Kantarın topuzu…
Uluslararası bir telekom şirketinin İK Müdürü arayan ilanına müracaat edip görüşmeye çağırıldım. Mülakat yapacak olan meslektaşım, Avrupa ve Ortadoğu’dan sorumlu İK Direktörü ve sık sık gazetelerde boy gösteren bir guru.
Heyecanlıydım. Hem böylesine donanımlı ve başarılı biriyle tanışacak, hem de bu çaptaki bir şirketin işe alma süreçleriyle ilgili bilgimi, görgümü artıracaktım.
Belirtilen saatten önce oradaydım. Bekçi beni kulübede misafir etti çünkü direktör bir türlü bulunamadı.
Yarım saatlik bekleyişin ardından karşı karşıyaydık. Benden birkaç yaş genç. Top sakalı ve marka olduğu karşıdan bağıran şık giysileri ve yüzüne yakışan gülümsemesiyle çizdiği imaj pozitifti.
Ayakta ‘hoş geldin, beş gittin’ faslını icra ederken sekreteri de bir yandan boş oda bakınıyor. Bulunursa mülakat yapacağız.
En sonunda bir odadan laptopuyla bir kızcağız çıkarılıp salona alınırken biz de kızın boşalttığı odaya geçtik.
Direktör, önünde benim özgeçmişimi evirip çeviriyor ve sanki soracağı soruları arıyor gibiydi. Ardından özgeçmişimi özetlememi istiyordu zaman kazanmak için. Sonra çok iş değiştirmemin nedenini sordu. Anlatmaya çalıştım.
Kısa bir sessizliğin ardından aklına başka soru gelmemiş gibi, mırıldanarak İK Müdüründe ne tür vasıflar aradıklarını anlattı, esneye esneye. Saat daha 11.00 civarı ama anlaşılan direktör epey yorulmuş ve muhtemelen uykusuz kalmış. Ben de esnememek için epeyce zorladım kendimi.
Odadaki ağır havayı bir telefon bozdu. Direktöre birden canlılık geldi. Anlaşılan birlikte gidilecek bir seyahatin planları yapılıyor kabaca. Telefonu kapayıp ‘Nerede kalmıştık?’ diye sordu enerjik bir sesle ve yanıt beklemeden şirketi, İK uygulamalarını anlattı.
Sonra bana dönüp sordu; ‘Biz, sıra dışı bir şirketiz ve sıra dışı uygulamalarla bu noktaya gelebildik. Aradığımız yöneticiler de sıra dışı olmalı. Örneğin eğitim sürecinde daima ilkleri biz gerçekleştirdik. Mavi yakalıları beyaz yakalılarla birlikte 5 yıldızlı otellerde eğitime aldık. Kişi başına düşen yıllık eğitim süresini 45 saatin üzerine taşıdık. Eğitim komitesine işçi temsilcisini de dahil ettik. Peki şimdi siz söyleyin bakalım… Eğitim konusunda öyle herkesin uyguladığı değil de sıra dışı bir uygulamanız oldu mu geçmişte?’
‘Aslında var’ diye konuştum fısıldayan bir sesle.
‘Mutlaka vardır da, tekrar hatırlatayım; Anlatacaklarınız öyle genel geçer şeyler olmasın. Özgün olsun, yaratıcı olsun, sıra dışı olsun…’ diye böldü konuşmamı.
‘Peki madem’ diyerek şunları anlattım: ‘Çalıştığım şirketlerden birinde eğitim sonrası ölçme değerlendirme işini sıkı tutuyor ve izliyorduk. Gördük ki, verilen eğitimler sonrasında verimlilik düzeyi bir miktar artıyor, sonra tekrar eski düzeye iniyordu. Bunun üstüne kafa patlattık, mülakatlar yaptık, araştırdık. Gördük ki, işçilerimiz bizimle başka bir kültürü paylaşıyor, toplam kaliteydi, iletişimdi, empatiydi bir çok kavramla haşır neşir oluyorlardı. Oysa eve gittiklerinde onları çok başka bir kültür bekliyordu. –Herif herif, gül kızıma yazık ettin- diyen bir kaynanayla da, -Karşıdaki Leyla’nın kocası İsmail daha fabrikaya gireli 2 sene olmadı, bak araba çekti altına- diyen karısıyla da, evden bunalıp kahveye gittiğinde laga luga muhabbetiyle de iç içe oluyorlardı. Hem bizimle 8 saat paylaşırken özel yaşama ayıracakları 16 saat vardı…’
‘Eee’ diye sıkılmış bir tonda yine kesti sözümü; ‘Sadede gelelim lütfen.’
‘Peki’ diyerek şöyle tamamladım sözümü; ‘Biz de bu tespitten hareketle, eğitimlere işçilerimizin yanında eşlerini, kaynanalarını, yetişkin çocuklarını ve dilerlerse kahvedeki okey arkadaşlarını dahil ettik. Sonuçlar çok olumluydu.’
Uzun bir sessizlik oldu. Ardından direktör bir şeyler konuşmak zorundaymış gibi bıkkın bir ifadeyle; ‘Kantarın topu biraz kaçmış’ dedi. ‘Neyse biz sizi arar, bilgilendiririz.’
O gün bugün hala bekliyorum aranmayı. Ararlar mı dersiniz?