DEPREM VE TARIM

DEPREM VE TARIM
12.03.2020
A+
A-

Deprem Coğrafyamızın Doğal Kaderidir:

7 Mart Cumartesi günü artık bir üniversite kentine dönüşmüş bulunan Görükle’deki Mümin Ceyhan Bursa Araştırmaları Kütüphanesi’nde, kütüphanenin adına ve kuruluş amacına yakışan “Deprem Gerçeği Ve Bursa” konulu bir forum düzenlendi.

Foruma, depremle ilgisi olan Bursa’daki üniversite, kamu kurumları, akademik odalar ve kamu yararına çalışan dernekler davet edilmişti. Bu davete Nilüfer ile Mudanya belediyeleri başkan, Gemlik Belediyesi de ilgili birim düzeyinde icabet etti. Bursa’nın diğer 14 ilçe belediyesi ve belki de en başta katılım sağlaması gereken kamu kurumları olan Bursa Büyükşehir Belediyesi ile Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü maalesef bu foruma katılmadı. Jeoloji Mühendisleri Odası, Jeofizik Mühendisleri Odası, Elektrik Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası, Bursa Barosu, AKUT, TRAC, Psikologlar Derneği gibi ilgili tüm akademik odalar, arama kurtarma ve iletişim teşkilatları ile dernekler katılmışken, Bursa İnşaat Mühendisleri Odası’nın sadece makale göndermekle yetinerek foruma katılmaması da göz ardı edilecek bir durum değildi elbet. Bu durum, ister istemez tüm AKP’li belediyelerle birlikte Şehircilik Müdürlüğü ile İnşaat Mühendisleri Odası’nın, Bursa’daki olası bir depreme karşı duyarsız olduklarının ve hiçbir sorumluluk duymak istemediklerinin göstergesi olarak değerlendirilebilir mi, size bırakıyoruz..

Başta Bursa Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beyhan Bayhan olmak üzere tüm temsilcilerin yaptığı kıymetli sunumlardan; Kuzey ve Güney Anadolu ile Ege faylarından dolayı ülkemizde depremin kaçınılmaz bir doğa olayı olduğu, ancak depremler hangi büyüklükte olursa olsun bugünkü bilgi ve teknolojilerle meydana gelecek bu depremlerdeki şiddetin asgariye düşürülerek can ve mal kayıplarının önüne geçilebileceği anlaşılıyor.

Forumdaki sunumların ve yazılı olarak bildirimde bulunulan bilimsel makalelerin, Eylül veya Ekim aylarına kadar kitap haline getirilerek ilgili kişi ve kurumlara dağıtılacağını belirtmekte fayda var. Buna ilave olarak; Bursa’nın kültürel müktesebatına, çağdaş bir yaklaşımla yeni ve bir o kadar da önemli değerler katan Mümin Ceyhan Bursa Kültür Kaynakları Araştırma Kütüphanesi’ni gönülden kutluyoruz.

Cehalet Ve Yoksulluk, Ahlaksızlığı Ve Denetimsizliği Doğurur:

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin bir amacı da, bölgeler arasında kalkınmışlık farkının olmamasına dayanır. Yani amaç, yurttaşların bulundukları yerde huzura ve refaha kavuşturulmasıdır. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra cumhuriyetin bu amacını boşa çıkarmaya çalışan halk düşmanları, İstanbul başta olmak üzere ülkenin batısındaki birkaç kenti cazibe merkezine dönüştürüp, geride kalan vatan sathının tamamının yoksul bir kırsal alana dönüşmesinin sebebi oldular. Kırsal alanlardaki kentler önce kamu hizmetlerinden mahrum edildiler, sonra Atatürk’ün kurduğu fabrikalar satılıp savuşturularak, geçim kaynakları olan tarım ve hayvancılık da desteksiz bırakılarak her yönden yoksunluğa mahkûm edildiler. 1950’lerin başında Demokrat Parti iktidarıyla başlayan bu süreç, bugünkü 18 yıllık AKP iktidarıyla hedefine ulaşmış oldu.

Teknoloji üreten sanayinin olduğu kentlerde işçi sınıfının örgütlenerek emeğini pazarlayabildiği, tarımsal üretimin yapıldığı kırsalda köylünün iyi kötü kooperatifleşerek ürünlerini pazarlayabildiği memleket tepe takla edildi. Kentlerde sanayileşme durdu, köylerde tarımsal üretim… Köylerinde çiftini çubuğunu bırakan insanlar umudu kentlerde aramak zorunda bırakıldı. O umutlar, geldikleri kentlerde bacası söndürülen fabrikaların kapı önüne koyduğu işsizlerin umuduna karıştı, kaderi de onların kaderine ve dünyadaki en kalabalık işsiz, yoksul ve umutsuz ordularına dönüştüler hep birlikte.

