Devrim – Yugo – Hacı Murat
Bir otomobil düşünün; ön panelindeki göstergelerde Türkçe: “yağ basıncı” “hız göstergesi” “benzin miktarı” yazıyor. Vites kolundaki geri vitesi de “R” harfiyle değil “G” ile gösteriyor. Düş gibi… İşte böyle bir otomobilimiz vardı bizim; adı Devrim… Türk mühendislerinin 4,5 ay gibi kısa bir sürede % 80 yerli tasarımla üretip Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e sunduğu Devrim… 1961’de, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in talimatıyla Eskişehir Demiryolu Fabrikası’nda üretilmişti Devrim. Hem de 129 günde…
O yıl Cumhurbaşkanı çeşitli şirketlerde çalışan 24 mühendisten, tamamen Türkiye’de tasarlanmış ve üretilmiş bir otomobil üretmelerini ister. Araç 29 Ekim 1961’deki Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında gösterilecektir. Eskişehir’deki atölyede müthiş bir maraton başlar. TÜLOMSAŞ (Türkiye Lokomotif ve Motor Sanayi) fabrikasını oluşturacak mühendisler, otomobilin dört prototipini yapmayı başarır. Üzerlerinde krom yazıyla DEVRİM yazmaktadır.
Otomobillerden yalnızca biri siyah, diğer üçü krem rengindedir. İkisi Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için Ankara’ya gönderilir. Zaman o kadar kısıtlıdır ki siyah olanın cilası Ankara trenindeyken yapılır. Kömürle çalışan lokomotifin bacasından çıkacak kıvılcımların yaratacağı tehlike nedeniyle araçlara sadece manevra yapabilecek kadar benzin konmuştur. Kutlamalar gününde, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, yakıt ikmali yapılmadan siyah araca biner. Yaklaşık yüz metre ilerledikten sonra araç durur. Sonra Başkan siyah arabadan iner ve arkada (daha önce benzini doldurulmuş olan) krem renkli arabaya biner ve onunla Anıtkabir’e gider. İki araba daha sonra töreni sorunsuz tamamlar. Ertesi gün gazete manşetleri: “Devrim 100 metre gitti ve durdu.” şeklinde başlıklarla çıkar ve araba uzun yıllar alay konusu olur.
Yıllar sonra Devrim’i tasarlayan mühendislerden Kemalettin Vardar: “Otomobilin benzini bitmemişti” der. Motorun boğulmuş olabileceğini söyler. Devrim’i ekipteki arkadaşlarından Yüksek Mühendis Rıfat Serdaroğlu kullanıyormuş ve yanında da Cemal Gürsel oturuyormuş. Panikle o sırada aklına gelen ilk şeyi söylemiş:
Benzin bitti!
Şimdinin makine mühendisleri 4,5 ay gibi kısa bir zamanda böyle bir otomobili tasarlayıp vücuda getirmenin mucize olduğunu söylüyor. Devrim çalışmadığında mühendisin korkusunu hissedebiliyor musunuz? Bunca emek, bunca inanç… Ama akıbetiniz bir yöneticinin iki dudağı arasında.
Basının ve kamuoyunun takındığı bu alaycı tavrın ardından Devrim’in seri üretimine geçilemez. Proje bir köşeye atılır, Devrim başka bir köşeye… Bu karalamaların, ülkeye otomobil ithalatı yapan çevrelerin başının altından çıktığı söyleniyor. Sözün kısası, biz de otomobillerimizin ön panelindeki göstergelerde bir daha asla Türkçe sözcükler okuyamadık. Korkuyla bilim ve teknoloji yapılamazdı elbette.
Sonrası daha da içler acısı. Dört prototipten üç beyaz Devrim’in biri denemeler sırasında yanmış. Diğeri ambarda muhafaza edilirken, kontrolden çıkan bir forklift tarafından hurdaya dönmüş (Ne hikmetse!). Son beyaz renkli Devrim de şansımıza kurtulmuş ve bu gün Eskişehir’de TÜLOMSAŞ’ın müzesinde sergilenmekte. Siyah olan Devrim’e gelince… Ne yazık ki bu araç hiçbir zaman bulunamamış. En son Ankara Garı’nda görülmüş. Bir daha da izine rastlanmamış. Yerli otomobil maceramız da bu şekilde başlamadan bitmiş.
