Kriz – otoriterleşme ilişkisi…
Covid-19 pandemisi sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmayacak kanısı oluştu.
Aşı veya sürü bağışıklığı ile bir bağışıklık sağlanmadıkça, eski sıkı fıkı, sarmaş dolaş olacağımız döneme kısa sürede dönemeyeceğiz gibi. Bu; hizmet sektörü, esnaflar, ulaşım, iletişim, eğitimden sağlığa dijitalleşmenin hızla kullanımını gerekli kıldı. Sağlıkta uzaktan görüntülü muayene dönemine, eğitimde uzaktan eğitime, marketler sanal alışverişe geçti. Otomatikleştirilebilecek ne varsa, otomatikleşecek, dijitalleşme hızlanacak gibi.
Küresel sorunla mücadelede uluslararası kurumlar işlemez oldu; BM, Dünya Sağlık Örgütü başarılı bir sınav veremedi. En kötüsü ülkeler arası işbirliği yerine her ülke kendi sorunlarıyla başetmek zorunda kaldı. Çok uluslu bir yapı olan Avrupa Birliği dağılmanın eşiğine geldi. Federatif yapıya sahip ABD; ortak tek merkezden yönetilmemesi, ortak karaların uygulanamaması nedeni ile organize olamadı, sosyal devlet olmaması, sağlığa ulaşmanın pahalı olması nedeni ile oldukça başarısız oldular. Ulus devletleri kendi sorunlarını kendileri çözmek zorunda kaldılar. Fransa, İtalya, İspanya kendi milli bayraklarını asıp AB birlik bayrağını indirdiler ve Almanya’yı suçlayan açıklamalarda bulundular. Korona virüs sürecinde tüm AB ülkelerinde ve diğer ülkelerin hepsinde de çatışma, kutuplaşma ve milliyetçilik yükselecek, içe kapanma ve sınırlarda duvarlar yükselecek gibi. Doğu Avrupa ise bu dönemde eski Sovyet dönemi baskıcı geçmişlerine benzer otoriter tavırlar takındılar. Macaristan ve Polonya salgını bahane edip otoriterliğe geçiş yaptılar.
Macaristan Başbakanı salgın nedeni ile parlamentonun tüm yetkilerini alıp geçici olarak kendi üzerine geçirdi. Parlamento yetkilerini eline alınca muhaliflerini susturma, ekonomik kaynaklarını kesme yoluna gitti. Muhalefetin elinde olan yerel yönetimlerin gelirlerini salgın fonuna aktaracağını açıkladı. Kendi anlayışını topluma dayatmaya başlamış, kürtajı ve eşcinsellerin haklarını kısıtlamak gibi AB ilkelerine aykırı keyfi özgürlük kısıtlamalarına başvurmuştur. Macaristan’da birkaç hafta önce yürürlüğe giren ve güçler ayrılığı ilkesinin geçici olarak ortadan kalkmasını beraberinde getiren acil durum yasaları gibi devlet liderlerinin otoriter yapıları sağlamlaştırmak için krizi kullanacağı bekleniyor.
Polonya çok daha beter diktatörlüğe evirildi. Bağımsız yargının bağımsızlığı yok edildi. Yargı kararlarını denetleyen Disiplin Komitesi kuruldu. Disiplin Komitesi, hâkimlerin kararlarını sorguluyor. Yargı bağımsızlığı ortadan kalkmış, iktidarın kontrolüne alınmıştır. Polonya, salgın nedeni ile olağanüstü hal ilan etmiş, her türlü gösteri ve toplantı yasaklanmış. Muhalefetin tüm propaganda yapma kanallarını kapatıp bu fırsatı lehine çevirmek için erken cumhurbaşkanlığı seçimi yapmaya kalkmıştır.
Halkın salgından korkması, güçlü bir liderin yönetime geçmesini istemesi ve bir diktatörün bu durumdan yararlanarak gücü eline alması ihtimali olabilir.