İşsiz, yoksul, umutsuz ve cahil insanların doldurduğu kent varoşlarında, depreme dayanıklı binaların yapılarak içinde güvenle oturulacağını beklemek akılsızlık olsa gerek. Kaçak veya depreme dayanıksız binaların yeterince denetlenebileceğini beklemek de aynı. Çünkü kentlerde ve köylerde insanların bu zebun duruma düşürüldüğü zamanlarda ahlaksızlık kendiliğinden zirve yapar. Eğitim sistemi çökertilerek bilimsel gerçeklerin yerini hurafelere dayalı kaderciliğin alması kaçınılmazdır. Böyle zamanlarda ruh ve beden sağlığı bozulmuş, aleyhine olan her şeyi tevekkülle karşılayan aptal bir toplum inşa etmek de çok kolaydır. Rüşvet ve iltimas Allah’ın emri olur. Dolayısıyla sadece toplu konut yapan müteahhitler değil, başını sokabileceği kendi evini yapan birçok kimse de parasızlıktan ve cahillikten ötürü demirinden çimentosundan çalacak kadar bayağılaşır. Ve böyle zamanlarda denetim kurumlarının başına veya ilgili birimlerine liyakatsiz kişiler getirilerek yeterli denetimler de yapılmayınca, görüldüğü üzere her depremden sonra yıkımların, mal ve can kayıplarının meydana gelmesi kaçınılmaz oluyor.

Çözümün Bir Ayağı Da Tarımdaki Gelişmişliktir.

Depremin tarımla ne alakası var, diyeceksiniz?  Söyleyelim: Cumhuriyetin başından itibaren yapılanların devam etmesi gerekiyordu. Ama kesintiye uğradı. Bununla birlikte yeniden başa dönmek zorundayız. Türkiye’de bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının giderilmesi planlanmalıdır. ‘Taşı toprağı altındır’ deme budalalığı üzerine ekonominin yarısı, nüfusun beşte biri İstanbul’a yığıldı. Böylece bölgeler arasında uçurum gibi bir gelişmişlik farkı yaratılarak hem ekonomik, hem sosyal dengeleri alt üst oldu. Oysa ülkenin her karışı vatan toprağı olduğuna göre, her karışına sadece altın değil, namus gözüyle de bakılması gerekmez mi? Her karışında yaşayan insanlar bu milletin bir parçası ise hepsine hizmetin götürülmesi gerekmez mi?

Öyleyse Cumhuriyetin üstün planlaması sonucu ülkenin dört bir yanına kurduğu katma değer üreten tarıma dayalı ağır sanayi kuruluşları, iç ve dış pazarların şimdiki konjonktürü dikkate alınarak daha donanımlı şekilde yeniden faaliyete geçirilmelidir. Nerede hayvancılık, nerede bitkisel tarım verimli olacaksa orada hayata geçirilmelidir. Üretimden pazara ne kadar gerekiyorsa o kadar desteklenmelidir. Riskli ve hayati olan yanları tereddütsüz sübvanse edilmelidir.

Ayrıca ekonomi ile birlikte sosyal alanda da gerekli tüm yatırımların yapılması lazımdır. İstanbul’da bulunan finans, eğitim, sağlık, kültür kuruluşlarının tümü, aynı amaç ve istekle ülkenin bütün illerinde aynı kalitede hizmet üretmelidir. Üretmelidir ki çöle dönen Anadolu’nun her yerindeki yurttaşların karnı tok, sırtı pek, kafası bilgiyle, kalbi sevgiyle dolu olsun. Geleceğe kaygıyla değil; umutla, güvenle bakabilsin. Bu durumdaki insanları kovsanız da İstanbul’a, Ankara’ya, Bursa’ya, Antalya’ya, İzmir’e gönderemezsiniz. Doğdukları köylerinde, kasabalarında, illerinde, meralarını, tarlalarını, dükkânlarını, fabrikalarını bırakıp hiçbir yere gitmezler. Kendi cennet yurtları ile canının kıymetini bilecek, o yaşama arzusuyla da içinde yaşadıkları yapıları, sahip oldukları çağdaş kafa ile depreme daha dayanıklı hale getireceklerdir. İç göçle belli başlı kentlere yığılma olmayınca, oralarda da depreme dayanıksız kaçak yapılaşma olmayacak, böyle bilinçli ve namuslu bir toplumda belki de müteahhitlerin hırsızlık yapmasına, belediyelerin de rüşvet alıp göz yummasına gerek kalmayacak.

Bu bozuk düzende bu dediklerimiz bir ütopya gibi gelebilir. İnanın değil! Anlatmaya çalıştığımız; deprem fay hatları üzerinde de olsa, içinde yaşadığı binaların başına yıkılmasının değil, bu verimli topraklar üzerinde en az Finler kadar mutlu yaşamanın ve en az Japonlar kadar da depremlerde hayatta kalmanın mümkün olduğudur. Halkımızın böyle bir yaşam biçimini fazlasıyla hak ettiğine yürekten inanıyoruz.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.