Düzensizliğin düzeni…
Büyük Selçuklu Devleti Hükümdarı Sultan Sencer, giderek artan ekonomik buhran nedeniyle ayaklanmalara kurban gitti, 1153 yılında tutsak oldu, 1157 yılında öldü ve devlet yıkıldı.
Anadolu Selçuklu Devleti’nde, müesses nizamın ortadan kalkması ve 1308 yılında Sultan II. Mesud’un ölümü sonrasında idaredeki kaos ve devlet yıkıldı.
Osmanlı İmparatorluğu ise çağın gerisinde kaldı, alması gereken reel kararları almayıp devlet nizamının hantallaşmasına ve bozulmasına neden oldu, monarşi yönetiminin sonu oldu.
Türk devletinin cumhuriyet rejimine geçmesiyle birlikte müesses nizamın bir daha bozulmaması için radikal kararlar alındı. Öncelik askerin siyasetten ayrılmasıydı, ikinci ise çağın gerisinde kalmayacak eğitim sistemi ve üçüncü olarak üretim ekonomi modelinin uygulanmasıydı.
Günümüzde yıkılan devlet yok ama hâkimiyetini kaybeden devletler var, hem de burnumuzun dibinde; Irak ve Suriye… Bu yüzyılda demokrasi, adalet, eğitim ve ekonomi öncelikli değerler ve bu değerler üzerinden uzaklaşanları doğal afetlerden daha büyük tehlike olan düzensizliğin düzeni kaos bekliyor demektir.
Türkiye düzensizlik içinde kaosa doğru hızla ilerliyor, ekonomi pandemi döneminde dip yaptı, devlet ricalinin talimatlarını ne bankalar, ne alışveriş merkezleri dinliyor. Zam yağmuru şiddetli gök gürültüsüne dönüştü, bu sefer de devlet ricali görmez ve duymaz oldu.
2001 yılında dönemin iktidarını eleştirenler yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla mücadele edeceklerini söyleyerek, Müslümanlar iktidara seçildiler. Öncelik Müslüman bir cumhurbaşkanının seçilmesiydi ve seçildi, Müslüman bir başbakan Müslüman bakanlar ve kadroları iş başına geldi.
Fakat devlet yönetiminin Müslümanlıkla alakalı olmadığını 26 Temmuz 2010 tarihinde WikiLeaks belgelerinin sızdırılmasıyla öğrendik ama inanmadık. Şimdi ise Organize Suç Örgütü Reisi olarak suçlanan Sedat Peker, milyonluk izlenme oranları ve yaptığı açıklamalarıyla ülkeyi sarsmaya devam ediyor.
Güvendiğimiz devlet ricalinin acıklı halini görünce yine de halimize şükredelim; bu kadar sosyal burhan yaşanmasına rağmen yine ayakta durabiliyoruz millet ve devlet olarak.
Bir mafya mensubunun iddiaları karşısında 85 milyonluk devletin sessiz kalması, Hz. Ömer’in adaletini dilinden düşürmeyenlerin adaletinin sessiz kalması ise iddiaların doğru olduğunu mu gösteriyor.
Muhafazakar kesimim usta kalemlerinden Abdurrahman Dilipak, ”Bu süreç Ankara’yı da vurur. Bu işten sadece AK Parti değil, diğer partiler de payını alır. Bu işten sermaye, siyaset, bürokrasi, STK’lar, media herkes payına düşeni alır. Mafia deyip geçmeyin. Bu iş yargıya da uzanır, akademiye de, dahasını da söyleyeyim cemaat yapılarından bazılarına da ulaşır. Cemaat denen yapılar içinde yer alan bazı gruplar eskiden beri uluslararası istihbarat örgütleri, derin yapılarla hep kol kolaydılar. Bazılarını zaten doğrudan uluslararası istihbarat örgütleri ya da derin devlet kendisi örgütlemişti. FETÖ uluslararası örgütlere örnek, Kalkancı tarikatı ise bizim yerli ve milli derin devletimizin eseri. Kalkancı tarikatının aktörleri arasında yer alan önemli isimler bugün bazı siyasi partilerimizin tepesinde, kimi bakanlık koltuğunda oturmuyor mu? Ve işleri üzerini örttükçe bu işler perde gerisinde büyüyüp gelişiyorlar” görüşlerini geçtiğimiz gün kaleme aldı.
Devlet kanunlarla yönetilir, milletin verdiği yetki devlet ricaline geçici bir vekalettir, başarısızlık karşısında geri alınır ama ardından bırakacakları tahribat iktidar oldukları yılların on misli hafızalardan silinmeyecektir.