Doğu cephesinde değişen bir şey yok
Voltaire, gerek Avrupa’da meydana gelen aydınlanma hareketinin, gerekse Fransız İhtilali’nin düşünsel hazırlayıcılarından bir düşünür.
Batıda din savaşları nedeni ile milyonlarca insanın öldürüldüğü karanlık dönemden aydınlanma ile başlayan Rönesans ve reformla neticelenen büyük değişimler yaşandı; bunun öncülerinden biri de Voltaire’dir. Onun eserlerini yazdığı dönem Rönesans ile başlayan teknolojik, endüstriyel ve sanatsal devrimlerle taçlandırarak sürdürdüğü yıllardır.
Ünlü Chiapa piskoposunun anılarından anlaşıldığına göre İspanyollar güneyde, İngilizler kuzeyde kâfirleri dine döndürmek için 10 milyon insanı boğazlayıp yakmış ya da boğmuşlardı. Musası’ndan vazgeçmeyen Yahudileri huşu içinde yakışlarını izlemiş, Fransız devriminde kralın etini devrimcilerce halka sunulduğuna şahit olmuştu.
Hikâyenin kahramanı olan Scarmentado, Girit adasının Kandiye kentinde doğmuş biridir. Hayatı anlamak için keşif amaçlı bol bol seyahat eder. Roma ve Fransa’dan sonra gittiği İspanya’da Engizisyon’dan zor kurtulur ama seyahati bırakmayıp bir de Türkiye’ye gelir.
‘’Seyahat etme arzusuyla yanıp tutuşuyordum. Avrupa turumu Türkiye ile tamamlamayı kafama koydum ve hemen yola koyulduk. Göreceğim şenlikler konusunda hiç fikir belirtmemek niyetindeydim. Arkadaşlarıma; -Bu Türkler, dedim, vaftiz edilmemiş zındıklardır, sonuç olarak da saygıdeğer engizitörlerden daha zalim olacaklardır. İslam ülkesinde ağzımızı açmayalım. Böylece Türkiye’ye vardık. Türkiye’de Kandiye’dekinden daha fazla kilise bulunduğunu görmekten fena halde şaşkınlığa düştüm. Kimi Yunanca, kimi Latince, daha başkaları Ermenice olarak bakire Meryem’ e serbestçe dua eden ve Muhammed’ e lanet okuyan sayısız keşiş gördüm.- Bu Türkler ne iyi insanlar! diye haykırdım. Rum Hıristiyanlarla, Latin Hıristiyanlar İstanbul’da birbirlerinin can düşmanıydılar; bu köleler birbirlerini ısıran ve ayrılmaları için sahipleri tarafından dövülen köpekler gibi birbirlerinin canına kıyıyorlardı. O zamanlar, sadrazam Rumlar’ın tarafını tutuyordu. Rum Patriği beni Latin Patriği’nin evinde yemek yemiş olmakla suçladı; divanda tabanlarıma yüz sopa vurulması cezasına çarptırıldım ve beş yüz fındık altını ödeyerek kurtuldum. Ertesi gün sadrazam boğduruldu; bir sonraki gün yerine atanan yeni sadrazam ise Latin taraftarıydı ve Yunan Patriği’nin evinde yemek yemiş olmaktan beni aynı cezaya çarptırdıktan topu topu bir ay sonra o da boğduruldu. Artık ne Rum, ne de Latin kiliselerine adım atmak içimden geliyordu. Avunmak için, baş başayken çok cana yakın, camide ise dini bütün biri olan çok güzel bir Çerkez kızı kiraladım. Çerkez kızı, bir gece aşktan coşunca sıkı sıkıya beni kucaklayarak; –‘’Alla Illa Alla’’ diye bağırdı. Bu sözler Türkler’in iman sözleriymiş (La İlahe İllalah). Onları aşk sözleri sandığımdan, büyük bir sevgiyle ben de, “Alla Illa Alla “ diye bağırdım.- Allaha şükürler olsun! dedi, Siz de Müslüman oldunuz. Bana güç kuvvet veren tanrıyı kutsadığımı söyledim ve kendimi çok mutlu hissettim. Sabahleyin imam beni sünnet etmeye geldi; biraz güçlük çıkardığımdan, dinine bağlı kadı beni kazığa oturtmaya niyetlendi; bin fındık altını ödeyerek önümden bir deri parçasıyla gerimi kurtardım ve bir daha da Türkiye’de Rum ve Latin ayinlerine katılmamaya ve yatakta “Alla Illa Alla” diye bağırmamaya kesin kararıyla, vakit geçirmeden İran’a kaçtım.’’
Türk tarihi güçlü olma, hâkim olma, muktedir olma temelli iktidar savaşlarına sahne olmuş. Kutlu Altay Kocaova hocamız bunu Türk devlet yapısına hâkim olan devlet anlayışına bağlıyor. “Türk devlet algısını bilmeden Türk tarihini anlayamazsınız. Türk devlet algısı, kayıtsız şartsız itaat ister ve itaat etmeyeni ezer. Ezemezse kaybeder. Bu yüzden Motun Yabgu (Mete), babası Tuman (Teoman)’ı öldürdü. Köl Tiğin, Dokuz Oğuzlara katliam yaptı. Bu yüzden Çingis (Cengiz) ve Timur, kan dökücü oldu. Selçuklu ve Osmanlı da bu yüzden Türkmen isyanlarına sertlikle karşılık verdi. Bu yüzden Atatürk, cumhuriyetten sonra eski silah arkadaşlarını tasfiye etti’’ diye anlatır.
Voltare muhtemelen farklı zamanlarda ülkemizi ziyaret etmiş olsa, farklı isimde gruplar arasında rekabet ve mücadeleye şahitlik edecekti. Tanzimat döneminde hürriyetçi, istibdatçı, cumhuriyette ittihatçı-cumhuriyetçi kavgasına tanıklık ederdi.1950’de vatan cephesi ile karşıt görüşten olanların çekişmesi ile başlayan sonu, 1960 darbesi ile bitecek husumet. Sağcı-solcu, ülkücü-devrimci-akıncı şeklinde kardeş kavgası bu kez 1980 askeri darbesi ile sonuçlanacaktı. Devrimci ve ülkücüler tasfiyesi sonrası Özallı dönemden sonra muhafazakâr sağın içinden İslamcılığın yükseldiğini, 2002’de başlayan iktidarı kesintisiz devam ediyorken beslediği ortağı tarafından darbe teşebbüsü sonrası yeniden saray rejimine geri dönüş yapılacaktı.
Travma sonrası geçmişe regresyon olan bireyler gibi birden Osmanlı dönemi Abdülhamit devrine yeniden dönüş yaşanacaktı. Bu kez yedi tepeli şehirden saray, beş tepeli Engüriye (Ankara) taşındığını duyacaktı, sadrazam olmadığı için ayrıca sevinecekti. İslam bol (İstanbul) artık Ermeni, Rum ve Yahudi yabancılardan ziyade Arap istilası sonucu asit hanenin harap haneye dönüştüğünü görecekti. Kendine cariye olarak bir Çerkez kızı yerine Arap bacı alıp camdan bakacaktı.
Hiçbir şeyin değişmemesi durumunu anlatmak için kullanılan, bizdeki karşılığıyla ‘eski tas eski hamam’ deyişini hatırlatan, yenilenmesini beceremeyenlerin durumunu anlatan, Erich Maria Remarque’ın “Garp (Batı) Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” romanından esinlenerek Doğu cephesinde yeni bir şey yok, halimiz pürmelâlimiz.