Dersimiz; Koranavirüs…
Tanrının varlığını isbat etmek için uyduruk şeylerden medet uman zihniyeti, oldum olası alaycı bir tebessüm ile takip etmişimdir.
Karpuz çekirdeğinde, arı peteğinde, Erciyes’in zirvesindeki eriyen kar izinde arap harfleri ile “Tanrı” ismini arayan ve bunu Tanrı’nın varlığını ispat etmek için kullanan zihniyet hep güldürmüştür beni.
Ve ne yazık ki, bu tipler oldukça çok etrafımızda.
Son örneğine, yaşanan salgın vesilesi ile rastladık.
Sosyal medyada paylaşılmış kısa bir videoda; Diyarbakır İl Müftü Yardımcısı olduğu ifade edilen bir kişi konuşuyor.
Kimi haber kaynaklarında Cuma hutbesi şeklinde yer alsa da, videodan gördüğümüz kadarıyla konuşma, minberden değil kürsüden yapılmış. Yani Cuma hutbesi değil, namaz öncesi yapılan bir vaaz.
Hangi isim altında yapılmış olursa olsun son derece yersiz, son derece gereksiz ve bilim adına, din adına utanç vesilesi bir konuşma.
Krizi fırsata çevirme peşinde uyanık.
Mal bulmuş mağribi gibi atlamış konuya.
Diyor ki; “Bu virüsü ben, Allah’tan bir nimet olarak görüyorum. O küçücük gözle görünmeyen virüs, birçok insanın peşinden koştuğu görüşü, ideolojiyi, düşünceyi yerle bir etti. Hani diyorlar ya, ‘Gözümle görmediğime inanmam.’ Madem ki görmediğin şeye inanmazsın, bu virüse niye inanırsın?”
Öyle ya, Tanrı bakmış ki bir kısım kulları, “Biz görmediğimiz şeye inanmayız” diyor. “Ben inanan kullarıma nimet olarak öyle bir şey göndereyim ki, bana inanmayan o alçaklar göremedikleri halde inanmak zorunda kalsınlar ve görsünler günlerini.” demiş.
Zavallı cahil, eğitim hayatı boyunca hiç mikroskop önüne oturmamış.
Virüsün gerçekten görünmez bir şey olduğunu sanıyor.
Yanlış bildiği noktadan güç alıp, Tanrının varlığını kanıtlama gayretinde.
Böyle bir çaba içerisinde olmanız, inancınızın ne kadar zayıf ve temelsiz olduğunun da bir göstergesidir.
Kişisel gelişim üzerine çalışmalar yapan Ahmet Şerif İzgören’in bir söyleşisinde dinlemiştim.
Bir başka kaynaktan alıntı mıydı yoksa kendine ait bir söz mü hatırlamıyorum.
Şöyle diyordu İzgören; “İnanç, görünmeyene inanmaktır. Görünmeyene inanırsanız başkalarının göremediğini görürsünüz.”
Yer yüzündeki tüm inanç sistemleri aynı temele dayanır. İnanmak için, mantığınızı, bir kenara koymanız gerekir.
Şayet inanmak için mantıksal bir dayanak bulmaya çabalarsanız, inanmamak için daha fazlası ile karşılaşmanız içten bile değildir.
Bir fıkra ile bitirelim:
Bir doktor, akıl hastalarının kendi aralarındaki davranış biçimlerini yakından görmek için kıyafet değiştirip katılmış aralarına.
Bakmış dinlenme salonunda uzun bir kuyruk. Hastalar çok heyecanlı. Tek sıra halinde duvardaki küçük bir delikten bir süre bakıyor ve sonra tekrar bakabilmek için sıranın arkasına geçiyor.
O da geçmiş sıraya.
Sıra ona gelmiş.
Dayamış gözünü deliğe.
Koca bir karanlık.
Hiç bir şey görünmüyor. Belki gözünün karanlığa alışması gerekir diyerek bir süre beklemiş ama arkasında bekleyen hasta huysuzlanıyor. Çekilmiş deliğin önünden ve diğerleri gibi geçmiş sıranın arkasına.
Dayanamayıp önündeki hastayı dürtmüş.
– Hey! Ne var o delikte, ben birşey göremedim.
– Biz yıllardır bakıyoruz birşey göremedik. Sen ilk bakışta göreceğini mi sanıyordun?
Sevgili imam efendi, şayet gözünü duvardaki delikten çekip, bir mikroskop ile bakmayı denersen eminim sen de başarabilirsin o virüsü görmeyi.