İneğin Vasiyeti!

07.12.2022
A+
A-

Canı her istediğinde dünyayı dolaşabilen gezginin yolu bugünlerde yeniden Türkiye’ye düştü. Yalnız bu sefer ki gelişinde geldiği yerin eski Türkiye, gördüğü insanların da eski Türkler olmadığını fark etti. Buna rağmen hayranı olduğu Türkiye’yi bir daha gezmekten alamadı kendini.

Ihlara Vadisinin cennet koylarından birinde yürürken gördüklerine hiç inanası gelmedi: Memeleri sütle dolu yüzlerce ineğin taze cansız bedeni serpilmişti, yukarıda kartallar gibi gökyüzünde süzüle duran kayaların dibinden durduğu yola kadar inen dik yamaç boyunca.

Yolun kenarına kadar yuvarlananların içinden nefes alıp vermekte olan bir inek başını kaldırıp gezgine: “Dur yolcu; dünyayı dolaşırken aşk ile gelip bastığın bu toprak, şan ve şerefle kurulmuş kalkınmacı, modern, bizim gibi kimsesizlerin kimsesi, varlığımızı ve esenliğimizi borçlu olduğumuz Türkiye Cumhuriyetinin batmakta olduğu yerdir” diye seslendi.

Gezgin: “Ne oldu burada, neden bu haldesiniz?” diye büyük bir şaşkınlık içinde sordu ineğe.

İnek: “Gördüğün gibi ölmek üzereyim. Bana, vasiyetimi yazmaya söz verirsen ancak o zaman olanları anlatabilirim sana” diye bir şart koştu Gezgin’e.

“Ben dünyada böyle bir trajediye henüz tanık olmadım. Dolayısıyla çok önemli olduğuna inandığım vasiyetini harfi harfine yazacağıma söz veriyorum” dedi, bu sorumluluktan kaçınılmaması gerektiğini düşünen Gezgin.

İnek başladı anlatmaya: “Biz süt inekleriydik bu ülkede. Bize bakamayacak durumda bırakılan sahiplerimiz bizi kesime götürüyordu. Buradan bakınca o göğe yükseliyor gibi görünen kayaların üstü, dört bir yandan dağlara, ovalara, denizlere açılan Anadolu’nun bereketli topraklarıdır, avucumuzun içi gibi de biliriz. Kesimhaneye giden yolun seksen beş inek boyundaki minnacık kısmı uçurumun kenarından geçer. Biz de yola çıkarıldığımız andan itibaren, o noktadan geçtiğimiz sırada hep birlikte kendimizi bu uçurumdan aşağı atacağımıza ant içtik.”

“Peki, bunu neden yaptınız?” diye sordu Gezgin.

İnek: “Sahiplerimiz evlerinde olmayan ecza dolabını ahırlarımıza koyacak kadar bizim sağlığımızı kendilerinkinden fazla önemsiyorlardı. Her yerde yem fabrikası kurmuş, önümüzde fenni ardımızda kaba yem, bir gün bile aç bırakmamışlardı bizi. Bin bir çeşit otun yeşerdiği meralar canımıza minnetti! Ondan dolayı her bir mememiz birer süt pınarıydı. Bundan sahiplerimiz de memnundu. Bir kilo süt karşılığında üç kilo yem alıyorlardı. Saraydaki padişah kadar olmasa da konaktaki bey gibi yaşayabiliyorlardı. Bebelerini anne sütüne en yakın olan sütümüzle gürbüz büyütmelerinin, çocuklarını evlendirmelerinin, evlerini yapmalarının, iş kurmalarının, taşınmaz mülk, araç gereç satın almalarının, bayram kutlamalarının, gezmelerinin, tozmalarının, yaşadıklarından keyif almalarının güvencesi, bize verdiklerinin karşılığında bizden aldıklarıydı.

Bir gün baktık ki meraların, yem fabrikalarının yerinde yeller esiyor. Önümüze Bulgaristan’dan getirilen bir avuç saman konmuş. Fikri, zikri bize yabancı, varlıkları yokluğumuzun teminatı kılınan Suriyeliler, Afganlar bakıcımız olmuş!”

Gezgin: “İyi de aç veya tok olmanız, sahibinizin veya bakıcınızın Türk, Suriyeli, Afgan olması, bunların sizin intiharınızla ne ilgisi var?”

