Karamollaoğlu davetli olmasına rağmen Ayasofya’ya neden gitmedi?
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Habertürk’te katıldığı programda, davetli olmasına rağmen, Ayasofya’ya neden gitmediğini açıkladı.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun gündeme dair açıklamaları şöyle:
“HÜKÜMETİ BÖYLE BİR KARARDAN ÖTÜRÜ TEBRİK EDİYORUZ”
Çok sıkı protokol kaidelerin uygulandığı bu tür toplantılarda önde gözükmeyi isteyen birisi değilim. Ama o kararı küçümsüyoruz, itibar etmiyormuş gibi bir düşünceyi doğru bulmuyorum. Bu kararın doğru olduğunu, alanları tebrik ve teşekkür ettiğim bir konu. Hatta daha önce açılmasını isterdim. Pandemiye de denk geldi. İzdiham olacağı için birtakım kısıtlamalara ihtiyaç duyuldu, bunu da makul karşılıyorum. O hengamenin içinde olmaktansa daha sonra Ayasofya’ya gider ibadet ederiz diye düşünüyorum. Bizim de kalbimiz oradaydı. Bazı çevreler tasvip etmediler bu kararı. Ben onlara itibar etmeden bu kararın doğru olmadığı kanaatindeyim. Orada bulunmamanın bana verdiği hafif bir eziklik de var. Hayırlı olsun diyorum. Birdenbire böyle bir kararın alınması herkesin aklında seçim hamlesi mi sorularına yol açıyor ama bunu siyasi polemiğe çekebilecek ifadeleri kullanmayı doğru bulmuyorum. Bu karar bizim için önemli. Siyasi hayatta varolduğumuzdan itibaren Ayasofya’nın açılmasının isabetli bir karar olduğunu söyledik. Hangi gerekçelerle olursa olsun bugün hükümetin böyle bir karar almasından ötürü tebrik ediyoruz.
“ASKER MEMLEKETİNİ SEVER ANCAK YANLIŞ YÖNLENDİRİLDİLER”
28 Şubat döneminde Erbakan Hoca’nın nezaketini düşünün. Askerler memleketini severler, ancak yanlış yönlendiriliyorlar, bilgilendiriyorlar demişti. Söylediği bundan ibaret. O fikirleri onlara aşılayanlar kendileri değil, dışarıdan telkinde bulunanlardı. En ağır söz bunlar gafildi olabilir. Yaptıklarının fark ettiler. Şimdi anlamaya başladılar.
“BU KARARIN DEĞERİNİ DÜŞÜRECEK BİR İFADE KULLANMAM”
Teşkilatlarımız, gençlerimiz kitlesel olarak katıldılar. Biz buraya bir protesto mahiyetinde gitmedim demiyorum ki. Tekrar tekrar söylüyorum, gitseydim başka bir mana çıkarılacaktı, farklı atıflarda bulunulacaktı, gitmediğim için farklı yorum yapılıyor, bunları da bekliyordum. Benim gidip, gitmemem orada bir değişiklik meydana getirmeyecekti. Gitseydik acaba tansiyon düşürülebilir miydi? Ben tansiyonu düşürecek birçok ifadeler kullandım. Benim derdim tansiyon yükseltmek değil. Ben bunu Türkiye’nin gelişmesinde, gidişatında, ortamın normalleşmesinde benim katılmamın çok önemli bir mesele olduğunu düşünüyorum. Tayyip Bey de elbette siyasi menfaatlerini, kendi geleceğini düşünmüştür, buna da bir itirazımız yok. Bu kararın değerini düşürecek bir ifadeyi kullanmam mümkün değildir.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANI’NIN KILIÇLA HUTBE OKUMASI