80’lerde biz devrim diyemezdik bilir misiniz? Netekim “inkılap” derdik devrim yerine. Doğmamış çocuk gibi kaldı Devrim. Gerçi otomobil maceramız devam eder. Ford’la ortaklaşa çalışan Koç Holding, 1966’da Anadol’u üretir. Logosu da Hitit sembolüdür. Ardından TOFAŞ Türk Otomobil Fabrikası A.Ş. (Koç Holding) Murat 124’ü üretir. Sonra da kuş serisini… Ama tasarım ve lisans bize ait değildir. Murat 124’ün aslı bir İtalyan şirketi olan Fiat 124’tür (Fabbrica Italiana Automobili Torino) En azından üretim yeri Türkiye’dir. Yedek parça ve satış sonrası tamir işleri daha kolay halledilmektedir. Türkiye’de hem Anadol, hem de TOFAŞ kuş serisi çok tutulur. Hatta Murat 124 o kadar bizden olur ki ona Hacı Murat deriz. Söylentiye göre 70’lerde hacca gidenler bu araçlarla yola çıkmış ve bu yüzden adı Hacı Murat olmuş. Bu gün artık lisans sahibi firmalar burada üretilen otomobillerin adını Türkçeleştirme zahmetine bile katlanmıyor. Nemize gerek! Orijinal adıyla alıyoruz arabalarımızı. Bir o kadar da sigorta ve yüksek vergisine katlanıyoruz. Şimdi ne Anadol var, ne Murat, ne Şahin, ne Doğan, ne de Serçe…
Devrim’in bir sonraki aşamasını yaşayıp dünya çapında üne kavuşan bir Yugoslavya otomobili var; Yugo (Orijinali Jugo). Onun hikâyesi de ilginç.
***
Yıl 1954… Zastava’nın Fiat’la yaptığı ortaklık sonrasında Yugoslavya, otomobil üretimine başlar. Yugo‘lar, Yugoslavya’nın Kragujevac kentinde doğar. İlk olarak ordu için kamyon üreten fabrika daha sonra Fiat firması ile otomobil üretimine geçer. 1971’de fabrika, Fiat 127’lerin üretimine geçtikten sonra bu arabaya Yugo 45 ismini verir. Bizdeki Hacı Murat gibi… Çok geçmeden Yugo’nun ihracatına başlarlar. Araba ABD’de Yugo versiyonlarıyla satılır.
Yugo, 1985 yazında ABD’de satılan en ucuz araba olur. Fiyatı sadece 3.990 $’dır ve en yakın rakibinden 1.000 $ daha ucuzdur. 1989’da ise Yugo America iflas bayrağını çeker. Çünkü Amerikalılar tarafından dünyanın en tehlikeli aracı seçilir ve Yugo’nun üretimi durdurulur.
***
1990’larda Yugoslavya’da iç savaş vardır ve bu nedenle Yugo’nun iç pazarı da aksar. 1999’da ise NATO, stratejik silah üretiyor diye Yugoslavya’daki otomobil fabrikasını bombalar.
İşte burada bir gariplik yok mu sizce? Bosna yıllarca kan ağladı o iç savaşta. O zaman müdahale edilmedi de sonradan mı Yugo’nun fabrikaları silah üretmeye başladı?
Bu durumda Yugo’nun kötü araba olduğu savı da sahte geliyor. ABD’de üretilen yerli otolardan daha ucuza satıldığı ve Amerikan otomobil üreticilerini güç duruma soktuğu için bir komploya kurban gitmiş olabilir mi? Bilemeyiz…
Savaş sonrası fabrika Macarlarla iş ortaklığına başlar.
Bugün yeniden üretime geçen eski dost Yugo’lar ise Sırbistan’ın bazı uluslar arası anlaşma sorunları nedeniyle dünyaya açılamıyor.
Yugo en azından doğmuş, dünyaya yayılmış. Bizim DEVRİM ise kardeşleri öldükten sonra yapayalnız bir müzede kalmış. Oysa güzel yurdumuzun duble yollarında nazlı nazlı seyretmeliydi şimdi.
Global dünyanın aktörleri sizin markanızın yaşamasını ne kadar isterse o kadar yaşayabiliyorsunuz. Olan Devrimlere ve Jugolara oluyor.
Sözün özü; “Hacı da olsanız, Murat da olsanız fark etmiyor.”
Bu gün elimizde olan teknik olanaklara rağmen bir tek vidasını bile üretemediğimiz halde yerli ve milli ilan ettiğimiz ve 18 yıldır bir türlü üretime geçemeyen otomobillerin sürecini yönetenler ile Devrim otomobillerinin üretim sürecini kıyaslarsak arada dağlar kadar fark olduğunu görürüz.Her iki dönemde değişmeyen tek şey ise uluslararası tekellerin bu süreci baltalama çabasıdır. Yine harika bir konuya değinmişsiniz,elinize yüreğinize sağlık
Teşekkür ederim Ahmet Bey. 🚗
Emeklerin ziyan edilmesi galiba yapılanları anlatamadığımızdan olsa gerek. Hala üzülürüm Devrim otomobiline. Deniz subayı bir arkadaş anlatmıştı. Gemilerden birinin ahşap kısmı zarara uğramış. Gemi ABD den alındığı için bir yazı ile o kısmı istemişler. İki yıl kadar uzun bir süre yanıt gelmemiş. Bizimkiler tekrar yazı yazmışlar. Gelen yanıt: “geminin o parçasını yaptığımız ağaç Bolu dağlarının şu mevkiinde vardır. Onarımı orada yapabilirsiniz.” Şok olduk diyor arkadaş gittik ağacı bulup gemiyi onardık ama çok üzüldük.
Müyesser Hanım artık doğamızda da pek bir şey kalmadı. Yakında o ağacı da bulamayacağız ve ithal edeceğiz.