Elazığ -Sivrice depreminin düşündürdükleri
Her deprem sonrası muhasebe yapan, süslü cümlelerle vaatleri sıralayan ve kısa süre sonra unutan bir siyaset geleneğimiz oldu. Kaybedilen canlar oluyor, ülkenin maddi serveti oluyor. Son zamanlarda haklı eleştirileri bile provokasyon kabul ederek korku devleti oluşturma çabalarını da hayretle takip ediyoruz.
Son yüzyılda depremde kaybettiğimiz insan sayısı 100 bine yaklaşmıştır. Türkiye’yi kuzeyden, güneyden ve batıdan saran deprem kuşağı nedeniyle Türkiye topraklarının yüzde 92’si deprem tehlikesi altında bulunuyor. Deprem riskinin yüksekliği nedeniyle Türkiye’de her yıl ortalama bir tane yıkıcı depremle yüzleşiyoruz. Resmi kayıtlara göre 1900 yılından bu yana ülkemizde 223 büyük deprem meydana gelmiş ve bu depremler sonucu 86 bin insanımız hayatını kaybetmiştir. Yine bu süreçte 549 bin konut yıkılmış veya ağır hasar almıştır. Türkiye’nin yaşadığı 1939 Erzincan Depremi ile 1999 Marmara Depremi geçtiğimiz yüzyılda dünyada meydana gelen büyük depremler arasında yer almaktadır.
Ülke nüfusunun ise yüzde 71’i 1. ve 2. derece deprem bölgelerinde, 3. ve 4. deprem bölgelerinde yaşayan nüfus dâhil edildiğinde toplam nüfusun yüzde 98’i deprem tehdidi altında bulunuyor. Yine sanayi kuruluşlarımızın yüzde 98’i, barajlarımızın yüzde 95’i deprem bölgelerinde kurulmuş ve risk taşımaktadır. Enerji kaynaklarımızın ise yaklaşık yüzde 41’i birinci derece deprem bölgelerinde yer alıyor.
Deprem bir matematik dilidir, bilimdir. Depreme uhrevi anlamlar yükleyerek kitleleri uyutmanın bir anlamı yoktur. Hala bu gerçeği fark edemeyen zihniyetler tarafından yönetilme bahtsızlığını yaşamak da kaderimizde varmış.
Peki, durum bu kadar vahim olduğu halde iktidarlar, deprem gerçekliğine uygun siyaset üretebildiler mi?
Evet bu süreçte toplumsal bilinçte belirgin bir gelişme oluştu. Nitekim 17 Ağustos Depremi, ülkemizde iktidardan muhalefete kadar toplumun her kesiminin uyanmasını kısmen sağladı. O dönemde kurtarma ekibi olarak Sivil Savunma Teşkilatı ve AKUT ekipleri vardı. Bunların toplam sayısı yaklaşık 400 kişiden oluşuyordu. Şimdi bu ekipler hem nitelik, hem de nicelik olarak arttı. Şu anda başta AFAD olmak üzere arama kurtarma konusunda tecrübesi, eğitimi, donanımı, malzemesi olan kişi sayısı 10 binin üzerindedir. Son Elâzığ -Sivrice depreminde, depremin olduğu saatte (insanların uykuda yakalanmaması) vatandaşımızın bilinçli olması, kurtarma ekipleri ve ekipmanlarının yeterli oluşu sürecini hep birlikte yaşadık gördük. Bunlar olumlu gelişmeler olarak kayda geçmiştir.
2012’de ülke genelinde kentsel dönüşüm uygulamaları için çıkarılan 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun yapıların deprem güvenliğini sağlamak yerine, inşaat patronlarının diledikleri bölgeyi proje alanı yapmasının önünü açtı. Bu gelişmeler şehirleri planlı yapacağı yerde ölüme davetiye çıkaran deprem tuzaklarına dönüştü. Denetimsizlik sonucu inşaat sektörü, rant alanına dönüştü. İşin ehli olan- olmayan herkesin iştahını bu alana çekmesi sonucu ucube yapılarla şehirleri yaşanılamaz hale getirdik.
Bu arada iktidarın ekonomiyi bu denetimsiz inşaat sektörü üzerinde temellendirmesi inşaat sektöründe iflasların, mağduriyetlerin ve intiharlara kadar giden bir süreci tetikledi. Bu süreci hala yaşıyoruz.
Diğer yandan popülizm uğruna imar affı, güvensiz yapıların ortaya çıkmasına sebep oldu. Güvensiz yapı stoku için tespit, iyileştirme, güçlendirme yapılması gerekirken, AKP iktidarı seçim öncesi imar affı çıkardı. Kamusal alanların talanını meşrulaştıran, plansız kentleri yasalaştıran bu af, aynı zamanda milyonlarca insanın yaşadığı ve güvenli yapı gerekliliklerini sağlayıp sağlamadığına dönük denetime girmeyen yapılara yapı ruhsatı sağladı. İmar affı yönetmeliğinde ‘Yapının depreme dayanıklılığı ve yapının fen ve sanat norm ve standartlarına aykırılığı hususu yapı malikinin sorumluluğundadır’ denilerek ruhsat verildi. Bu yapıların hepsi, bir depremde vatandaşımızın canını alacak tuzak hanelerdir.
Ülkemizde yapı denetimi hala müteahhitlerin elindedir. Böylesi bir garabet herhalde bizim dışımızda hiçbir ülkede yoktur.
Marmara depremi sonrası çıkarılan 4708 Sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun, yapının proje, projeye uygun imalat, nitelikli malzeme kullanımı gibi temel üretim sürecini müteahhitlere emanet etti. Yeni inşa edilen yapıları, yapı sahiplerinin seçtiği ve finanse ettiği yapı denetim şirketleri ‘denetliyor’. Diğer yandan kamu kurumlarının TOKİ vb. yaptıkları inşaatların denetim dışı tutulması da bir başka tehlike olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim daha yeni yapılan Erzurum Şehir Hastanesi’nin çatısının çökmüş olması da haklılığımızı ortaya koymaktadır.
Sonuç itibariyle; iktidar radikal kararlar alacağı yerde Türk milletinin can güvenliğini maalesef denetimsiz yapı sahiplerinin inisiyatifine bırakmıştır. Oysa depreme hazırlık iktidar ve muhalefeti aşan ülkenin beka sorunudur.