Gidenler ve Kalanlar…
Bilmem farkında mısınız!
Birer birer eksiliyoruz…
Dayı oğlu.
Hala kızı.
İş arkadaşı.
Hayat yoldaşı…
Birer birer çıkıp gidiyor hayatımızdan.
Ve giderek büyüyor yalnızlığımız.
***
Kiminin ismi kalıyor telefonumuzda.
Silmeye bir türlü elimizin varmadığı.
Kiminin gülüşü aklımızda…
***
Sıralı, sırasız.
Sebepli, sebepsiz…
Çatlak bir testiden sızan su;
Dalda titreyen hazan yaprağı;
Sırasını bekleyen müzik notası…
Mart sonu, Nisan başı;
Bir kuytuya sığınmış mevsimin son karı…
Belki her birinden birer parça.
Belki hepsinden daha farklı…
Ama birer birer eksiliyoruz.
Ve giderek büyüyor yalnızlığımız.
***
Bölük pörçük anılar kalıyor geriye.
Şerefe kalkan kadehler.
Boşlukta asılı kahkahalar.
Dövüşler, kavgalar.
Sıkılan yumruklar.
Havaya kalkan kollar.
Secdeye varan başlar…
Belki her birinden birer parça.
Belki hepsinden daha farklı.
Ama birer birer eksiliyoruz.
Ve giderek büyüyor yalnızlığımız.
***
Bu onun okuduğu son kitap…
O kitap ayracı, o sayfada duracak sonsuza kadar.
Bu şarkıyı çok severdi…
Her dinlediğinizde gözleriniz dolacak.
Şu, camın önündeki menekşe…
Onunla dertleşirdi her sabah.
***
Bir süre baktığımız her şey onu hatırlatacak.
Pencerenin dışındaki kuşlar.
Televizyonun kenarında duran biblo.
Odayı dolduran hava.
Sonra…
Sonra, küçük anılarda yaşamaya devam edecek.
Bir süre daha…
***
Gün gelecek;
Gidenlerin, kalanlardan daha çok olduğunu göreceğiz.
İşte o gün;
Bırakıp gitmek korkutmayacak bizi…
Düşünsenize!
Onca sevdiğinize kavuşma fikri.
Muhteşem değil mi?
***
“Her ölüm erkendir.” demiş Cemal Süreyya.
“Her ölen pişman ölür.” demiş Atilla İlhan.
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,” diye anlatmış Yahya Kemal Beyatlı.
Ama biz yine Atilla İlhan ile koyalım son noktayı.
“Marş söylemeden ölmek bize yakışmaz…”