KILIÇ VE SABAN!

19.03.2020
A+
A-

TARİHSEL TESPİT

‘Neden Atatürk’ü her konuda kendinize rehber kılıyorsunuz’ diye soran olursa, cevabımız şudur:

Atatürk’ün kolları İskender’den, Sezar’dan, Napolyon’dan daha iyi kılıç, öküzü evcilleştiren, buğdayı yetiştiren Sümerli çiftçiden daha iyi saban tuttu da ondan, deriz.

Kılıcı kullanmadaki ustalığı ile vatanı kurtaran kahraman bir asker, vatan üzerindeki en kıraç arazide milletine örnek olsun diye çiftlik kurup, toprağı herkesten iyi ıslah eden maharetli bir çiftçiydi de ondan, deriz.

Hayatı savaş meydanlarında geçtiği halde hiçbir yenilgi almadığı gibi, tarımdaki gelişmelerle ilgili yüz yıl öncesinden belirlediği stratejilerde hiç yanılmadı da ondan, deriz.

Kılıçla elde ettiği askeri ve siyasi zaferleri, sabanla elde ettiği zaferlerle taçlandırdı da ondan, deriz.

İzmir İktisat Kongresinin açılışında söylediği şu sözlerine bakar mısınız:

“Arkadaşlar, kılıç ile fütuhat yapanlar, sabanla fütuhat yapanlara mağlup olmaya ve binnetice terki mevki etmeye mecburdurlar. Nitekim Osmanlı saltanatı da böyle olmuştur. Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Romenler sabanlarına yapışmışlar, muhafazai mevcudiyet etmişler, kuvvetlenmişler; bizim milletimiz de böyle fatihlerin arkasında serserilik etmiş ve kendi anayurdunda çalışmamış olmasından ötürü gün gelmiş onlara mağlup olmuştur. Bu bir hakikattir ki, tarihin her devrinde ve cihanın her yerinde aynen vaki olmuştur. Mesela Fransızlar, Kanada’da kılıç sallarken oraya İngiliz çiftçisi girmiştir. Bu medeni sabanla kılıç mücadelesinde nihayet muzaffer olan sabandır ve Kanada’ya sahip olmuştur. Efendiler, kılıç kullanan kol yorulur, nihayet kılıcı kınına koyar belki kılıç o kında küflenmeye, paslanmaya mahkûm olur. Lakin saban kullanan kol, gün geçtikçe daha ziyade kuvvetlenir ve kuvvetlendikçe de daha çok toprağa sahip ve malik olur.”

Bir de tam bir ay sonra 16 Mart 1923’de Adanalı çiftçilere hitaben söylediklerine bakalım:

“Arkadaşlar, dünyada fütuhatın iki vasıtası vardır, biri kılıç diğeri saban. Başka yerde de söyledim ve burada bir daha tekrarı faydalı buluyorum. Zaferinin vasıtası yalnız kılıçtan ibaret kalan bir millet, bir gün girdiği yerden kovulur, terzil edilir, sefil ve perişan olur. Öyle milletlerin sefaleti, perişaniyeti o kadar azim ve elim olur ki, kendi memleketinde bile mahkûm ve esir bir halde kalabilir. Onun için hakiki fütuhat yalnız kılıçla değil, sabanla yapılandır. Milletleri vatanlarında takarrür ettirmenin, millete istikrar vermenin vasıtası sabandır. Saban kılıç gibi değildir, o kullanıldıkça kuvvetlenir. Kılıç kullanan kol çok geçmeden yorulduğu halde, sabanı kullanan kol zaman geçtikçe toprağın daha çok sahibi olur. Kılıç ve saban; her iki fatihten birincisi ikincisine daima mağlup oldu. Tarihin bütün vakaları ve hadiseleri, hayatın bütün müşahedeleri bunu teyit ediyor…”

Neden bir asır önce söylenen bu gerçeklerin sahibinin izinden gittiğimiz ya da hepimizin gitmesi gerektiği, umarız anlaşılmıştır!

YIKICI OLAN, BAZEN MUTEBER DE OLABİLİR

Ülkemizde kılıca sarılarak memleketi topyekûn bir felakete sürüklemek isteyenlere hatırlatmak isteriz ki; Bir çağ kapatıp yeni bir çağ açamayanların yapması gereken, yaşadıkları çağa ayak uydurmaktır. Zira kılıç ve saban, her ikisi de ancak ehil ellerde sahibini mefkûresine ulaştırır. Ehil olmayan ellerde kati surette sahibini hüsrana uğratır.

Türkiye için devir saban devridir. Kılıç devrini biz Kurtuluş Savaşı zaferiyle geride bıraktık. Sabana sarılmak, güvenliği boşlamak değildir. Sabana sarıldığımız için dünyanın en yenilmez silahlı gücü haline getirdiğimiz TSK ve istihbarat örgütümüzle sınırlarımızı ve ülkemizin bekasını güvenceye almıştık. Büyük Türk Devrimi, sabanı kendine vasıta kılan bir uyanışın, bir aydınlanma döneminin de başlangıcıdır. Demokratik bilince sahip bireyler veya toplumlar, aklın ve vicdanın geliştiği bugünkü medeniyette saldırganlığı insan soyuna yakıştırmazlar. Bilirler ki bunlar her çağda gaspçı, talancı, yalancı, tecavüzcü, sömürgeci ve öldürücüdürler.

