DİYANET’İN İNAYETİ
Önceki Diyanet
Coronayı fırsat bilen Diyanet, camilerde ezandan sonra dua ve ilahi okutmaya başladı. Tıpkı bitki örtüsü yok edildiği için yağmurların yağmadığı bir yerde, ağaç dikmek yerine yağmur duasına çıkılması gibi. Ayrıca bunu yapmakla toplumda Müslüman’ın Müslüman’dan başkasına güvenmemesi, kendinden olmayandan kuşku duyması, yaşanan belirsizlikten endişelenmesi ve bilinçsiz suçluluk gibi duygular yaratmakta, toplumu çaresizliğe sevk etmekte, bir Müslüman kibrin ve bencilliğinin oluşmasına sebep olmaktadır.
Oysa böyle zamanlarda akıl ön planda tutularak aklın gereği neyse o yapılmalıdır. Aslında İslam akla uygun ve akla hitap eden bir dindir. En azından İslam’ın kaynağı olan Kuran’da, Allah’ın “Size, kullanasınız diye akıl verdik” dediğini biliyoruz. Ama Diyanet, aklı gölgede bırakıp dinde yeri olmayan hurafelerle yine din adına toplumu şekillendirmeye çalışıyor.
Vebanın Avrupa’yı kasıp kavurduğu 14. yüzyılın başlarında Kilise ne yaptıysa, Diyanet de bugün İhvan zihniyetindeki AKP iktidarının kuyruğuna takılarak Türkiye’de ve söz geçirebildikleri diğer İslam ülkelerinde aynı şeyi yapmaktadır. Bir farkla; Kilise o dönemde iktidarın kendisiyken, Diyanet, iktidarın yardakçısı olarak Müslüman toplumlara bu paranoyayı salmaktadır.
Hâlbuki Diyanet İşleri Başkanlığı bir devlet dairesiydi. Kuruluş amacı; dinler konusunda Türk toplumunu aydınlatmak, görevi de ibadet yerlerini yönetmekti. İlk başkanı, Kurtuluş Savaşının başladığı günlerde hayatı boyunca biriktirdiği bin lirayı TBMM’ye hibe edecek kadar vatansever ve kanaatkâr, mütevazı bir Müslüman olan o günkü Ankara müftüsü Rıfat Börekçi’ydi.
Ya Şimdi?
Kamu kurumuyken kendisine bağlı vakıf, taşınır-taşınmaz mal varlıkları veya işletmelerle, ayrıca helal haram demeden milletin vergilerini ve bağışlarını yemeye, lükse, şatafata, israfa doymayan bir ticari kuruluştur. İlginçtir; bu ekonomik oluşum, dünyadaki ekonomilerden farklı olarak iktidarın halktan topladığı vergileri aktarmasıyla büyüyen, milletin, devletin sırtında kambur olarak duran ve hiçbir değer üretmeden sadece oburca tüketerek devleşen bir yapıdır. Kuruluş amacından, görevinden ve konumundan saptırıldı. Devlet protokolünde 51. sırada iken 2012’deki protokol değişikliği ile 10. sıraya yükseltildi. 4-5 bakanlığınkini aşarak genel bütçeli kurumlar arasında 12. büyük bütçenin sahibi yapıldı. Böylece iktidarın manevi sopasına dönüştürüldü.
O da kendisinden bekleneni yaptı: Hırsızlık, yolsuzluk, kul hakkının yenmesi, çocuklara tecavüz edilmesi, kadınların katledilmesi, bölücülük, bilgisizlik, yozlaşma, zorbalık gibi ülkede cereyan eden her türlü ahlaksızlığın ve adaletsizliğin karşısında dilsiz şeytan kesildi. Yetinmedi; daha kötülerinin vuku bulmasının önünü açacak biçimde yasalara, Türk halkının kültürüne, doğasına ters gelen beyanlarda bulunmaktan çekinmedi. Din, mezhep, cinsiyet ayırımı yaptı. Halkın dini duygularını sömürerek Türkiye Cumhuriyetinin laik ve demokratik bir ülke olmaktan çıkarılıp, Ortadoğulu yalnız ve yoksul bir kabile devletine dönüştürülmesinde, kendisini kibir ve dünyevi menfaatlere boğup şımartan iktidarın kurumsal Bel’am Bin Bâûrâ’sı oldu.