Bunun üzerine herkes çok yorum yapar. Geçmişte de bu tip hutbelere çıkılırken kılıç alınırdı. Sağ elde olursa savaş, sol elde olursa barış manasına gelir, Diyanet İşleri tarafından ortaya konmuş olur. Lisanımıza biraz dikkat etmekte fayda. Diyanet İşleri Başkanı doğrudan doğruya Fatih’in vasiyetnamesine atıfta bulunarak bir değerlendirme yaptı. Fatih’in vasiyetnamesi açık ve net. Yoksa olmaya bir şeyi söylemiştir, varsa olan bir şeyi söylemiştir. Bugünkü şartlarda çekişme ve kavgayı değil barışı özendirecek bir ifade kullanılması doğru olurdu. Bu Cumhurbaşkanı için de, Diyanet için de, muhalefet için de geçerli bir husus. Zihin okuma yeteneğimin olduğunu düşünmüyorum. Zihin okuya okuya bu hale geldi. Söylenen sözlere dikkat edilmesi icap eder. Mümkün olduğu kadar bizim bu dönemde Cumhuriyet’in kuruluşunda atılan adımların özenle değerlendirilmesine ihtiyaç var. Daha henüz onun etkisinden tam olarak kurtulmuş değiliz. Koskoca 500 yıllık imparatorluk tarihe kavuşmuş, yeni dünya kurulmuş, orduları dağıtılmış olan millet bir araya gelmiş, direnmiş. O gün alınan kararları bugün tam olarak yorumlayacak durumumuzun olduğunu zannetmiyorum. Hala önyargılar var. Buralarda itina göstermeye ihtiyaç var kanaatindeyim.
“AYASOFYA BİR SİMGE AMA SORUNLARIMIZI ÇÖZÜYOR MU?”
Türkiye bugün ciddi darboğazdan geçiyor, iktidarın politikaları Türkiye’nin problemlerini çözmeye yönelik hiçbir şey üretmiyor. Şu anda Türkiye ciddi manada çıkmazın içinde. Ekonomik problemlerini, sosyal problemlerini çözemiyor, dış politikada bir çözüm üretemiyor. Hepsi sanal alemde başarıymış gibi gösteriyor. Türkiye böyle yönetilemez. Meseleye çözüm odaklı yaklaşmanın doğru olacağı kanaatindeyim. Bir iktidar zayıflamaya başladığı zaman toplumsal destek kazanabilmek için birtakım konuları farklı bir şekilde gündeme getirebilir, biraz da kabaca söyleyeyim istismar edebilir. İstismar dediğim bunu kullanır manasına. Bugün Ayasofya’nın açılması. Lehinde, aleyhinde bir sürü değerlendirme yapılıyor. Bunlar bize bir şey kazandırıyor mu? Ayasofya bir simgedir. Bir aksiyon ama bizim problemlerimizi çözer mi sadece bu karar?
“TOPLUMA KENDİMİZİ ANLATAMIYORUZ DEMEKTİR”
Tayyip Bey politik havayı etkilemede çok mahir bir insan. Neyi nerede ne zaman söyleyecek. İcraattan çok toplumu yönlendirme kapasitesi var. Bunu kabul etmemiz icap eder. Ayasofya’da aniden karar veriyor ve açıyor. Bu da onun başarısı. Millet buna kanarak oy verirse sıkıntıya razı olur. Cenab-ı Hak buyuruyor ki, ‘Nasılsanız öyle yönetilirsiniz’. Bir toplum kendini değiştirmedikçe Cenab-ı Hak o toplumu değiştirici değildir. Toplum bize gerekli oyu vermiyorsa, biz topluma düşüncelerimizi tam olarak anlatamıyoruz veya toplum bizi dinlemiyor. Toplum neyi istiyorsa Cenab-ı Hak onu veriyor. Biz burada toplumu suçlayamayız. Toplum demokratik seçimlerde kendisine layık olan yönetimleri seçiyor.
