Faili belki de biziz…
Selam tüm okuyuculara, yüreği sevgiyle dolu olan tüm insanlara…
Sosyal medyada geçen hafta, istediği ayakkabıyı almadı diye annesini merdivenlerden atıp darp eden genç kızın haberi baya bir gündem oldu.
Evet kötü bir durum haliyle… Bir çocuğun annesine bu denli şiddet uygulaması…
Hiç bir sebep bu şiddeti hoş gösteremez, kaldı ki sebebin bir ayakkabı oluşu olayı iyice toplum olarak nereye gittiğimizi, geldiğimiz bu noktayı ve nedenlerini artık biraz düşünmemiz gerek sanırım.
Sosyal medyada bu olaya kızanlar, küfredenler ve tabi ki linç edenler oldu. Haksızlar demiyorum fakat o genç şu andaki bir çok gencin bir profili aslında..
Nasıl mı?
Bizim jenerasyon olayına falan girmeyeceğim. Çünkü methettiğimiz jenerasyon yani bizler büyüttük bu çocukları. Çalışma hayatı, modernize olmuş hayat, toplumun sürü psikolojisiyle falan derken, işe önce bir üst modellerimizi eleştirerek başladık. ‘Her şeyi silbaştan yapılandıracağız’ dedik.
İyi güzel!
Bize yapılmayan ne varsa yaptık. Eğitim için elimizden gelenin en iyisini, en masraflısını yapmaya çalıştık. Hatta çoğu zaman kredi çekip borca girdik, onları özel kurumlarda okuttuk ama çocuklarımızı öğrenci değil müşteri yaptık, rekabet ve çalışma azimlerini bitirdik. Haaa bu arada bunu biz de sevdik. Hele bir düşük not versin öğretmeni; gidip kavga ettik; “Ben buraya para veriyorum” diye de çıkıştık. Yani çocuğumuza bir ticaretin parçası olduğunu göstermiş olduk. Tabi herkes bu okullara koyamıyor. Koyamayanlar ise bu ezikliği çocuğuna başka bir yerden telafi derdine düştü. Ne isterlerse, ayakkabı elbisenin markalısı vs çocuğa yaranmaya çalışarak sevgisini satın almaya çalıştık. Gelelim eve; çocuğa gak demeden su, guk demeden mama mantığıyla hiçbir sorumluluk vermedik. Onları o kadar çok boş zaman verdik ki hepsi birer bilgisayar telefon profesörü oldu. Sosyal medyada hepsi doktora yaptı. Ama genel kültür, dünya gündemi, çevre duyarlılığı gibi konulara ne biz girdik, ne de onlar merak etti. Sonra ‘arkadaş olalım’ dedik; Ama ipin ucunu öyle bir kaçırdık ki bırakın ebeveyn olmayı, sen patron ben çalışan kabullenişini sindirdik ve annesiz babasız başıboş bıraktık çocuklarımızı… Artık aramızda sadece paraya ve ticaret konseptinde bir ilişki olmaya başladı zamanla… Maddi olarak ne kadar verici olursam o kadar anne baba olabilirim felsefesi bilinç altımızda oluştu. Zaten bitişikteki komşu, ablam, eltim, arkadaşım herkes aynı değil miydi? E artık modern hayat bunu getiriyordu! Avrupalaşma bu demekti!
Hayır bu demek değildi aslında. O çok özendiğimiz, örnek aldığımız ülkelerin başkanları bile çocuklarını reşit olduktan sonra kendi ayaklarının üstünde durmaları konusunda yönlendirir. Bir kafede garson veya herhangi bir yerde kasiyer olarak okul harçlıklarını çıkarır. Evinin kirasını ve faturalarını kendi öder. Çünkü o artık bir yetişkindir. Üstelik bir çoğu devlet okuluna gider, derslerde başarılı olursa da iyi bir üniversiteye kabul edilir. Hayatını kendi yapılandırır, ailesi gerekli gördüğünde destek verir. Bu zorunluluk haline getirilmez. Ama bizim için bunlar mühim değil! Çünkü arkadaş böyle yapmıyordu, e o zaman tam gaz devam ettik.
Çünkü bu bir yarış!
En çok kim çocuğuna para harcayabilir, kim daha çok çocuğunun tüm sorumluluklarını yüklenir, kim çocuğunun saygısızlıklarını en çok benimser. Ve daha birçok etap…
Ödül peki?
Eeee işte “zamana en iyi uyan anne baba olduk!” Hem çocukta çok takdir edecek, hatta biraz daha gayret edersek, “süper anne babalarsınız” deme ihtimali de var. Hımm, daha ne olsun!
Tabi ki ebeveyn olarak bir çoğumuz; çocuklarımız için en iyisini yapmak istiyoruz. Ama kendi kültürümüzle, “artık zaman böyle” diye adlandırdığımız, ne olduğunu da çözemediğimiz bu anlayışın içinde hem kendimizi, hem çocuklarımızı sıkıştırdık. Ve belki de onlara sorumluluk vermeyerek, koskoca çocuklar olarak kalmalarına yani büyümelerine engel olduk. Rollerin değişmesine meydan vererek, onları yetim ve öksüz bıraktık. Onların her şeyini onaylayarak doğruyu öğrenmelerine imkan vermedik. Olsun olmasın istediği şeyi tedarik ederek, mücadeleyi ve emeğin zevkini yaşatmadık. Hazırcılığa alıştırarak, “yaptıklarımızı görmeyen ama yapamadıklarımızı devamlı sorgulayan” bencil bir nesile sebep olduk belki de. Ama en kötüsü de sevginin bile parayla olabileceğini ancak bu şekilde bizi sevebileceklerini düşünerek bir alışveriş mantığı algılattık bilmeden onlara… Yani ne Avrupalı gibi sorumluluk verebildik, ne kendi kültürümüzdeki gibi katıksız saygıyı sevgiyi öğretebildik.
Hani konunun başında ayakkabı almadığı için annesine şiddet uygulayan genç kız vardı ya. Hah işte onun gibi. Toplumun hepsi tabi ki bunu yaşamıyor ama biz bu şekilde davranmaya devam ettiğimiz sürece farklı versiyonlarını yaşayabilirliğimiz yüksek… Çocuklarımız bizim her şeyimiz; onları doyasıya sevmek ve bunu hissettirmek gerek. Ama bunları şartnameye bağlamadan, en saf ve temiz haliyle, para alışverişinden uzak, gerçek sevgiyi ve sevmeyi öğreterek.
Netice itibariyle; tüm suçu yeni nesile yüklemek, sanki kendi emeklerimize haksızlık olurmuş gibi geliyor!
Ne dersiniz?
Ebebeyinler 30 40 yıl öncesinin katı kurallarının altında ezilen çocuklardı eğitim psikolokları ezen değil arkadaş olun denildi öyle arkadaş olduk ki çocuklar abebeynsiz kaldı velhasıl ortayı bulamadık
Aynen öyle. Özveriyi biraz abarttık gibi.
Koşacaksın ya çok yüz verdik ya çok katı olduk ortasını bulamadık .
Evet daha iyi olmak isterken ebeveynlerimizden, ölçüyü biraz kaçırdık.
Bizler elbette. .. teknolojiyi yeni yeni özümsemeye başladık… gençlerin maşallahı var…. karşılıklı sevgi… saygı ve hoşgörü çemberinde birlikte yaşamanın yollarımı bulmak zorundayız. … emeklerinize sağlık. .. Çağla Kardeşim. …
Teşekkür ederim. Evet hayatta asıl önemli değerleri vermeli ve tabiki önce biz uygulayarak…