Kuşatılmış Türkiye ve Muhalefeti…
Sanki on sekiz yıldır iktidarda değiller de yeni iktidara gelmiş gibi “Kendi hikayemizi yazacağız” diyorlar. Bunu söyleyerek, ABD’nin yazdığı Büyük Ortadoğu Projesi hikayesinin bir figüranı ve malzemesi olduklarını halka unutturmaya çalışıyorlar.
Oysa halk çok iyi biliyor; Bunların, tıpkı Osmanlının son yetmiş yılındaki gibi ülkeyi altın tepside işgalcilere sunduğunu.
Ekonomi iflas etmiş. Üretim durmuş. İktidar ekonomi uçuyor derken, ülkenin gerçekleri Merkez Bankası rezervinin dahi 32 milyar dolar ekside olduğunu söylüyor. Bozulan dış ticaret dengesi cari açığı alabildiğine büyütmüş. Dış borcun geri döndürülemeyecek boyutlarda olması, Osmanlının kapitülasyon dönemini çağrıştırmaktadır. Nüfusun yarıdan fazlası açlık sınırının altında. İşsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı almış başını gidiyor. İktidarın, kendi döneminde topladığı yaklaşık 2,5 trilyon dolar vergiyi, aldığı 500 milyar dolar dış borcu, haraç mezat sattığı Cumhuriyet döneminin tüm işletmelerinden aldığı 65 milyar doları ne yaptığını bilen yok. Ama devletin gücünü ve kaynaklarını kullanarak, kendine yandaş, savurgan ve lümpen bir sermaye sınıfı yarattığını herkes biliyor.
Milli olmaktan çıkarılan eğitim ve sağlık hizmetlerine ancak parası olanlar ulaşabiliyor. İktidarın Covid-19 salgın sürecini yönetememesi sonucu eğitim ve sağlık sistemi felç olmuş durumda.
Adaletin esamisi okunmuyor, herkes kendi hukukunu oluşturmuş durumda. Anayasayı, kanunları, kuralları takan yok.
Alışveriş yapamayan halk, pazar artıklarını toplamaya muhtaç hale getirildi. Çöplüklerdeki geri dönüşüm ürünlerini toplamak, en revaçtaki geçim kaynağı oldu.
Sosyal devletçilik aldatmacasıyla iktidar, kitleleri istediği gibi yönetebileceği yoksulluğa sürükledi ve bu ekmeğe muhtaç kitlelerden profesyonel seçmen devşirdi kendisine.
Çiftçi toprağından koparıldı. Buna direnenler de yüksek girdi maliyetinden ve desteksizlikten üretim yapamaz durumda. Bu yüzden, tarlası ve tarımsal mekanizasyonu yabancıların eline geçmiş bankaların ipoteğinde. Bu durum böyle devam ettiği takdirde, Türk halkı yakın bir gelecekte yeterli gıdaya erişememe riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
Ülkemizin tarihi, devletimizin hafızası siliniyor. Vatan kavramıyla kutsal bildiğimiz yapının organları olan ormanlar, denizler, madenler, yaylalar, dereler, tarihi ve kültürel SİT alanları, turizm alanları, stratejik noktalar gün be gün yağmalanmakta, yabancılara peşkeş çekilmektedir.
Devletin aklı yitirilmiş durumda. Ortak akıl dedikleri de ülkemizi hamutuyla birilerinin kursağından geçirmeye çalışıyor. Cumhuriyet, çoktan kimsesizlerin kimsesi olmaktan çıkarıldı.
Devletin muhkem haldeki tüm kurumları ve bürokrasisi, her düzeyde atanmış liyakatsizlerin eliyle verimsiz, niteliksiz kılınarak çürütülmüş durumda.
Bilim, yol gösterici olmaktan çıkarıldı. Din maskesinin ardına saklanarak ve sırtını iktidara yaslayarak toplumu yönlendirmeye çalışanlarsa; akıldan, vicdandan, insanlık onurundan yoksun, işgalcilerin işbirlikçi uşağı olan aşağılık şarlatanlar.