“BİZ BİRBİRİMİZLE KAVGA ETMEDEN KONUŞABİLMELİYİZ”
Evrensel kurallar var, adalet, liyakat, dürüstlük, şeffaflık, ahlaki değerler dediğimizde yememek, yedirmemek, rüşvet almamak, denetlenebilir olmak. Toplumda bir yere geleceksek bu değerler olmadan ‘ben çok iyi müslümanım, namaz kılarım, yeri geldiği zaman rüşvet alır veririm, yeri geldiği zaman kısıtlı olarak haram yerim, şeffaflık dediğin nedir, karşı tarafta size hainlik yapan insanlar var’ diye düşünürseniz ben orada yoğum. Biz birbirimizle kavga etmeden konuşabilmeliyiz. Mutlaka adaleti tesis etmeliyiz. Bir problemle, haksızlıkla karşılaştığım zaman gideceğim bir merci olması icap eder. Ben bunu göremiyorum.
MİLLİ SELAMET PARTİSİ MUHSİN BATUR’A NİÇİN OY VERDİ?
Muhsin Batur aday olduktan sonra bütün parti liderleriyle görüşüyor. ‘Erbakan Hoca’ya git, seni dinler’ diyorlar. Randevu alıyor. Erbakan Hoca’nın bir sözü vardır ‘Biz bir insanla üç seans yaparsak mutlaka kazanırız’ diye. Erbakan Hoca, Cumhurbaşkanından beklentilerimiz şudur diyor. Batur, ‘Hocam bu bizim de söylediklerimiz’ diyor. Recai Kutan Abi’nin evinde bunlar görüştüler. Sonuçta Erbakan Hoca, ‘Biz sana destek veririz’. Arkasından şunu dediler, ‘Sayın bizim desteğimizi açıklama, eğer açıklarsan kazanamazsın’. Oylamadan çoğunluk çıkmadı. Oy pusulası 3 köşe bir kâğıttır. Bunun üzerine bir işaret koyarsanız iptal olur. ‘Biz Muhsin Batur’un kendisine oy verdiğimizi ispat etmek için diyagonal yazacağız’ demişti. Biz de öyle oy attık. Muhsin Batur kazanamayınca, ‘oyları yeniden saydır’ dedi. Başında dur, bizim dediğimiz gibi yazılmış olanlara bak dedi. Muhsin Batur, kendisine oy vermeyenler için ağır bir ifade kullanmıştı. Biz o zaman 24 kişiydik Meclis’te. 2 kişi ayrılmıştı bizden. 22 kişi oy verdik ve oylarımız orada tescil edildi.
NECMETTİN ERBAKAN HOCA O KESİMİ İKNA ETMİŞTİ
Erbakan Hoca yurtdışından döndü. Milli Selamet Partisi kuruldu. Erbakan Hoca bizden bağımsız aday oldu. Konya’dan aday oldu. Bir miting için Van’a gitmişti. Genel Başkanımız Süleyman Arif Emre’ydi. Arif Abi’ye partinin kapatılması için bir dosya hazırlandığı haberi gelmişti. Erbakan Hoca’yı havaalanında Arif abi bulduruyor. Aynı uçağa binip geri döneceksin diyor. Döndükten sonra Erbakan Hoca gidip bu kesimle konuştu, onları ikna etti. Arkasından o dosya rafa kalktı.
“DÜNYADAKİ GELİŞMELERLE İLGİLİ ENDİŞELERİMİZ VAR”
İstanbul Sözleşmesi’nin içinde arkadaşlarla, hukukçularla beraber 3 seans yaptık. İstanbul Sözleşmesi enteresan bir sözleşme. Temelde iki konu, bir kadına şiddetin önlenmesine mutlaka izin veremeyiz. İki ailenin korunması. Bu iki husus üzerinde durduğumuz temel değerler. Eğer bunu koruyamıyorsa, ki dünyada farklı bir gelişme vardı o zamanda. Bu tip sözleşmeler, konuşulmadan geçiyor genelde. Bu toplumda şiddet derken cinsiyetsizleştirme istikametinde gelişme sağlıyor, değerleri ortadan kaldırıyor. Burada bir şey varsa alınır, enine boyuna tartışılır, birtakım tadilatlar konuşulur. Bu iki husus, kesinlikle kadına ve genelde aile içinde şiddetin önlenmesi, ikincisi ailenin mutlaka korunması. Bizi endişe ettiren birtakım gelişmeler var. Toplumdan, herkesten istediğimiz şu; esas itibariyle bu konuya genel manada yaklaşılırsa dünyadaki gelişmelere paralel endişelerimiz var, bu endişelerin ortadan kaldırılması gerekir.