Saban devrine geçmekle, gelişmiş uygarlıklar düzeyine erişmeyi hedeflemişti Türkiye. Çünkü saban dünyayı her gün, her mevsim yeniden kuran ve kurtaran emeğin gücüdür. Bu hedefe ulaşmak için gerekli olan doğa bilimlerinden temel bilimlere, felsefeden sanata, tarihten edebiyata, ekonomiden hukuka her alanda boy verecek bilginin ekimini, dikimini, hasadını yapmaya da sabanı aracı kılmıştı. Bugün kendisiyle övündüğümüz ekonomik ve sosyal kazanımlarımızın tümü o günden beri yapıştığımız sabanın eseridir.

Sabanla yapılan fetihler; doğaya ve insana ait güzel ve anlamlı ne varsa hepsinin tütmeye devam eden ocaklarıdır. Bu ocaklar ki insanlara özgürlük ve bereket getirir. Sümer gibi, Hitit gibi, Türkiye Cumhuriyetinin ilk 15 senesi gibi salt barışçıl, yaratıcı ve kalkınmacı medeniyetler inşa ettirir. Dünyanın; hep beraber, herkes için cennet gibi projelendirilerek, üzerinde insanca yaşanmasını öğretir insanlara. Ve insanlara hem yerel, hem de evrensel bir aidiyet kazandırır.

Kılıçla yapılan fetihlere gelince; biliyoruz ki bilimin, sanatın, medeniyetin bütün birikimlerini yakmış, yıkmış, yok etmiştir. Yerine insanın insana kulluğunu, nefreti, düşmanlığı, kalıcı kavgayı, kargaşayı ve çözümsüzlüğü ikame etmiştir. Tarihte bu ikameden kaynaklı olup kılıç vasıtayla yapılanlar, duymak ve tekrarını görmek istemediğimiz affedilmez barbarlıklardır.

Kılıçla fetihçilik devri kapanmış olup, daha önce bu yolla fetihçilik yapan imparatorlukların ve derebeyliklerin yerini bugün emperyalistler ve işbirlikçileri almıştır. Bu devirde kılıç, yalnızca küresel güçler tarafından kurdurulan kukla yönetimlerin ve terör örgütlerinin eline vekâleten verilmektedir. Bizi de içine çeken Ortadoğu’daki gelişmeler bunun en tipik örneğidir. Eline üç kuruş para ile birlikte silah tutuşturulan hasta ruhlu cahil sürüleri; mezhep, etnik ve ideolojik saplantıları yüzünden birbirlerini öldürüyorlar ne yazık ki.

AMA BİZE YAPICI OLAN GEREK

Tarihten ders alanlar, sabanın ardından gidip ülkelerini ve halklarını yüksek medeniyete ulaştırır: Bunlarda; devleti yönetenler milli çıkarları her şeyin üstünde tutanlardır. Dış politikasının takipçileri dil, tarih, coğrafyayı ve dünya kültür mirasını tümüyle bilen monşerlerdir. Ekonomisini ve ticaretini, uluslararası akreditasyonu olan iktisatçılar yönetir. Kültür politikalarını, dünya çapında ün yapmış yazarları ve sanatçıları belirler. Eğitim politikasını mağara resimlerinin yapıldığı, yazının icat edildiği günden beri dünyadaki birikimi halkının ürettikleriyle kaynaştırabilen milli eğitimciler oluşturur. Yargı sistemini, davaların uluslararası mahkemelere taşınmasını önleyecek kadar insan hak ve hürriyetleri alanındaki muhkem kanunları yapan ve yorumlayan hukukçular kurar. Vatanın ve toplumun güvenliği ise gereksiz savaşları cinayet sayan, ülke ve dünya barışından yana olan yurtsever askerlere ve polislere emanettir.

Tarihten ders almayanlarsa tıpkı bizim muktedirler gibi ülkelerini yıkıma uğratmanın derdine düşerler. Adaleti ve kalkınmayı partilerinin adı koyarlar ama iktidara geldiklerinde en iyi yaptıkları şey adaleti ortadan kaldırmak, kalkınmayı durdurmak olur. Sahiden de iktidardakiler, sabanı, gelişmesinin vasıtası kılan Türkiye’yi yönetmekte hayli zorlanıyorlar. Dolayısıyla içeride her istediklerini halka empoze ederek milletin, dış politikada da yanlış ve hesapsız girişimlerinden dolayı devletin bekasını tehlikeye atma pahasına, salt iktidarlarını sürdürmenin çabası içindeler.

Gelinen noktada, kuşku duyma dönemini geride bırakan bir kargaşa ortamı hâkim olmuştur dünyada. Bunun müsebbibi de her zamanki gibi saldırganların, kılıcın marifetiyle dünyaya ayar verebileceklerine olan sapkın inanışlarıdır. Hâlbuki kılıç, hiçbir zaman dünyadaki sorunlara çözüm olamadı. Aksine hep sorun yarattı, sorunları çoğalttı ve bu durumdan nemalandığı için onları sürekli çözümsüz bıraktı. Bundan ötürü yapılması gereken en doğru düşünüş ve davranış; gerekmediği sürece kılıcı savunma hattındaki kınında tutarak, sabanın ucunun gittiği yönde ilerlemektir.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.