Ekonomik daralma ile ekonomik kriz dönemlerinde güçlü devlet arayışı artıyor.
1929 ekonomik buhranı sonrası otoriter, devletçi, güçlü lider ve güçlü devlet anlayışı gelişmişti. Avrupa’da bu faşizmin gelişmesine, güçlenmesine neden olmuş ve genel bir otoriterleşme eğilimi gerçekleşmiştir. İtalya’da faşizm yürürlükteyken 1930’da Brezilya’da,1931’de Arjantin ve Guatemala’da, 1932’de Portekiz’de, 1933’de Uruguay’da, Avusturya ve Almanya’da, 1934’de Meksika’da otoriter-totaliter diktatörlüklerin iş başında olduğu bir dönem yaşanmıştı.
Kendilerini koruyacak güçlü, hatta otoriter, lider figürü bu seçmen grubuna cazip geliyordu. Bu krizde gücü elinde bulunduranlar salgını gücünü pekiştirmek için kullanıyor. Gücünü kötüye kullanabiliyor, kendi partisi dışındaki muhalefetin elindeki belediyelerin yardımlarını yasaklayabiliyor. Bu birlik dayanışma ve yardımlaşma duygusuna zarar verip, kamu vicdanını yaralıyor. Salgını kendi iktidarını sürdürmek için fırsata dönüştürmeye çalışılıyor. Ama salgınlarda Çin gibi otoriter yönetimlerin başarısı örnek gösterilerek özgürlükleri cebir, şiddet, devlet baskısı ile yapmayı meşrulaştırmaya çalışılıyor. Ama salgına karşı en başarısız olan ülkeler, popülist liderlerce yönetilen ülkeler olmuştur. Kısa dönemde bu salgın kamu gücünü elinde bulunduranların otoriterleşmesine sebep olabilir. Dikta faşizme evirilebilir ama bu onun sonunu hazırlar.
İç politika ve iktidar hesapları içinde olan iktidarlar, önlemler konusunda bilimsel ve akılcı yöntemlere uzak kaldılar ve felaketin büyümesine ortam hazırladılar. Popülist liderlerin yönettiği tüm ülkeler salgın karşısında en kötü tutum sergileyip başarısız oldular. Popülizm ve rejim kutsayıcılığı ortada gerçek bir düşman olmadığında kendi kendine propaganda dinleyecek kitleniz de varsa işe yarar. Komşularınıza, kıtanıza ve hatta dünyaya meydan okursunuz. Nasıl olsa müeyyidesi yoktur. Kriz, salgın gibi kötü zamanlarda, popülizm çöker; sahte rejim reklamları, kabadayılıklar, sloganlar işe yaramaz hale gelir.
İşsizlik, fakirlik geniş halk kitlelerinin memnuniyetsizliğini artıracaktır. Yaşanan ekonomik memnuniyetsizlik gelecek kaygısını beraberinde getiriyor ve seçmeni alternatif arayışlara yöneltebiliyor. Geçim sıkıntısı çeken veya ekonomik olarak daha da geriye düşmek istemeyen seçmenlere, duygulara hitap eden popülist söylemin çekiciliği büyüleyici gelmişti. Ama bu krizle başarılı olunmaz, kriz derinleşir, fakirlik ve işsizlik artarsa popülistlerin sonunu da getirebilir.
Güçlü kurumlara sahip, güçlü sivil toplum örgütlü ve denge sistemleri ile keyfi yönetime izin vermeyen demokratik ülkelerde salgın sonrası otoriterleşmeye izin verilmeyecektir.
İngiltere ve ABD’de popülistler saygınlığını kaybedecektir.
Fakat demokrasi tarihi yeni, basın ve yayının çoğuna hükmeden, sivil toplumu güçsüz, bürokratik kurumları zayıf, hukukun iktidarın elinde olduğu doğu Avrupa ve ülkemizde otoriterleşmenin artacağını düşünüyorum.