İKRAR

02.10.2019
A+
A-

Roma İmparatorluğu’nun M.S. 1. yy’da yaptırdığı bir sayımda, Anadolu toprağının 13-14 milyon nüfusu besleyebileceği tespit edilmiş.

Genç Cumhuriyetin 1927 yılındaki nüfusu da 13 milyon civarındadır.

En az 12 bin yıllık bir geçmişe sahip Anadolu tarım kültürünün, son iki bin yılda pek değişmediği görülüyor. Yani saban ve öküze dayalı işleme kültürü ve karma tarım kültürü, sürgit devam etmiş.

18. ve 19. yy’da Avrupa’da yaşanan sanayileşme aşaması Osmanlı’da yaşanmayınca, tarıma dayanan hammadde temin koşullarını zorlayacak bir sebep de ortaya çıkmamıştır. Avrupa’nın yaşadığı sanayileşmeye ait sonuçlar, Osmanlı’da sadece siyasi sonuçlar vermiş ve yeni toprak kullanım esaslarına göre, “mültezimlerden” kaynaklanan bir lord-bürokrasisi oluşumuna yol açmıştır. Bu durum köylerde hakim güç olan ‘bey’lerin daha erken çözülmesine ve çiftçilerden önce yok olmasına / göç etmesine yol açmıştır.

Köylerin ve köylülerin asıl çözülmesi, 1950’den sonra başlar. Kırdan kente hızlı bir göç dalgasıdır bu.

Köyden kente göçen ilk dalga olan bey ve lord-bürokrasisi işte burada tekrar sahneye çıkar.

Kentin esnafı, tüccarı, eşraf ve ayanları, genelde bu birinci kuşak göçenler olunca, daha sonra gelenler için bu kesim, toplumsal yapı ve değişim açısından “tampon” görevi görmeye başlar.

Kentin çeperlerinde bir yığılma ve yerleşme kültürü oluşur.

Toplumsal bağlar ise hemşehrilik, tanıdıklık ve tanınırlık üzerinden yürütülür.

Kentteki yığılma hızı, sanayileşme hızı ile atbaşı gitmeyince şehirde bir işçileşme, ameleleşme sürecine girer kırsalın göç edenleri.

Onlar artık ne kentli, ne de köylüdür.

Kente göç edenler artık eski köylülerdir ve onlara tarımsal üretim anlamında köylü diyemeyiz.

Kaldı ki; artık bunlar, köye de dönemez ve dönmez. Fakat köye ve köyde kalanlara, üretime, toprağa, toplumsal yapıya, değişime etkileri devam eder. İşte sorun tam da buradadır: Geriye doğru kısmen üretime katılma ve pay alma kültürü sürerken, ileriye doğru olan bağlantıların önü kesilmiştir.

Prof. Dr. Mübeccel Belik Kıray’ın dünya literatürüne kazandırdığı “tampon mekanizmalar” kavramının (bu) sahipleri, bir taraftan kırdan çözülenlerin şehre hızlı adaptasyonunun önünü kesmiş, diğer taraftan ise kente tutunmalarını sağlamıştır. Yani çift taraflı bir tampon rol oynamıştır.

Kanaatimce bu durum, tarımın örgütleşmesinin de önemli bir sorunudur.

Tıpkı, Profesör Kıray’ın “İzmir’in örgütleşmesi” çalışmasındaki, eski küçük esnaf kültürünün ve eski ticaret, alışveriş kültürünün, İzmir’in sanayi örgütleşmesinin önünü kestiğine dair düşüncesi gibi.

Tarımın örgütleşmesinde doğrudan üretimde bulunanlar yerine, tampon iradelerin devrede olması, örgüt yapılarının çok kolay siyasal ve çıkar içeriğine bürünmesine yol açmaktadır. Kamu bürokrasisi ise bunu ya fark etmemiştir ya da işine öyle gelmektedir.

İkibinli yıllarda bu mekanizmaların daha da çeşitlendiğini görüyoruz. Ancak olumsuz anlamda.

‘Bey’ler, siyasi parti temsilcileri, köy yöneticileri, kentin eski göçenleri, eski göçenlerin memurları, işçileri, ücretlileri, yeni yeni dinsel temsilciler, bu çeşitliliği oluşturuyor.

O halde bize düşen ısrar değil, olmazları ikrar etmektir.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
3 Temmuz 2019
22 Nisan 2020
19 Haziran 2019
10 Nisan 2019
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.