İNSANLAR VE HAYVANLAR
Asgari ücret ve rasyon
Asgari ücret, eşit güç ve yetkiye sahip işçi, işveren ve hükümetin demokratik koşullarda gerçek bir toplu sözleşme ile belirledikleri bir işçinin aylık ücretidir. Tarımın bir konusu olan Rasyon ise hayvanların yaşama ve verim payı besin maddeleri gereksinimini karşılayan, birden fazla öğeden oluşan bir günlük yem miktarıdır.
Rasyon, hayvanın döl, iş gücü veya süt, et, yapağı vs verimi ve bütün bunlar için harcayacağı enerji göz önünde bulundurularak hazırlanır. Bir de örneğin kışın ortasında veya amansız bir kuraklıkta, süreci atlatmaya yönelik, hayvanlardan hiçbir verim almadan, sadece onları hayatta tutmak amacıyla verilen ‘Yaşam Payı’ diye bir günlük rasyon vardır.
Hayvan beslenmesinde kullanılan ‘Yaşam Payı’ terimi, gelir dağılımında dünyanın en adaletsiz ülkesi durumuna düşen Türkiye’de asgari ücretin belirlenmesi esnasında sosyolojik bir kavram olarak konuşulmaya başlandı. Halkımız bugüne kadar bu terime yabancıydı. Çünkü kendine yeten bir ülkeydik ve insanlarımız da aklen ve bedenen bu yaşam payına razı olacak ölçüde köleleşmemişti.
Yaşam payı ve rasyon reçeteleri, bilimsel veriler ışığında hazırlanarak ekonomik bir değer kabul edilen hayvanlar için hayata geçirilebiliyor. Peki, asgari ücrete tabi insanlar, çağdaş köle de olsalar, hayvanlar kadar da mı değeri yok ki sarı sendika Türk-İş’in tespit ettiği 2 bin 578 TL olan yaşam payından dahi mahrum edilerek, 2 bin 324 TL’ye talim etmek zorunda bırakıldı?
Her şeyinden yararlandığınız ağzı var dili yok hayvanları, hiçbir verim almadığınız zamanlarda dahi vicdana gelip yaşam payı rasyonlarıyla beslerken, nasıl oluyor da köleleştirdiğiniz insanları, yaşam payı altındaki ücretlerle yaşamaya mahkûm ediyorsunuz? Hem hayvan hakları savunucularını incitmeden söyleyelim; insanların hayvanlardan farklı olarak eğitim, sağlık, sosyal, kültürel vs. daha yüce hak ve gereksinimlerinin olduğu bilinmesine rağmen!
Milletvekili maaşı öğretmen maaşını geçemez
Dünyanın hiçbir ülkesinde gündem Türkiye’deki gibi oluşmuyor. İktidardakiler, yaptıklarıyla bile bile devletin ve milletin başını belaya soksalar da utanç duymadan bunu halkın ve ülkenin yararına yaptıklarını söyleyebiliyorlar. Bunu yaparken, kötü icraatlarını başka kötü icraatlarıyla yarıştırma becerisini de gösterebiliyorlar.
Hâlbuki gerçek gündem asgari ücretti. Tartışılması gereken de asgari ücret üzerinden ülkemizdeki yoksulluğun yönetilmesi değil, bitirilmesine yönelik çözüm önerileri olmalıydı. Memleketin getirildiği hale bakar mısınız? Çağımızın en önemli sosyoekonomik gelişmelerinden olan asgari ücretin belirlenmesinde umut, partili cumhurbaşkanının iki dudağı arasından çıkacak jeste kaldı, sanki padişahın cuma selamlığından dağıtacağı bir lütufmuş gibi!
Türkiye yönetilmiyor, yönetemiyorlar. Yönettikleri Türkiye değil, kendi elleriyle yarattıkları yoksulluktur. Sözde asgari ücret konuşuldu; nüfusun yarısından fazlasının asgari ücret ve daha da altındaki bir gelirle hayata tutunmaya çalıştığının sağlıklı şekilde konuşulması gerektiği bir zamanda, ülkemizi coğrafi olarak bölecek İstanbul Kanalı Projesi ile Suriye’ye ek olarak Libya iç savaşında da taraf olmamız tartışmaya açıldı. Bunlardan biri yoksullaştırılan ve kutuplaştırılan halkımızı içeriden parçalayacak, diğeri de hiç gereği yokken güçsüz bırakılan ülkemizi dışarıda düşman hedefi haline getirecek yıkım projesidir.
Türkiye her konuda olduğu gibi ücretlerin belirlenmesi anlayışında da cumhuriyetin kurucu ayarlarına dönmelidir. O anlayış, cumhuriyetin kurucusu büyük Atatürk’ün; “Milletvekili maaşları, öğretmen maaşlarını geçmemelidir” dediği anlayıştır. Ezenin ve ezilenin olmadığı, insan onuruna yakışan hakça bir düzen, o anlayışın geri gelmesiyle yeniden kurulabilir ancak.