Eski Türkiye’yi özlüyorum

21.05.2020
A+
A-

Çok eski yılları değil, yetmişli yılları özlüyorum. Ülkenin hayalleri vardı. Çağdaş Medeniyet Seviyesi’ne erişmeyi istiyorduk. Evet, yollarımız tek şeritli, otobüs ve kamyonlarımız eskiydi. Her evde telefon yoktu, şehirle arası telefon etmek için saatlerce beklerdik. Bugüne göre “lüks eşya” azdı. Anadol, Murat 124 ve Renault 12’lerimiz vardı. Kısacası hayatımızda konfor çok azdı. Bürokrasi hantaldı, ağır çalışıyordu, “Bugün git yarın gel” uygulaması yaygındı.

Yetmişlerin ortalarında karaborsa ortaya çıkmıştı. Bir çırpıda yetmiş cente muhtaç olunan günlere geliverdik. Benzin, yağ, tüp, margarin kuyruklarıyla tanıştık. Bir büyüğümüz; “Benzin var da, biz mi içtik?” demişti. Bugünle kıyaslarsak çok şey yoktu. Gerçi bilgisayar batıda da yaşama yeni giriyordu.

Var olanlarsa önce insanlıktı. İnsanlar birbirlerini seviyorlardı. Bir dostumun deyişiyle; “O günlerde kötü adam parmakla gösteriliyordu.”

ABD politikaları, ülkemizi iç savaş ortamına sürüklemeye başlasa da siyasi iktidarlar hangi görüşte olursa olsun ülkede yatırım yapmak için yarışıyorlardı. “Bir çivi dahi çakmak” fikri geçerliydi. İller, ilçeler yörelerinde ‘fabrika açılsın’ diye Ankara’ya heyetler gönderiyordu. Hayvan varlığında dünyanın önde gelen ülkeleri arasındaydık. Köyler, yaylalar hayvan doluydu. Üstelik hapis hayvanı değil, otlaklarda otlayan hayvanlardı. Bu yüzden sağlıklıydı. Türkiye’den İran’a hayvan kaçırıyorlardı. Doğu Anadolu’nun hemen her vilayetinde Et-Balık Kurumu’nun et kombinası vardı. Et-Balık Kurumu ürettiği ürünleri ve etleri tanzim satış mağazalarında satardı.

Sadece GAP için yatırım yapılmadı. Doğu Anadolu’da et kombinaları dışında Sümerbank’ın tekstil, konfeksiyon ve ayakkabı fabrikaları, Tekel İdaresi’nin sigara ve yaprak tütün işleme atölyeleri, Mazıdağ’da fosfat işleme tesisleri vardı. Elbistan’da kömür madenlerinde binlerce insan çalışıyordu.

O yılların güç şartlarında Keban, Atatürk, Karakaya gibi dev barajlar yapıldı. Kamuda yaklaşık 1,5-2 milyon insan çalışıyordu. Emeğe saygı vardı. Çalışanlar sözleşmeyle kendilerini refah düzeyinde yaşatacak para kazanıyorlardı. İşçiler yılda dört maaş ikramiye alıyorlardı.

Eski Türkiye’de kullandığım suyun ve elektriğin, ettiğim telefonun, kullandığım doğal gazın parasını ödüyordum. Bugünkü gibi kullanmasan da, yakmasan da para ödemek yoktu. Çalışanlar kuyrukta bekleseler de doktor ve ilaç için bir bedel ödemezlerdi. Şimdi emekliler bile para ödüyor. Sadece katılım payı değil, bir de doktor pahalı bir ilaç yazarsa aradaki farkı ödemek zorunda kalıyor.

Yollardan, köprülerden geçerken para alınmıyordu. Köprüleri devlet yapıyordu. Boğaziçi Köprüsü’nün masrafı çıkınca ücretsiz olacaktı ama Özal, ücret almayı devam ettirdi, yetmedi zam yaptı.

Özallı yıllarda Doğu ve Güneydoğu’daki fabrikalar satıldı, sonra kapandı. Yaylalara çıkış yasaklandı. Yetmedi Bulgaristan’dan peynir, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerden et ithal ettik. Sonra ne tesadüf, PKK hortladı.

Kamu fabrikaları teker teker kapatıldı. Çalışan sayısı hızla azaldı. İkramiyeler hızla kalktı. İlaç üretiyorduk, serum üretiyorduk. Ülkemiz dışa bağımlı hale geldi. SSK’nın ilaç fabrikası vardı. Kendi tohumumuzu üretiyorduk. Tohum enstitümüz vardı. Türk Çimento Kurumu, Afrika’da anahtar teslim çimento fabrikası kuruyordu. Birkaç yıl önce yıl Bilecik’te açılan çimento fabrikasının amelesi bile Çin’den geldi. Bu kurumların hepsi “Liberal Evliya” Turgut Özal tarafından kapatıldı. Bu şekilde ülkemiz dünyaya entegre edildi. Özal bizi, “lüks yaşamla” ve “konforla” tanıştırdı. Lüksü yaygınlaştırdı. İnşaat sektörünü teşvik etmek için sahilde ikinci konut sahibi olmayı, bunun için kooperatif kurmaya teşvik etti. Bütün bu lüksün bedelini bankalarımızı, sigorta şirketlerimizi yabancılara satarak ödedik. Yetmedi borç aldık. Şu an dünyanın en borçlu ülkelerinden biriyiz.

Dedim ya; eski Türkiye’yi özlüyorum!

YORUMLAR

  1. Tansel Saylı dedi ki:

    Hayri Abim…. Et ve Balık Kurumun’u.. Sumerbank’ ımı.. Etibank’imi… hepsini arıyorum. .. Emperyalizm budur….