“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ TOPLUM DEĞERLERİNİ YOK SAYIYOR”
Dünyadaki gelişmelerde şunu görüyorum, çocukların daha ilkokuldaki eğitimden itibaren cinsiyet duyarlılığı ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Kız çocuğu kız çocuğu, erkek çocuğu erkek çocuğudur. Bunları ille de aynı tuvaleti kullanacaksınız demenin anlamı yoktur. İstanbul Sözleşmesi’ne yapılan atıflar dikkate alınarak bir değerlendirme yapılmalı. Bütün dünyada cinsiyetsizleştirilmeye yönelik bir eğilim var. Bu eşcinsellikle alakalı bir ey değil. Dünyada özellikle ele alınan, işaretlerini gördüğümüz bir gelişme. Nüfus kütüklerinde niye cinsiyet kaldırıldı? Niye pasaportlarda cinsiyet kaldırıldı? Bu sizin de başkalarının da oturup, farklı kanaatte olanların buradan çıkan atıfları dikkate alarak değerlendirmeye ihtiyaç var. İnsanlar bunların üzerinde durmuyor. Aile mefhumu şu anda Avrupa’da yok oluyor, bizde de yok olmaya götürülüyor. Cinsiyetsizleştirme konusu kadına şiddeti önlemek değil, aileyi yok etme politikası. İstanbul Sözleşmesi toplumun değerlerini yok sayıyor. Bu metne eski komünist ülkeler imza atmıyorlar. Rusya da dahil. Türkiye’de nasıl olmuş da ittifakla bu metin geçmiş şaşırıyorum.
“KOALİSYON YAPMAK İTTİFAK YAPMAKTAN DAHA ZORDUR”
Koalisyon kurmak ittifak yapmaktan zordur. Çünkü koalisyonda icraat yapmak var. Hiç unutmam 74’de Ecevit’le koalisyon kurduğumuz zaman CHP’den bir milletvekili bir ifade kullandı, ‘Ben bu İmam Hatiplerin kurulmasına izin vermem ama koalisyon yaptık taleplerinizi karşılayacağım’ demiştir. Koalisyon yapmak ittifaktan çok daha zordur. Geçen sefer yapılan ittifakta temel mesele bugünkü layüsel bir güç kazanan Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin değiştirilmesine yönelikti. Bizim kanaatimiz şuydu; Cumhurbaşkanlığı sistemi olabilir ama mutlaka Meclis ondan güçlü olmalı ve denetlenebilir olmalıydı.
“ELEKTRONİK OYLAMAYA GEÇİLİRSE SEÇİMDEN ÜMİDİMİ KESERİM”
Erken seçimi bir seneden önce beklemiyorum. Şahsen daha üç senesi varken bu üç seneyi heba etme ihtimalini pek manidar bulmuyorum. Şahsen zamanından önce yapılır, ama ne kadar önce? Üçüncü senenin sonunda olabilir, ama genel seçimden önce olur diye düşünüyorum. Üzülerek ifade ediyorum ama seçime özellikle Güneydoğu Anadolu’da müdahale ediliyor. İki tane sandık müşahidimizin katledilmesi bunun işareti. Malatya’da iki müşahidimiz katledildi. Adaylarımızın yetkililer tarafından ısrarla adaylıktan vazgeçirilmeye çalışıldığını, şehirlerde değil daha çok köylerde oluyor bu. Seçim sırasındaki müdahale demin söylediğim tarzdaki müdahaledir. İstanbul’da Ankara’da kolay kolay yapamazsınız. Ama Türkiye elektronik ortamda oy verme sistemine geçerse ben bundan sonra seçimden ümidimi keserim.