İnek: “Sakın, ‘hayat sadece yiyip içip dışkılamaktan ibarettir’ demeye kalkışmayasın sen de? Dünyayı gezen, bilen birinden bunu beklemem zaten. Bilirsin; vefa, dostluk, onur denen bir şey var. Binlerce yıldır Anadolu’nun insanıyla iyi günümüzde kötü günümüzde birlikte olduk. Onlar varlığını bize biz varlığımızı onlara borçluyduk. Ama gördük ki birlikte sürdüğümüz demi devrana, bu demi devranın düşmanları tarafından kapkara bir nokta konuldu. Zavallı sahiplerimizin kolu kanadı kırıldı. Hayatı zindan edildi. Bu durum, onların köyleri, yaylaları, meraları terk etmelerine, bizim de her geçen gün sayımızın azalmasına, sütümüzün kurumasına neden oldu. Bunda onların bir payı var mı yok mu onu konuşmanın sırası değil, yalnız, sütümüzün bir faydasını görmedikleri halde yine de bizi aç bırakmamak için çok çırpındıklarını söyleyebilirim. Bu karşılıksız çileyi daha ne kadar sürdürebilirlerdi ki! Toplumun diğer gariban kesimlerinin de sütümüze ulaşmaları imkânsız hale geldi. Hele gelişme çağındaki çocukların! Sütümüz, artık Anadolu insanının emeğini sömüren, kanını emen, canını alan haramilerin boğazından geçiyor yalnızca.

Sahiplerimizin bize bakacak gücü kalmayınca, daha yıllarca süt verecek durumda olsak da bizi mezbahaya götürmek zorunda kaldılar. Salhane, eninde sonunda gideceğimiz yer, buna bir itirazımız yok. İtirazımız, memleketin kaderine hükmeden zorbalar yüzünden süt verdiğimiz bir dönemde kesime gönderilmemizedir. Açlığın kol gezdiği bu süreçte ete olan ihtiyaçtan ötürü hadi bu itirazımızı geri çektik diyelim: Ama bu sefer, sütümüzün olduğu gibi etimizin de haramiler tarafından zıkkımlanmasına gönlümüz razı değil. Zira kesilsek de etimizi lop lop yutacak olanlar yine emekçiler değil dünyayı başımıza yıkan haramiler olacak. Tabi bu da ineklik onurumuza dokunuyor. Biz de, ‘mundar olalım ki, sütümüzü çatlayıncaya kadar içen haramiler bari etimizi patlayıncaya kadar yemesinler’ dedik, ölüme atladık. Ayrıca bu topraklara özge bütün varlıkların ruhuna sinmiş bir karakter var ki o da ‘ölmeyi, onursuzca yaşamaya tercih etmeleridir’. Bir pişmanlığımız yok, bilakis onurumuzu kurtardığımıza olan inancımızla son derece mutlu ölüyoruz” dedi.

Gezgin, duydukları karşısında şaşkındı. İneğin söylediklerinden, bu gelişinde karşılaştığı Türkiye’nin ve Türklerin düştüğü zebun halin sebeplerini anladı. Can vermeden önce söyleyeceği başka önemli şeylerin de olabileceği beklentisiyle ineğin konuşmasına pürdikkat kesildi.

İnek devam etti konuşmasına: “Karşılaştığın herkese hatta mümkünse bütün dünyaya anlat Gezgin. Anlat ki burada yaşananlardan herkes ders çıkarsın. Öyle bir anlat ki ‘bir ineğin dilinden çıkan sözlerin önemi mi olur?’ diyemesin kimse. Bugün burada gözlerinle gördüğün şey, ülkede yaşanan olumsuzlukların doğurduğu sonucun en can alıcı parçasıdır. Benim dilim bu toprakların dili olsa da bunları dile getirmek bir inek olarak beni üzmüyor değil. Ancak bilişim çağında ülkenin gerçeklerini herkesin anlayacağı şekilde anlatacak kimsenin olmayışı, bundan daha üzüntü verici bir durumdur!”

