FATİH’İN ADALETİ…
Selam tüm okuyuculara; sevgiye, hoşgörüye, adalete…
Adalet; hepimizin takdir ettiği, bir o kadar da ağzımızdan düşmeyen ama yüreğimizde ne kadarını taşıdığımızı bilmediğimiz o sihirli kelime…
Adalet…
Hayat çarkının düzgün dönmesi, adaletin sekmeden devam etmesine bağlıdır. Çarkın dişlerinden biri bile kopsa, düzeneğin hepsini altüst edeceğinden hayati önem taşır. Devletlerden tutun da, ailenin temeline varıncaya kadar…
Dinin temeli de adalettir aslında…
Kişisel emrolunan şartlar, seninle yaradan arasındayken, haksızca yapılan her eylem yasak kılınmıştır. Çünkü başkalarına yönelik hak ihlali toplumun kimyasıyla oynamaya, kötü olanı doğallaştırmaya ve toplumsal yozlaşmaya sebep olmaktadır.
Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa, 4/135)
Bu ayette adaleti, her şartta, mutlak surette emrederken, sessiz kalmanın da adaletsizlikle bir tutulduğu belirtilmiştir. Yani banane diyemeyiz ortada bir haksızlık varsa… Çünkü bu durumda bencillik ön plana çıkarken, bir bakıma da, genel hak ihlallerine de dolaylı sebep oluyoruz demektir.
– Ben iyiyim henüz bana yapılan bir haksızlık yok nasıl olsa…
Eeee ya olursa!
– Yok ya, ben etliye sütlüye karışmam niye olsun ki…
O zaman et de yemeyeceksin, süt de içmeyeceksin… Ota devam…
Devletlere baktığımızda, kendimizden yola çıkarsak eğer, Osmanlı İmparatorluğu’nun en parlak dönemleri, adaletin en iyi olduğu dönemlere rastlar. Hatta fethettikleri yerlerin halklarının, Osmanlı’nın fethinden dolayı sevinç duydukları bile tarih kitaplarında yazar. Sebebi ise ayrıştırmadan uyguladıkları adalettir. Fatih Sultan Mehmet’in çoğumuzun bildiği bir hikayesi vardır, Osmanlının uyguladığı adalete sadece küçük ama anlamlı bir örnektir:
Fatih Sultan Mehmet, yapılacak bir cami inşaatı için uygun görülen bir araziyi istimlâk eder. Ancak bu arazi bir Yahudi’ye aittir. İstimlâk kararına itiraz etmek için arazi sahibi Yahudi, Kadı’nın karşısına çıkarak padişahtan şikâyetçi olduğunu belirtir. Kadı, padişahı huzuruna çıkarır. İki tarafı da dinledikten sonra kadı kararını verir: Padişahın istimlâk kararının fermanını mühürleyen sağ eli kesilecektir. Fatih Sultan Mehmet karara sesini çıkartmaz.
Bunun üzerine Kadı, sultana şöyle der:
“Eğer padişahlığına güvenip benim verdiğim karara karşı gelseydin, şu gördüğün topuzla senin kafanı ezer, seni oracıkta öldürürdüm.”
Padişah da Kadı’ya şöyle yanıt verir:
“Eğer sen de benim padişahlığıma aldanıp farklı bir karar verseydin ben de senin kafanı kılıcımla koparırdım.”
Tüm bu olanları gören Yahudi, padişahı şikâyet ettiğine pişman olur. Bu adalet sisteminden ve insanlıktan o kadar etkilenmiştir ki o anda şehadet ederek Müslüman olur… Bir padişahın, adaletin karşısında boyun eğmesi ve verilen cezaya razı olması adaletin alabildiğine iyi işlediğinin ve her şeyin üstünde tutulduğunun, en güzel kanıtıdır.
Evet; Osmanlı, yüzyıllarca sürdürdüğü hükümdarlığını adalete borçludur. Kaldı ki evlerimizde dahi durum böyle değil midir? Evlatlar arasında adaletsizsek, onların ileride kardeşlik bir yana, birbirlerine kin ve düşmanlık duymalarına sebep olurken, eşimize karşı haksız ve ön yargılı davranışlarımız huzursuzluğa, belki de yuvanın dağılmasına neden olur.
Çocukluktan itibaren adalet duygusunu hal ve hareketlerimizle, yaşayış tarzımızla çocuğumuzun zihnine, kişiliğine işlenmesini sağlayabiliyorsak; ona sunacağımız meslek veya servet gibi geleceğine dönük yatırımlardan çok daha değerli ve toplumsal bir görevdir de aslında…
Çünkü bir toplumda adalet varsa, kendini güvende hissedeceğini bilir.
Yapılan olası haksızlığa karşı endişelenmez, işe girdiğinde liyakat korkusu olmaz, sınavda yaptığının ödülünden emin, yapamayanların önüne geçme endişesi taşımaz. Çalışarak ve çabalayarak ancak bir yerlere gelineceğinden zerre kadar şüphe duymaz. Suçluların cezasını mutlak çekeceğini, masumlarınsa zaten haksızlığa hiçbir zaman uğramayacağına adı gibi emin olur. Ve kimseye haksızlık yapmaz. Çünkü bilir ki adaletsiz bir toplumun içinde, gün gelir o çarklar onu da ezer geçer ve adalet ona arkasını döner. Adaletin olmadığı yerde ise, güçlünün ve zalimin insafına kalınır.
Evet; adalet, kimi zaman çocuğumuza bıraktığımız en büyük servet, kimi zaman ailenin devamının sebebi, kimi zaman bir toplumun huzuru mutluluğu, kimi zamansa bir devleti her daim ayakta tutan sebebidir.
O yüzden de adalet mülkün ve yaşamın temelidir. Tabii sözde değil, samimiysek ve gerçek anlamını hayatımıza hakkıyla ve adilce yansıtabiliyorsak…
ADALET…. öyle bir kutsal eylemdir ki…tıpkı ekmek, su ve hava gibidir… Her kes için bir gün mutlaka gerekli olacaktır…. Evet Osmanlı’da bile Adalet kavramı şimdikinden daha kutsal sayılmıştır… ne yazık ki… Emeklerinize sağlık…
Teşekkür ediyorum aynen öyle… halbuki adalet her zaman her alanda ilk sırada olması gerekirken en çok ihmal edilen olması ne büyük kayıp ve biz bunu ne çok anlamakta gecikiyoruz…
Adaletin ekmek gibi gerekliliğini adaletsizliğe ugradigimiz zaman ancak anlaşılması ayrıca eksik kalan yanımız malesef
Kaleminize sağlık
Teşekkür ediyorum maalesef ki öyle.öncesinden bu bilincin olmasıda tamda bu yüzden önemli…