İnsan hak ve hürriyetleri alanında Türkiye o kadar geriye götürüldü ki dünyanın en faşizan ve en ilkel kabile devletlerinin bile gerisine düşürüldü.
Kendi karnımızı doyuramazken, günü geldiğinde kendi karanlık emellerine alet etmek üzere milyonlarca Afrikalı, Ortadoğulu, Asyalı organize bir şekilde ve gerçeğe aykırı söylemlerle ülkemizin dört bir yanına yerleştirildi. Buradaki hedefin, demografik yapısını bozarak ülkemizi bölmeye yönelik bir proje olduğunu anlamamak için fazlasıyla aptal olmak gerekiyor.
İktidar ülkemizi sadece içeride sıkıntıya sokmakla kalmamış, bölgede ve dünyada da elini kolunu bağlamış vaziyettedir. Hukuk bilmez, diplomasi bilmez, kaba gücünü nerede ne zaman hangi koşullarda ve kime karşı kullanması gerektiğini bilmez tutumu, denizlerdeki ve adalardaki yetki alanlarımızı kaybetmemize sebep olmuş, Türkiye’yi dünyada değersiz ve tamamen yalnız bırakmıştır.
Evet, her gelen geçen gibi AKP’nin de varsa eğer değersiz de olsa bir hikayesi, o da memleketi art niyetle yönetmeye çalışırken ki içine düştüğü çaresizliktir. AKP çaresiz olabilir ama Türkiye asla çaresiz değildir. Türkiye’yi getirdiği hale bakılırsa, AKP’nin hiçbir hikayesine ihtiyaç yoktur. Türkiye’nin yapması gereken, yarıya kadar okunmuş bu BOP hikayesini burada kesmektir. Lakin hikayenin bundan sonrası, Türkiye’nin Filistinleştirilmesi, Iraklaştırılması, Suriyeleştirilmesi, Libyalaştırılması kısmıdır.
Oysa Türk milletinin bütün çağlara, bütün nesillere hitap eden bir hikayesi var zaten. Kurtuluşumuzun, varlığımızın ve özgürlüğümüzün destanıdır o. Birileri bıyık altından gülebilir bu dediklerimize, önemsemeyebilir. Lakin aklını kullanmak istemeyen bu gereksizleri görmezden gelmeli, her zaman ve her yerde kendi hikayemizi gururla anlatmalıyız. Zira bizim hikayemiz; tarihin en bilinenleri olan İngiliz Devriminin, Fransız Devriminin, Bolşevik Devriminin pabucunu dama atmış bulunan Büyük Türk Devrimidir. Bu devrimi yaşatmak; bu devrimi yapanların nesli olarak birinci görevimiz ve namus borcumuzdur.
Büyük Türk Devriminin önderi Atatürk, ta o günlerde bugünü görmüş olmalı ki, ülke bilfiil işgal edildiğinde ne yapılması gerektiğini söylemişti.
Peki, ülkemizi bu işgalden kurtarmak için ne yapmalı?
Memleketin, onuruyla ayakta kalması ve ilerleyebilmesi için içerinin güçlendirilmesi gerektiği, bunun çok çalışmak gibi bir bedelinin olduğu, bu bedelin hep birlikte milletçe verilmesi gerektiği, yoksa ülkenin ve milletin rezil olacağı, hiç kimsenin de bu rezilleşmeden muaf kalamayacağı bugüne kadar AKP’ye oy veren yurttaşlarımıza anlatılabilirse, ancak o zaman memleketin önce normale dönmesi, sonra da düze çıkması sağlanabilir.
Peki, bunu kim yapacak?
Tabi ki kendisine “Millet İttifakı” adını veren muhalefet partileri! Sadece onlar mı? Elbette değil ama onlar toplumun tüm dinamik ve demokratik unsurlarını örgütleyerek değişime istekli bir konuma taşıyacak hareketin lokomotifi olmak durumundadır. Bu da ancak millet ittifakını oluşturan partilerin önce millete sonra da birbirlerine karşı samimi olmalarıyla mümkün olacaktır.
