Küresel raporlar ve günümüz uygulamaları…

22.08.2019
A+
A-

2.Dünya Savaşı sonrası sonra “iki kutuplu”dünya düzeni sayesinde ekonomik kriz Avrupa sanayisini yok etti. Güzel  ülkemde çok partili hayata geçiş çabaları yanında ABD dış kredileri ve hibeleri ile ‘’Küçük Amerika’’olma hayalleri başladı. Truman Doktrini kapsamında uygulanan Marshall Planı, ABD hegemonyasını kabul ettirmeye çalışan yeni ekonomik düzenin önemli bir parçası oldu.

ABD, bu savaştan epeyce güçlü çıktı. Yeni müttefiklere ve pazarlara sahip oldu. 1948  – 1951’de Marshall  Planı kapsamında ABD ile İktisadi İşbirliği Anlaşması imzalayıp, 1947 yılında da IMF ve Dünya Bankası’na üye olmamız yeni  bir dünya düzenine girmemizi sağladı.

Truman Doktrini bağlamında, komünizm ile mücadele kapsamında Yunanistan ve Türkiye’ye, 1947 yılında maddi yardımlar başlatıldı.

Marshall Planı karşılığında emperyalizm boş durmayarak, bizleri yeni kalkınma projeleri ile de tanıştırdı. ABD, yapacağı ekonomik ve siyasi projelerle  sömürmek  amacında olan bir sürü program ileri sürdü.  Bunların başında en önemlileri; Hilts Raporu (1948), Thornburg Raporu (1949-1950), Barker Raporu (1951), Neumark  Raporu (1949), Martin ve Cush Raporu (1951), Leimgruber Raporu (1951), Gruber Raporu (1951-52) vb.

1- Hilts Raporu  (1948) ;

Hilts Heyeti Raporu ile Türkiye’ye ‘’karayolu öncelikli’’ bir ulaştırma politikası önerildi. Raporda, karayolu taşımacılığının demiryoluna kıyasla daha ucuz bir taşımacılık olduğu, demiryollarının Van’a kadar uzatılmasına gerek olmayıp 35.000 km’lik karayoluna ihtiyaç duyulduğunu belirtildi.

2 – Thornburg Raporu (1949-1950)

Thornburg Raporu, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) desteği ile (Adana’da bez fabrikası, Kayseri ve Nazilli’de tekstil  fabrikasının kuruluşu) yapılan yatırımlar, eleştirilerek bunların ekonomik yatırımdan uzak olduğu savı ileri sürüldü. Devletçi uygulamalar eleştirilerek, ‘’tarıma öncelik’’ verilmesi önerildi.

Evet, ağır sanayi hamleleri yerine daha hafif sanayi, ara tüketim mallarına dönük sanayiye ağırlık verilmesi  bu raporun önemli bir göstergesi oldu. Makine sanayi imalatının gereksiz olduğu, ihtiyacımız olan traktör alımının ithalat yolu ile daha ucuza Amerika’dan ithal edileceği bildirildi.

Ayrıca, sanayileşme faaliyetlerinde liberal politikalar desteklenmesi, yabancı sermayenin gelmesi için teşvik edici bir kanun çıkarılması bu raporun önemli maddelerini göstermektedir.

Thornburg Raporu, Türkiye’nin ‘’sanayileşmekten vazgeçmesi’’ ve ithalata yönelmesi, dolayısıyla Amerikan bağımlısı bir ekonomik yapıya sahip olması açısından önemlidir.

3 – Barker Raporu (1951) 

Dünya Bankası heyetinin hazırladığı Barker Misyonu Raporu’nun Türkiye’nin, “bir tarım ülkesi” olarak gelişmesinin tavsiyesi yönündedir. Sanayi yoluyla kalkınmak isteyen bir ülkenin bunun yerine tarım ve tarıma dayalı alanlarda uzmanlaşması bu raporun önceliğidir.

Kısaca açıklamaya çalıştığım bu üç ‘’Küresel  Rapor’’ acaba başka hangi ülkelere sunuldu?

Bu konuda John Perkins’in, ‘’Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları’’ adlı kitap serisini okumanızı tavsiye ediyorum.

‘’Bizim şirketlere ilaveten, o ülkedeki birkaç zengin insanın kar sağlayacağı şeyler. Bunlar toplumun çoğunluğuna yaramaz. Yine de o insanlar, yani bütün bu ülke borcun altına sokulur. Bu borç ödemeyecekleri kadar büyüktür ve bu da planın bir parçasıdır, geri ödeyemezler. ‘’

Ülkeleri,  altyapı inşaatları kapsamında oluşturulan kalkındırma yalanı,  milyarlarca dolarlık gerçek olmayan ‘’Şişirilmiş Projeler’’ ve bu projeleri  gerçek  gösteren, sahte bilim insanları, kamu görevlileri, kısaca yerli işbirlikçiler ile yürütülmektedir. Yöntem çok açık, amaç belli;  gelişmemiş veya gelişme aşamasındaki ülkeleri yüksek oranda altyapı oyunlarıyla ödeyemeyecekleri yüksek oranda borçlandırmak, bu borçlanmayı uzun sürelere dönüştürerek, ödenmemesi  için  tekrar yeni altyapı projelerine yönlendirmek.

