardı. Damlaya damlaya göl olur misali, çiftçinin küçük katkılarıyla birer bankaya dönüşmüşlerdi Cumhuriyet tarihi boyunca. Her şube kendi üyelerine karşı sorumlu olduğu için de neredeyse özerktiler. Zirai Donatım Kurumu varken sadece birer kredi kurumuydular. Zirai Donatım Kurumu kapanınca onun misyonunu da biraz yüklenir gibi oldular ve tarım girdileri temininde önemli rol aldılar. Ama her halükarda kendi yöresindeki çiftçilerin nakit veya tarımsal girdi ihtiyacını anında karşılıyorlardı.
Tarım Kredi Kooperatiflerinin ilki, önder çiftçi Atatürk’ün teşvikiyle 1936’da Mersin’in Silifke ilçesindeki Tekir Çiftliğinde kurulmuştu. Kooperatifin kuruluş amacı ise civar köylerdeki çiftçilerin maddi ve manevi güçlerini, zekâ ve maharetlerini birleştirip daha verimli ve üretken hale getirerek ülkenin tarımını geliştirmekti. Çiftçimizin örgütlü halini ve tarımdaki gelişmişlik düzeyimizi işte bu ilk adıma borçluyduk.
AKP yönetimi, Cumhuriyetin her kurumunu kendi iktidarının ve yandaşlarının rant kapısı yapınca, sıranın bir çiftçi kuruluşu olan Tarım Kredi Kooperatiflerine geleceği de belliydi. AKP’den emekli politikacıların, miktarını açıklamaktan kaçındıkları maaşlarla birkaç ay önce kooperatifin yönetimine ve 15 ayrı şirketinin başına getirilmeleri, bu kurumun da bir arpalığa dönüştürüleceğinin göstergesiydi. Bugün traktörü elinden alınan çiftçinin çok geçmeden ineğinin, tarlasının hatta evinin elinden alınmasına hiç şaşırmamalıyız.
Adalet ve Kalkınma Partisi, laik ve demokratik Cumhuriyete çamur atmaya başlayan kendinden önceki bazı sağ hükümetlerin aksine demokraside ve insan haklarında batı Avrupa tarzı bir iyileştirme yapacağı vaadiyle hükümet oldu. Çiftçiler için bunlara ek olarak Türk tarımının Avrupa tarımı ile entegre edilmesi vaadi de vardı. Ancak tam tersini yaptı, ne demokrasi bıraktı ne insan hakları. Tarıma da ilgisiz kalıp desteksiz bırakınca, traktörünün elinden alındığı kara günler kapıya dayandı çiftçinin.
Her kötü gününde yanında olan bu kuruma çiftçi bugün “Tarım Tefeci kooperatifi” diyorsa, bunun nedeni üzerinde bir durup düşünmek lazım. Yüzde 25’leri aşıp yüzde 30’lara varan faiz oranlarıyla çiftçi borçlandırılır mı Allah aşkına? Destek verilmeyen tarım sektörü ve sahipsiz bırakılan çiftçi üzerinde bir sömürü düzeninin kurulması değilse bu, nedir peki?
Tarımda söz sahibi ülkeler gayrı safi milli hâsılalarının yüzde 3 ila 5’ini tarıma destek olarak ayırırken, Türkiye yasal olarak yüzde 1’ini ayırdığını söylese de yüzde 0,5’ini, onu da yerinde ve zamanında değil mundar ederek verebiliyor ancak.
Memleket toz duman! Halkın yüzde 80’i ekonominin kötüye gittiğini, yüzde 60’ı da ekonomiyi kurtarmak için önceliğin tarıma verilmesi gerektiğini söylüyor. Ama halkı dinleyen yok! Her ürünün hasat döneminde o ürünün ithalatı yapılıyor. Üstelik Türk çiftçisini korumak için konulan gümrük vergisi de sıfırlandı. Bu satırların yazıldığı sırada, yandaş tüccarların yurt dışına satmak üzere anlaşma yaptıkları yüz binlerce ton Suriye zeytinyağını iç piyasaya yönlendirdikleri haberi geçti ajanslara. Buradaki amaç da zeytinyağı üreticisinin belini bükmek, hatta öldürmek.
Bu memlekette kimin ne dediği, kimin ne yaptığı sahiden de belli değil. “At izi ile it izi birbirine karıştı” dedikleri bu olsa gerek! Sahi, “2023 hedefi” dedikleri şey ne acaba? Yanlış ve kötü politikalarına bakılırsa; “Yoksa bunların niyetinin tarımsal üretimi tümden sıfırlamak, ülkenin topraklarını da her kime hizmet ediyorlarsa onlara teslim etmek midir?” diye düşünmeden edemiyor insan!
Tarımsal üretimin yeterince yapılıyor olması, milletin karnının da tok olması demektir. Aksi halde aç insanlara siyasetten, ekonomiden, eğitimden, sağlıktan, hukuktan, hele hele sanattan, kültürden bahsedilebilir mi? Aziz Nesin’in “Halkımızın yüzde 60’ı aptaldır” demesinin altındaki neden, mahkemelerde de haklılığını ispatlayan “yeterince hayvansal protein tüketilememesi” iddiasıydı. Bugün, o günlerden çok daha kötü duruma gelindi. Et ve süt ürünlerini tüketmekten vazgeçtik, “Askıda ekmek dönemini” yaşıyor halkımız.
Toplumsal hayatta medeniyetin gelişimi ile yeterli beslenme meselesi at başı gitmiştir hep. Dolayısıyla bugün eğitimde, adalette, ekonomide, sosyal ve kültürel hayatta, hak ve özgürlüklerde dünyanın en gerisine düşmemize rağmen, halkımızın kendisini bütün bunların müsebbibi olan AKP iktidarına mahkûm hissetmesinin nedeni, yetersiz beslenmekten de öte açlık düzeyinin altındaki bir yaşama mecbur edilmiş olmasıdır. Zira aç insanların düşünebilmesi ya da doğru karar verebilmesi, insan türünün doğasına da yaşamına da aykırılık teşkil eder.
Türkiye öyle bir noktaya getirildi ki, halkın açlığı üzerinde yükselen bugünün saraylılarından “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler”, onların kader ortaklarından da “Askıda ekmek kalmadıysa püskevit yesinler” demeleri, her an ihtimal dahilindedir.
Peki, bütün bunlar, çiftçinin kara günlerinin ülkenin de kara günleri olduğunu göstermiyor mu bize?