Demokrasimizde lider ve delege hâkimiyeti
Siyasi partilerimiz demokratik siyasi hayatımızın vazgeçilmez unsurlarıdır.
Bu görüş aynı zamanda evrensel demokrasinin de temelini oluşturmaktadır.
12 Eylül askeri darbesinden sonra yasakçı bürokrat zihniyeti tarafından 22 Nisan 1983 tarihinde 2820 sayılı kanununla siyasi partilerin tüzel kişilikleri yeniden belirlenmiştir.
2820 sayılı kanunun 3. Maddesinde ”Siyasi partiler, Anayasa ve kanunlara uygun olarak Cumhurbaşkanı, milletvekili ve mahalli idareler seçimleri yoluyla tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır” tanımlaması yapılmıştır.
Fakat 1983 yılından günümüze kadar çok sayıda Anayasa maddesi ve kanun değişmesine rağmen el değmemiş tek kanun, işte 2820 sayılı siyasi partiler kanunudur.
Neden?
Çünkü hiçbir iktidar ortaklık kabul etmez bizim fıtratımıza göre. Siyasi partilerin işleyişine baktığınızda partinin lideri tek belirleyici, parti merkez organlarıymış, il ve ilçe teşkilatlarıymış; hiçbirinin kararlarda etkisi yok.
1983 yılında kanunu yazan dönemin Milli Güvenlik Konseyi siyasi partiler yasasında mutlak hakimiyeti, millet yerine liderlere bırakmış hatta halka denetleme yetkisi dahi vermemiş. Tabiî ki liderin de işine öyle gelmiş ki; hatırlarım o dönemler Merhum Turgut Özal’ın ve eşinin elini öpmek için sıraya girenlerin oluşturduğu kuyruğu.
Peki, durum şimdi farklı mı?
Elbette hayır.
Hatta daha fazla demokrasi söylemleriyle yeni kurulan siyasi partilerde dahi durum değişmiyor.
Bakın yeni kurulan İYİ Parti, Gelecek, DEVA, Türkiye Değişim Partisi ve en çok şikâyetçi Muharrem İnce’nin dahi ağzından daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi diye demokrasimizin üzerinde kambur olmuş lider ve delege sultası, bizde olmayacak her kararı parti üyesi verecek laflarını duyamıyoruz.
Kısacası demokrasi kelimesi kullanılarak lider ve delege sultasına devam ediliyor, hem de gözlerimizin içine bakılarak.
Bizim ülkemizde siyasi partilerin genel başkanları seçmen tarafından genelde tanınır, çünkü liderler devamlı partilerinin önündedir.
Mesela Almanya’da yaklaşık on üç siyasi parti vardır, ama bu partilerin genel başkanları kimdir genelde bilinmez. Örneğin Almanya Şansölyesi yani başbakanı Angela Merkel’i sokakta sorsanız partisinin genel başkanı mı diye çoğunluk evet cevabını verir. Oysa Merkel Hıristiyan Demokrat Birliğinin sadece bir üyesidir, genel başkan ise ileride ismini çokça duyacağımız CDU’nun Genel Başkanı ve Savunma Bakanlığı görevinde bulunan Annegret Kramp-Karrenbauer’dir.
Bir başka örnek ise dünyaya sözde demokrasi ihraç eden ABD olsun; Donald Trump, ABD Başkanı Cumhuriyetçi Parti’den ama partinin genel başkanı değil. Peki, kim genel başkan Ronna McDaniel.
Bir düşünün parti genel başkanının haricinde birinin bir göreve aday olması veya seçilmesi sizce bizim demokrasimizde mümkün mü?
Yakın tarihimizde CHP böyle bir hata yaptı, Muharrem İnce’yi Cumhurbaşkanı adayı gösterdi, ne oldu; İnce şimdi ayrı parti kuruyor.
Düşünün delege olmadan parti üyesinin ilçe ve il yönetimini, belediye başkan ve meclis üyesini, milletvekilini, parti merkezini ve genel başkanı seçtiğini. Olmaz olmaz demeyin ileride mutlaka olacaktır.
Ön seçimle milletvekili olanları demokrasiyi en fazla savunan partilerin nasıl öğüttüğünü son seçimlerde görmedik mi?
Cumhuriyetimizin 97. Yılında TBMM’de, “Hâkimiyet Kayısız Şartsız Milletindir” sözü gözümüzün önünde duruyorsa, o zaman bu demokrasiyle bağdaşmayan uygulama neden duruyor?
Siyasi partilerimizde liderlerden öyle akıllı insanlar var ki, saymakla bitmez ama siyasette var olmaları için demokratik kurallara değil, liderlerine biat etmeleri gerekiyor.
Kısacası; demokrasi adına ağızdan çıkanlarla gerçekte yapılanlar hiç birbirini tutmuyor.