Diyanetin görevi çok kültürlü ülkemizin yurttaşlarını tarihsel olan bütün inançlar konusunda bilgilendirmesi iken, Kuran’da mezhepçilik olmamasın rağmen sadece Arap sevici bir mezhebi anlatmakla yetiniyor. Bunun dışındaki tüm inançları ve mensuplarını ötekileştirmekte, düşman ilan etmektedir. İslam ve Peygamberi diye beyinlere kazıdığının ise Hz. Muhammed ve getirdiği İslam’la bir ilgisi yok. Diyanetin yaptıklarını tarihsel süreciyle ele aldığımızda, bunların Allah’ın kelamı Kuran ile Peygamberin davranış ve öğretilerinin dışında, Sami toplumlarının İslam’dan binlerce yıl önceki arkaik yaşam biçimi olduğunu görüyoruz. Diyanet, zengin ve hümanist Anadolu kültürü üzerinde yükselen laik ve devrimci Cumhuriyetin faziletlerine ihanet edip görmezden gelerek, ilkel Arap kültürünü Emevilerin verdiği biçimiyle Türk milletine İslam diye aşılamaktadır.
Bunları yapmakla Diyanet; ülkemize, milletimize telafisi zor ve büyük zarar vermektedir. Gücünü halkın yararına değil mahvına kullanmaktadır. Halkın, aklını özgürce kullanmasının ve kendisini arzuladığı hedeflere götürecek uygun yollar bulmasının önünde bir çoban aldatandır. Demokratik veya siyasi tercihlerine ket vurduğu halkı, iktidarın isteklerine boyun eğmeye zorlamaktadır. Zor günlerde halkın mücadele azmini kırmakta, onu tevekküle ve miskinliğe itmektedir. Bugünkü salgın sürecinde de hurafeleri bilimle yarıştırarak, toplumu ayrıştırarak var olan umutların yitirilmesine, kaygıların, korkuların, belirsizliklerin artmasına, derinleşmesine sebep olmaktadır.
Yapılması Gereken
Hal böyleyken yapılması gereken bir tek şey kalıyor geriye: O da Diyanet İşleri Başkanlığının, kendisine yeniden milli bir kimlik kazandırılmaya ihtiyacı bulunan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bir genel müdürlüğe dönüştürülecek şekilde lağvedilmesidir. Belki bu zaman alacaktır fakat şimdiden bütçesinin tamamının ülkenin Corona salgınından kurtulması için harcanması çok hayırlı bir çözüm olacaktır.
Bu kapsamda bütçesinin bir kısmı da bu süreçte yeterli gıda sağlansın diye bilinçli olarak çökertilmiş bulunan tarıma ve hayvancılığa, yani çiftçiye destek olarak verilmelidir.
Türkiye bu değildi, bir Corona salgınına karşı acze düşecek bir ülke değildi, olmayacak da. İnanıyoruz ki ne iktidar, ne Diyanet, hiçbir güç Türkiye’yi aklın ve bilimin yolundan alıkoyamayacaktır. Sümer’den, Truva’dan, Hitit’ten beri bu topraklarda kadim bir dayanışma kültürü mevcuttur. Yine imparatorlukların bakiyesini ulusal bilincimize katan binlerce yıllık bir devlet aklı ve bir kamuoyu vicdanı vardır. Tarih de Teamüller de bunların bizi birlikte yaşatmak üzere her zaman her koşulda, bilimin ışığında, akla ve vicdana uygun hareket ettiğini göstermiştir bize.
En umutsuz şartlarda dahi beklenmedik bir kaynaşma ve dayanışma ile Diyanetin kendi kuruluş amacına ihanetini de iktidarın ülkeyi yönetememekteki basiretsizliğini de aşacaktır bu millet, evvel Allah!