“KENDİ BORÇLARINDAN DOLAYI HACİZ KOYUYORLAR”
20 tane belediye kazanmıştık, bugün 11 tane AK Parti’ye geçti. İlk başta direndiler, paralarını ödemediler, haciz getirdiler, tehdit ettiler. En sonunda ‘dayanamıyoruz, biz gidiyoruz’ dediler. Hele bunları merasimle rozet takarak getiriyorsanız ayıptır. 20 tane belediyenin içinden bir kısmını baskı, tehditle kendi taraflarına geçirdiler. Kahta’da başaramadılar. Kendi borçlarından dolayı hemen haciz koyuyorlar.
“KONTROL EDİLEMEYEN SEÇİM SİSTEMİ ŞAİBELİ OLUR”
YSK’nın bununla alakası yok. Bu bir kanun meselesidir. Bunu Cumhurbaşkanı ve Meclis yapacaktır. Cumhurbaşkanı karar verdiyse elektronik oylama yapılabilir, ortam hazırlanabilir. Ama ben o elektronik programı yapanların nasıl program yapacağına ben güvenmem. Seçimlerde eğer sandıklar muhalif olan partilerin de Türkiye’deki seçim sistemi 1980’den sonra mükemmel bir seçim sistemiydi. 3 bakan istifa ederdi? İçişleri, Adalet, Ulaştırma Bakanı istifa ederdi. Bunu kaldırdılar, niye kaldırdılar? Bunu yanlış buluyorum, sürekli seçim sistemiyle oynuyorlar, daha adil olsun diye değil benim anladığım daha kontrol edilebilir olsun diye. Elektronik seçime gelince, bazı yerlerde oluyor, siz gidiyorsunuz A partisine oy veriyorsunuz, B çıkıyor. Kontrol edilemeyen seçim sistemi şaibeli olur.
“BİZ İSTANBUL SEÇİMLERİNDE ADAYIMIZI GÖSTERMİŞTİK”
Biz CHP ile bir kere ittifak yaptık. İkinci sefer yapmadık. Mahalli seçimlere girdiğimizde biz bütün seçim bölgelerinde 2 veya 3 yer hariç seçime girdik. İstanbul, Ankara’da Türkiye’nin her ilçesinde beldesinde Saadet Partisi olarak girdik, ittifak yapmadık. İnsanlar böyle bir kanaate gelirlerse ben bunu düzeltemem. İstanbul’da mitingdeyiz. Cumhurbaşkanı öbür tarafta bir ilçede miting yapıyor ‘Saadet Partisi İstanbul’da seçime girmiyor’ diyordu. Biz de bağırıyorduk, ‘biz seçime giriyoruz, duyun bizi’ diye. Aldığımız oy belli, 100 bindi. İkinci seçim Cenab-ı Hakk’ın bize lütfudur. 12 bin oy, ah şu Saadetliler var ya, oyları verdiler, hile yaptılar dendi. Sonra 800 bin çıkınca biz sağlama çıktık. Biz İstanbul’da aday gösterdik, ciddi manada çalıştık. En sık geldiğim yerlerden biri İstanbul oldu. İttifakları yaparken de bugünkü seçim şartlarına göre bugünkü iktidar tarafından zorunlu hale getirildi. Yüzde 10 barajını aşabilmek için ittifaka ihtiyacımız var diye düşündük, ikincisi Cumhurbaşkanlığı sisteminin değişmesi için ittifaka girdik.