Bu yazının ekinde, Bursa İYİ Parti ile CHP il yönetimleri arasındaki protokolü sunmuş bulunmaktayız. Belki şaşıracaksınız ama CHP bu protokole uymadı. Hatta tam aksini yaptı; Nilüfer Belediyesi dört olan İYİ Parti Meclis Üyesi kontenjanını ikiye düşürdü, beş olan belediye başkan yardımcılıklarını da altıya çıkarmasına rağmen birini dahi İYİ Partiye vermedi. Daha da vahimi, AKP’den belediye başkanı aday adayı olmuş, seçilemeyince de AKP’li büyük şehir belediyesinde müdür yapılmış bir AKP’li, Nilüfer Belediyesinde en çok ve en kritik müdürlüklerin bağlı olduğu başkan yardımcılığına getirildi. Ve CHP’li belediyeler hiçbir konuda İYİ Parti’nin fikrini dahi almamaktadırlar.
Halbuki Bursa’da üç belediyeyi CHP’ye kazandıran İYİ Parti oldu. Birer başkan yardımcılığı İYİ Parti’ye verilseydi, bunlara bağlı birer ikişer müdürlük İYİ Parti kontenjanından atansaydı, İYİ Parti bu kadrolarıyla biraz olsun halka dokunabilseydi, İYİ Parti’ye gönül vermiş büyük bir seçmen kitlesi (ki bu Bursa’da % 16’dır) kendisinin yerelde de temsil edildiğinin memnuniyetini yaşasaydı; CHP’ye veya kime ne zararı olacaktı?
Zira İYİ Parti Türkiye’de iktidar olma konusunda hayli iddialı bir partidir. Hazırlıkları var, politikaları var, planları var, projeleri var. Madem yerelde ittifakla kazanılmış belediyelerde CHP’nin siyasi ortağı, o zaman projelerinin de CHP ile ortaklaşa hayata geçirilmesi gerekmez mi?
Bursa’da CHP’nin İYİ Parti’yi aldatması, çabasını boşa çıkartarak onu değersiz kılması; hayati önemde olan bundan sonraki seçimlerde yapılması düşünülen ittifaklarda hem İYİ Partilileri, hem de ittifaka dahil olabilecek başka muhalefet partilerinin seçmenini kara kara düşündürtecektir. Bunu önlemenin yolu, zararın neresinden dönülse kardır denilerek oyunbozanlık yapan CHP’nin bu yanlışını bir an önce düzeltmesidir.
Ayrıca CHP’nin ve Millet İttifakının halkın umudu olmaya başladığı bu süreçte, CHP’ye ait bir belediyenin, AKP dönemi kamu kurumlarının tümündeki gibi niteliğini yitirmesi ve FETÖ’nün para kaynağı Kimse Yok Mu Derneğinin kurucusu ve başkanı olmakla geçmişinin şaibeli olduğu bilinen bir muhtarın, söylemleriyle, davranışlarıyla, kamuoyunda sanki bu belediyenin en yetkili kişisiymiş gibi bir algı yaratmasına izin verilmesi de ha keza düşündürücüdür.
Belki bu CHP’li belediye, iktidarın uyguladığı yöntemlerle bir süre halkı oyalayabilir. Ama halk uyumadığı için bu yanlışlar er veya geç geri teper. Halk CHP’den uzaklaşır, ona ve onunla birlikte hareket eden partilere olan umudunu ve inancını yitirir. Bunlar kısmen yaşandı bile. CHP’nin Bursa büyükşehri kazanamamasının altında işte bu neden yatmaktadır.
Ancak Banu Avar’ın kavramlaştırdığı gibi eğer Türkiye’deki muhalefet de iktidar gibi sahiden “Üretilmiş Muhalefet” ise o zaman yapılacak bir şey yok. Herkesin kendi yanlışında ısrar etmesi, ne yazık ki Türkiye’nin bu talihsizliğini sürdürmesi demek olur.
Biz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız. Bizim görevimiz;, her durumda ve her koşulda, ne pahasına olursa olsun gerçekleri söylemek, Cumhuriyeti kurumlarıyla birlikte savunmaktır.