Kültürel Hâkimiyet Mücadelesi…
Kültürün önemini anlatmak için İskender Pala’nın romanından bir alıntı yaparak başlayalım; ’’Ülkenizi nasıl ayakta tutup yaşatabileceğinizi sordunuz yüce kral; sizi temin ederim ki kültürünüz sağlam olunca, sizi mağlup ve istila edecek başka devletler bile sizin gibi düşünecek, davranacak ve yaşayacaklardır. Eğer ülkeniz için gelecek hesapları yapmak istiyorsanız gelenek ve kültürünüze sahip çıkınız. Altın ve güç kaybedildiğinde yeniden elde edilebilir, ASKERLER ÖLDÜĞÜNDE BİLE YENİDEN ORDU KURULABİLİR AMA KÜLTÜR KAYBEDİLİRSE RUH KAYBOLUR VE MİLLET BİR DAHA MİLLET OLAMAZ. Kral halkının kültür ve sanatını yükseltirse devletin ömrünü uzatmış olur. Kim de kültür ve sanata değer vermezse milleti kısa zamanda benliğinden ve kimliğinden uzaklaşır, sığlaşır, yönetilmeye hazır hale gelir. KİMLİK KAYBOLUNCA devletin elden çıkması yakındır; BİR TOPRAK KÜLTÜR SAYESİNDE VATANA DÖNÜŞÜR. (Karun Ve Anarşist, İskender Pala)’’
Dede korku masalında okumuştum iki grup arasında bitmeyen hâkimiyet savaşı varmış, kan davasına dönüşmüş gençler ölüyor düşmanlık büyüyor sorun çözülemez bir hal alıyor. O toplumun ileri gelenleri bu sorunu çözmek için Korkut Ata ya başvururlar. Bir elde (ülke, vatan) hangi toplumun dili konuşuluyor, sazı çalınıyor, türküsü dinleniyor yemek içmek eğlenme sosyal yapıya hâkimse o ülke onundur der. Kültür bizi biz yapan kimliğimiz yaşam biçimimiz. Bizim dilimiz konuşuldukça edebiyatımız yaşam biçimimiz o toprağa hâkim oldukça coğrafya vatanlaşır. Sivil alanda bize özgü olan yaşam biçimimiz yemek kültürümüz mimarimiz sanatımız ve ölümsüz türkülerimizdir bizi biz yapan kültürel değerlerimizdir. Bakın türkülere, devlet aygıtlarınca üretilmemesine ve yayılmamasına, hatta bir dönem ötelenmesine rağmen, önem verilmemesine rağmen sivil hayatta; düğünde-dernekte kendilerine tabiî mecralar bularak hâlâ güçlü bir şekilde yaşıyorlar. Antik yunandan bir filozof bir düşünür; “Bir ülkede türkü yakanlar kanun yapanlardan daha etkilidir” demiş el hak çok doğruymuş yaşayarak müşahede ediyoruz.
Cumhurbaşkanı en zayıf ve en başarısız olduğumuz alan kültür ve sanat alanıdır itirafında bulundu. Yandaş yazarlardan Allattin Karaca bu siyasi iktidarın ötesinde muhafazakâr çevrelerin neden kültür ve sanat alanında geri olduğunu şöyle açıklıyor: ‘’O hâlde problem ne? Bence en büyük problemlerden biri muhafazakâr zümrenin sivil ayağının ve sivil bilincinin zayıflığı! Siyaseten iktidar olmak için gerekli çoğunluğa sahipler ama nitelikli bir kültür-sanat üretecek-tüketecek bilince, bilgiye, birikime ve ‘sivil zümre’ye yeterince sahip değiller… İşte bu sebeple devletin imkânlarını kullanarak yaptıkları çoğu etkinlik ve ürettikleri sanat eserleri iz bırakmıyor; dahası yıllardır söylenegelen “kopulan kültür’le bağ kuramıyorlar. İkincisi ve daha önemlisi, Türk muhafazakârlığı kendini devletle özdeşleştiriyor, devletin doğal sahibi ve koruyucusu olarak görüyor. İyi de, bu onu kültürel, sanatsal, hatta bilimsel üretimde daima devletin çeşitli kuruluşlarından destek bekleyen, hatta bunu doğal bir hak olarak gören ‘memur’ pozisyonuna; tabir caizse ancak devletin/ siyasi iktidarların himayesinde, onların desteğiyle yaşamını sürdürebilen tâbi bir ‘beyin’e dönüştürüyor. Böyle bir ‘beyin’den entelektüel duruş, eleştiri, özgün fikir ve sanat eseri beklenemez! (Allattin Karaca ).
İslamcı söylemleri olan Ali Bulaç siyasal İslamcı AKP için, ‘’Çanakkale Savaşı’ndan sonra başımıza gelen en büyük felaket! Entelektüellerin hepsini devletleştirdi! Zihinlerini uyuşturdu’’ diye ağır eleştiri de bulunmuştu.
Muhafazakârların kültüre yaklaşımı cumhuriyet döneminde, biraz da resmi ideolojiye tepkiyle, iyice reaksiyoner bir karşıtlığa büründü. Bu yaklaşım, aslında tek parti döneminin kültür politikalarına karşıtlıktan ibaret bir düşmanlık. İslamcıların kültürel üstünlük mücadelesi sahih bir endişeden, estetik bir kaygıdan kaynaklanmıyor. Onlar için kültürel iktidar, toplumun bütün kesimlerinden üstün olma hayatın her alanına müdahil olarak hâkim olma iktidarının sürekliliğini sağlayan zemini inşa etme çabasıdır. Siyasal İslamcılığın kültürel ufku, karşıt olduğu kültürün simgelerinden intikam almaktan ibarettir. Emek Sineması’nın, AKM’nin yıkılmasını bu bağlamda anlamak gerekir: Kültürel iktidar mücadelesinde hiçbir zaman “onlar gibi” olamayacağını bilmenin öfkesi.
İktidarın eski milli eğitim ve Kültür bakanlığı yapmış bir akademisyene mecliste atanamayan müzik öğretmen nedeni ile soru sorulması üzerine ilgi çekmek için intihar ettiklerini söylemişti. Atanamayan öğretmenler ile TEOG’dan düşük puan aldığı için bazı kişilerin intihar ettiği yönündeki eleştirileri değerlendirirken, “Teknik tabiri nedir bilmiyorum ama bunu bile söyleyip söylememekte tereddüt ediyorum, ‘gösterişçi intihar eylemi’ diye bir sendrom’dan bahsediliyor. Aslında niyeti olmadığı halde etrafında ilgi uyandırmak veya ilgi çekmek veya isteklerinin yerine gelmesini sağlamak amaçlı” ifadelerini kullanmıştı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün: “Efendiler, hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz fakat sanatçı olamazsınız” diyerek sanatçıya değer verdiğini hatırlatalım. Neyzen Teyfik, İstanbul’da Atatürk’ün sofrasına buyur edilir; ney çalması, şiir okuması istenir. Gazi bir şarkı söyler ve Neyzen Teyfik düşünmeden bir şiir söyler, eşek sesi gibi diye patavatsız bir şiir söyler. Herkes dona kalır ama Gazi Paşa hoşgörülü davranıp, ‘sanatçı başımızın tacı soframızın konuğudur’ der. Sanatçı müsvettesi diye azarlayıp haddini bildirmek ve bedelini ödetmek için mahkemeye vermemişti. Sanata değerin ölçüsü, sanatçıya verilen değer ile ölçülür.
Bilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göç eder. / İbn-i Sina.