“NE YAPARSAK YAPALIM ÖNÜMÜZDEKİ TABLO BUDUR”
Cumhurbaşkanlığı sistemi bugünkü haliyle otokratik bir rejime götürüyor bizi. Bunu herkes kabul etti. Orada Abdullah Gül daha önce Cumhurbaşkanlığı yaptığı için genel prensiplerde bizim söylediğimiz ilkelere bağlı kalacağı için, fikir birliğimiz olduğu için birlikte çalışabiliriz kanaati doğdu. Bunu kendisine, sayın Kılıçdaroğlu’na, Meral Hanım’a ilettim. İttifak sağlanamayınca olmadı. Burada niyet doğrudan doğruya sistem değişikliğine yönelik bir girişimdi, o kadar. Seçim sathi mailine girmeden aday üzerine konuşmak doğru olmaz. Ama biz mutlaka bir aday gösteririz. Elbette bu konu gündeme gelecektir, şimdiden şahıslara bağlı olarak konuşmamız doğru olmaz. Burada ne yaparsak yapalım, önümüzde tablo var. İttifaklar olmadığı takdirde partilerin alacağı oyların çıkaracağı milletvekili mutlaka düşer. Yüzde 10’u geçen 3 parti seçime ayrı ayrı girerlerse 60’ardan 180 milletvekili çıkarırlar, üçü bir araya gelirse 360 milletvekili çıkarırlar.
CÜBBELİ AHMET HOCA YORUMU…
Bir zamanlar sayın Davutoğlu Başbakan olduğunda Konya’ya gittiler dediler ki ‘Gece rüyamızda gördük peygamber efendimiz cübbesini giydirdi’. Ne diyeyim bunlara? Davutoğlu ayrıldıktan sonra o cübbeyi ne ettiler bilmiyorum. Bunlara cevap vermeyi, yorum yapmayı doğru bulmuyorum. Bunlar dini nasıl anlıyorlar bilmiyorum, hakkımı da helal etmiyorum onlara. Ortaya bu kadar suizanla çıkanlara sadece hakkımı helal etmem, başka şeyler söylemem. Bazen tarikatlarla ilgili birçok şeyler söyleniyor. Aslında tasavvuf peygamber efendimiz dünyadan ayrıldıktan sonra şekle dönük birtakım ibadetlerin üzerinde durulmuş. Sonra bir grup bakmış demiş, bunlar çok önemli ama bu işin ruhu var, manevi tarafı var, iş şekilden ibaret değil demişler. Onun üzerine tasavvuf tarikatlar dolmuş. Mürşitler insanları manevi yönden eğitmişler. Zaman geçmiş bunlar menfaat grupları haline gelmişler. Osmanlı döneminde zaman zaman kapatılmışlar. Ben burada herkesi bu konuların manevi yönden değerlendirilmeye ihtiyacı var diye düşünüyorum. Maddi menfaatler karşılığında bu kullanılıyorsa çok yanlış olduğu kanaatindeyim. Doğru bulmuyorum.
“MENFAAT VESİLESİ HALİNE GELİRSE MANEVİ HÜVİYETİNİ KAYBEDER”
Eskisi gibi değil tarikatların içinde de mutlaka farklı meyilleri olanlar var. Bir tarikatın içine giriyorsun tek vücut hepsi şöyle bir yola gidiyor, artık o da yok. Burada konuya ne kadar devlet olarak müdahale etmeye çalışırsanız çalışın, bu aslında manevi bir bağ. Tarikatın başındaki insanlara büyük görev düşüyor. Bir tarikat menfaat vesilesi haline gelirse o manevi hüviyetini kaybeder kanaatini taşıyorum. Burada insanlar kendi manevi dünyalarını düzeltmek üzere bir tarikata girerler, oradan el alırlar, nasihat dinlerler. Bir insana bunun için bağlanırlar. Kaynak vermeyeyim, bir yerde okumuştum, eşkiya iki türlüdür, birisi dağda, ikincisi şehirde. Dağdakiler senin canına hayatına kast ederler, şehirdekiler de maneviyatını mahvederler.