Gezgin, ineğin gücünün tükenmekte, canının çekilmekte olduğunu anladı. Hemen müdahalede bulundu ve şöyle dedi: “Sevgili İnek, seni çok iyi anlıyorum lakin gittikçe ölüme yaklaşıyorsun. Oysa en başından vasiyetinin yazılmasıyla ilgili bir anlaşma yapmıştık. Kendini yormasan da kalan gücünü vasiyetini açıklamaya harcasan daha iyi edersin. Hadi, vasiyetin neyse söyle yazayım. Belki de şimdiye kadar hiç aklına bile getirmediğin saniyeler, şu anda dünyadaki her şeyden daha kıymetli” deyip çantasındaki not defterine ve kalemine davrandı.

İnek, gezginin kalem kâğıdı çıkardığını görünce, “Ey iyi yürekli insan” diye seslendi gezgine. “Benim vasiyetimi o deftere yazacaksın ama endişem o ki, sen bir gezginsin, dünyayı geziyorsun, günün birinde o defteri kaybedersen burada yaşananlar unutulur gider. Düşünen herkes; geçmişi bugüne bağlayanların, hayatı canlı cansız bütün varlıklar için yaşanmaya değer kılanların ve bugünü geleceğe taşıyacak olanların hep senin gibi azınlıktaki cesurlar olduğunu bilir. Ne olur ne olmaz, gel bu vasiyetimin kalıcılığını tesadüfe bırakmayalım” dedi.

“Peki, ne yapmamı istiyorsun?” dedi gezgin can vermesi an meselesi olan ineğe.

“Söyleyeceklerimi defterine kaydet ancak onları, şu üzerinden ölüme atladığımız kayanın zamana meydan okuyan açık alnına yazmanı istiyorum. O her yerden görünen yere yaz ki bakmasını bilen herkes okusun. Sen oraya vasiyetimi yazana kadar muhtemelen ölmüş olacağım. İçimdeki ses, sana güvenmekten başka yapacak bir şeyimin olmadığını söylüyor bana”

“Sana söz veriyorum, dediğin yere yazacağımdan emin olabilirsin” dedi gezgin.

Bütün gücünü, dilinden dökeceği kelimelerde topladı ve “Yaz Gezgin” dedi inek:

“Bu toprağın insanları özüne dönmedikçe, memleketin okullarını, sokaklarını, fabrikalarını, tarlalarını bilfiil işgal eden Ebu Suud’lar bir daha gelmemek üzere geldikleri yere dönmedikçe, sütümüzü, etimizi kişisel çıkarları uğruna bu memleketin gerçek efendisi olan gerçek üreticilerden esirgeyen muktedirlerin bu yetkisi elinden alınıp özüne dönen millete kayıtsız şartsız verilmedikçe, meralarımızı bize tahsis edecek, soyumuzu ıslah edecek düzen yeniden kurulmadıkça; sütün memelerimizden sağılmasının da hak edenlerin boğazından geçmesinin de imkân ve ihtimali yoktur.”

Ardından söylemek istediğini söylediğinden emin bir şekilde, yerde serili diğer soydaşları gibi en az on beş bin yıldır kendisine can vermiş memleketinin sadık toprağına koydu başını, huzurla…

YORUMLAR

  1. Türkan Dingaz dedi ki:

    Kaleminize sağlık Önder Bey, memleketin hali perişanını ne güzel dile getirmişsiniz. Yazınız bana Şeyhi’nin “Harname”sini hatırlattı. O da yaşadığı dönemdeki eşitsizliğin, adaletsizliğin alegorisini bir eşek ile yapmıştı. Kutlarım sizi.

    1. Önder Gümüş dedi ki:

      Türkan Hanım, tarım desteksiz bırakılınca, süt fiyatlarını belirlemek de iktidarın güdümündeki süt konseyine bırakılınca süt üreticisi ineklerine bakamayıp kesime gönderiyor. Süt ineklerinin et olarak tüketilmesi et fiyatlarını bugünlerde sabitledi gibi ancak süt fiyatları fahiş arttı. Kesime götürülen ineklerin etleri yakında bitecek. Bu kez hem süt hem de et fiyatları tırmanışa geçecek. Söylüyoruz işin sorumlularından dinleyen yok gereğini yapan yok, mecburen bilimsel raporlar şeklinde değil de bari halk anlasın diye böyle alegorilerle anlatayım dedim ben de.
      Teşekkür ederim, beğendiğinize sevindim.