Bu kitaplar, ‘’küresel raporların ve sonuçlarının’’ ülkelere verdiği ekonomik, siyasi ve sosyolojik zararları göz önüne sermektedir. Daha önce de gündeme getirdiğim bu konuda gerçekleri görmemiz gerekir.

Cumhuriyet kurulduğundan itibaren artı değer yaratan dış ticaret dengesi, 1948 yılından itibaren yeniden açık vermeye başladı. İhracat düşmeye, Türk Lirası da değerini yitirme yoluna girdi. Ekonomik ve siyasi açıdan istikrarsız bir dönem bizleri beklemektedir. Bu zaafımızdan faydalanan dış emperyalistler soğuk yüzünü çeşitli yöntemlerle göstermiştir.  Belli odaklar tarafından ülkem gerçekleri ve verileri gözetmeksizin, ekonomik bağımlılık ve bitkinlik yaratacak bu ‘’küresel  raporların’’ önemi yıllar sonra bizlere ders olacak niteliktedir.

Zaman zaman uygulanan, bazen unutulan ‘’küresel raporlar’’ maalesef günümüzde  değişik yöntemlerle karşımıza çıkmaktadır. Zaten amaç eski deneyimlerden ders çıkararak yönümüzü belirlemek değil mi? Ama bence en tehlikelisi de bu tecrübelerden pay çıkarmamak ve de ülkeyi ekonomik getirisi olmayan uzun vadeli bir borç ödeme sarmalına yöneltmektir.

Önemli olan bu tür ‘’küresel  raporların’’ geçerliliğinin halen devamını sağlayacak şartların oluşmamasıdır. Küresel ve emperyal güçler dediğimiz ‘’ÇUŞ‘’ (Çok Uluslu Şirketler) kendi  ülkelerinde yapamayacakları doğa ve çevre karşıtı uygulamaları maalesef yerli işbirlikçileri sayesinde yerine getirebilmeleridir.

Ayrıca bu şirketler, kendilerine sağlanan ekonomik ve siyasi ayrıcalıklar sayesinde haksız rekabet oluşturarak, (vergi istisnaları, kamu kaynaklarının israfı, özel konumlar vb.) etik ve vicdani olmayan ayrıcalıklar elde etmektedirler.

Son yıllarda ‘’Yap – İşlet – Devret  Modeli‘’ kapsamında gerçekleştirilen köprü, yol ve  hastaneler vb. uygulamalar kamuoyunda birçok tereddüde yol açmıştır. Maliyetleri, verilecek hizmetlerin niteliği / niceliği, zamanı, ekonomik getirileri vb. birçok konu bilinmemektedir. Bu bilgiler devlet sırrı niteliğinde olup, toplum açısından gizlenmektedir.

20 – 25 yıl gibi uzun vadeleri içeren bu tür uygulamalardan artı değer kazanmadığımız düşünüldüğünde, kamu kaynaklarına başvurulması sorgulanmalıdır! Köprü ve yolu kullanmayanların da bu maliyetleri, vergi anlamında paylaşması, kamu tarafından uzun yıllar finanse edilebilecek olması düşündürücü olacaktır. Toplum açısından, şeffaflık  ve açıklık politikaları bu konuda yetersiz kalmaktadır. Kamu kaynaklarının devreye konulması bu modellerin yanlış organize edildiği ve uzun yıllar ekonomiye yük getireceği anlamını taşımaktadır.

‘’Küresel raporlar’’ ile başa çıkabilmemizin en önemli göstergesi, katma değer ağırlıklı sanayileşme politikası sayesinde ihracata yönelerek, hem istihdam artışı, hem de döviz getirici faaliyetlerde bulunmamız gerekliliğidir…

Üreterek kalkınmak ve bölüşmek dileğiyle…

YORUMLAR

  1. Emre dedi ki:

    Yazıyı okudum aydınlatıcı ve geniş bir perspektif ile yazılmış yazar beyi tebrik ediyorum

  2. Raji dedi ki:

    Harika, araştırma ve emek dolu çok güzel bir yazı …

    1. Tansel Saylı dedi ki:

      Çok teşekkür ediyorum…

  3. Mehmet Doğru dedi ki:

    Teşekkürler yol arkadaşım. Hepimizi ilgilendiren böylesi önemli konudaki bilgi ve birikimlerini, güzel yorumunu da katarak ne de güzel özetlemişsin.
    Bağımsızlık…
    Katılımcı demokrasi…
    Üretim ve paylaşım ekonomisi…
    Çağdaş uygarlık…

    1. Tansel Saylı dedi ki:

      Mehmet Bey… çok teşekkür ediyorum önemli olan bilgi birikimlerimizi paylaşmak…tartışmak olmalı. .. saygılarımla ..