“KOMŞUSU AÇKEN DİYORUZ, MÜSLÜMAN KOMŞUN AÇ YATARKEN DEMİYORUZ”
Erbakan Hoca’nın meseleye yaklaşımını biliyorum. Ne söylediğini bilahare tavsif eden, açıklayan durumu vardı. Ben inanan bir insanım, İslamcı değilim Müslümanım demiştim. İslamcılık bizim bir tabirimiz değil, Batılılardan gelen bir şey bu. Bizim imanımızla ilgili meselelerimiz Cenab-ı Hak’la bizim aramızda. Bir de bizim toplumla ilgili görevlerimiz var. Adalet mefhumu, toplumla barışık olma, dürüstlük, şeffaflık, liyakat bunların hepsi bizim inancımız. ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ diyor, ‘Müslüman olan komşun’ demiyor. Erbakan Hoca’nın üzerinde durduğu prensipler bütün inançların temelinde yatan prensiplerdir. Biz basit bir menfaat için bunları çiğneyemeyiz. Muhalefet adaletten şikayetçi ise orada bir soru işareti doğar. Dürüstlük inancımızın emrettiği değerlerdir. Biz bir sosyal demokratlarla bu yönüyle anlaşırız. Cumhurbaşkanı dahil bütün parti liderleriyle, Davutoğlu ve Babacan da dahil iyi geçinmeyi, onlarla dostluk kurmayı benimseyen bir insanım. Seçime giderken rakip olarak görürüm.
SOSYAL MEDYA DÜZENLEMESİ
Bu çok tehlikeli bir girişim. Şu anda insanlar televizyon, gazete, radyo, sosyal medyada kendi fikirlerini ifade etme imkanı buluyorlar. İftira, yalan, ahlaksızlık bunların hiçbirine razı değiliz. Mutlaka bunların önü kesilmeli. Siz sosyal medyada bunu yaparken, televizyonlardaki önleyebileceğiniz ahlaksızlar için bir adım atmadınız. Sosyal medyada insanlar doğru olmayanları söylememeli, hakaret etmemeli, hadiseleri çarpıtmamalı, insanların ahlakını bozucu yayınlar yapmamalı. Bunu prensip olarak kabul ediyorum. Ama bizim endişe duyduğumuz siyasi tercihler eğer engellenirse bu Türk demokrasisine bir müdahale manasına gelir.
“ÜRETİME YÖNELİK HAMLE YAPILMAZSA GELECEĞİMİZ KARANLIK”
Biz temel ilkeler itibariyle ülkemizin bir defa demin saydım, Türkiye’deki temel değerlerin mutlaka hayata geçirilmesi lazım. Adalet gibi demin saydığım hususlar. Ekonomide üretime dönük bir hamle yapılmazsa Türkiye’nin geleceği karanlık. Borca batmışız, ödeyemiyoruz. Üretmeden, ürettiğinizi satmadan ödeyemezsiniz. Türkiye’yi üreterek milli gelirini arttırabilirsek önemli adımdır. Ama bunun adil dağılımını sağlamazsak yine istediğim yere gidemeyiz, bu kalkınmadan vatandaşa bir fayda olmaz. Bizim şu anda dış politikamız kargaşanın içine sürüklendi. Ne oluyor Ege’de? Adalar gitti elimizden. Libya’da bir şeyler yapılıyor. Bizim şu anda bu problemlere çözüm üreten bir anlayışımız yok, bunların tartışılması istenmiyor. Bu bizi endişeye sevk ediyor. ABD’yle, Rusya’yla, Yunanistan’la, Mısır’la kavgalıyız. Hani sabah abdest alıp Şam’da namaz kılacaktık. Bütün bunlar konuşulmuyor.
(Ciddigazete)